Dün 5 Haziran Dünya Çevre Günü’ydü.
Çeşitli mecralarda doğanın global ölçekte yaşadığı sıkıntılar dile getirildi.
Açıkçası hep söylemde kaldığı için pek bir anlam ifade etmeyen artık klişe haline gelmiş açıklamalar çeşitli kuruluşlar ve isimler tarafından yinelendi.
Yerelde yapılan sayısız çevre katliamına göz yumup, dünyayla ilgili beylik laflar sarf etmek ne kadar samimi?
Türkiye’nin doğal zenginlik açısından da en önemli kentlerinden Bursa’da tabiat senelerdir hoyratça katledilmedi mi?
Şehrin havası, suyu, doğal kaynakları rant uğruna kelimenin tam anlamıyla talan edildi.
Kente büyük zarar veren kuruluşlar yetkililer tarafından sadece seyredildi.
En fazla göstermelik cezalar kesildi.
Doğaya zehir saçan firmalar engellenmediği gibi mantar gibi türemelerine de izin verildi.
Kimse kusura bakmasın.
Nilüfer Deresi’nde canlı yaşamını hangi firmaların sona erdirdiği de Samanlı’da kontrolsüz deşarjları kimlerin yaptığı da şehirdeki yetkili herkes tarafından biliniyor.
Bu manzaralara seyirci kalındığı için sanayicilerin tümü zan altında bırakılıyor.
Sivil toplum örgütleri tarafından tamamı öcü olarak konumlandırılıyor.
Oysaki arıtma tesisi kooperatiflerine, üç kuruş daha fazla kâr elde edip, yatırım yapmamak için girmeyen imtiyazlı fabrikalar ortada.
Aslında çevreye en büyük zararı plansız sanayi alanlarında üretim yapan tesisler veriyor.
Şehir içindeki çarpık sanayileşmenin doğru mekânsal planlama ile kent dışına taşınması bu açıdan da önem arz ediyor.
Yeri gelmişken ifade edelim; akademik odalara da büyük sorumluluk düşüyor.
Bursa’nın menfaatiyle ilgili konularda salt istemeyiz yaklaşımı ile hareket etmek günümüz gerçekleriyle örtüşmüyor.
Geçmişte yanlış davranıldı, yine aynısı olur düşüncesiyle her projeye karşı duruş sergilenirse bir arpa boyu yol alınamaz.
Bursa, öncülüğünü kaybeder.
Lokomotif özelliğini yitiren kent hızlı bir gerilemenin içine düşer.
Bu nedenle şehirlerin geleceği ortak akılla şekillendirilmelidir.
Bilimsellikten uzak gerekçelerle istemem diyenler kendilerini gözden geçirmelidir.
ULUSLARARASI FİRMALARIN DENETİMİNDEN DAHA ÇOK KORKULUYOR!
Bünyesinde Zara, Bershka, Pull and Bear, Stradivarius, Massimo Dutti gibi ünlü markaları barındıran dünyanın en önemli tekstil gruplarından Inditex, Amerika Birleşik Devletleri merkezli spor ürünleri devi Nike ve diğerleri…
Bu büyük şirketlerle çalışan fabrikaların çevre ve sosyal haklarla ilgili tüm gereklilikleri yerine getirdiğini biliyor muydunuz?
Dev firmalar o kadar sıkı bir denetim ağı kurmuşlar ki belirli periyotlarda habersiz şekilde fabrikalara gelip tesislerin tüm arıtma detaylarını tek tek kontrol ediyor.
Çalışanları da âdeta sorguya çekiyorlar.
Mola saatlerinden özlük haklarına kadar bakıp memnuniyetlerini ölçüyorlar.
Çocuk işçi çalıştırılıp çalıştırılmadığı dahi denetleniyor.
Bahsettiğimiz konularda uluslararası normlara göre bir aksaklığa rastlanırsa o fabrikayla derhâl ilişki kesiliyor.
Emek sömürüsü ile gündeme sıkça gelen şirketlerin bu denetimleri uyguladığını öğrenince şaşırdım!
İş adamlarımızın ülkemizin denetimlerinden çok kapitalist firmalardan çekinmesinin üzerinde durup düşünmek gerekiyor.
Tanıdığı olana hiçbir şeyin yapılmadığı bu sistemi değiştirmemiz şart.
Uluslararası şirketlerle çalışan büyük fabrikalar çevre ve insan haklarıyla ilgili sorumlulukları zorunlu olarak yerine getiriyor.
Bursa’da çalışanların haklarını vermeyen, arıtma ile ilgili yükümlülükleri yerine getirmeyip doğayı katleden tesislerin tamamı iç pazara üretim yapıyor.
RESMÎ GAZETE ATAMALARI
Artık olağan bir durum haline geldi.
Herkes de kısa sürede bağışıklık gösterdi.
Türk işi başkanlık sistemimizde gece yarısı yayınlanan Resmî Gazete’de ansızın görevden alınabiliyor, ya da herhangi bir makama atanabiliyorsunuz.
Elbette bazen de affınızı isteyebiliyorsunuz…
Peki, kritik görevlere getirilenler gerçekten liyakat sahibi mi?
Ya da görevden alınanların sahiden ihmali var mı yoksa güç gruplarının savaşı mı sergilenen, bilmiyoruz.
Emin olduğumuz konu şu:
Pek çok kurum eski güvenilirliğini yitirdi.
Halk gözünde itibar kaybetti.
Bakanlıkları falan geçtik de en azından kurumların yöneticilerini belirlemede bu yöntemden vazgeçilip, demokratik mekanizmalar tam olarak devreye sokulursa atamalarda yanlış yönlendirmelerden uzaklaşılabilir düşüncesindeyiz.