İster insan yaşamı olsun, ister iş dünyasında olsun, ister politik hayatta, isterseniz de Türkiye gibi bir ülkede olsun ortada kalmak tehlikenin başlangıcıdır. Ortada kalmak intihar etmek gibi bir şey…
Rahmetli babam 27 Mayıs’ta mahvedildikten sonra durumunu onuruna yediremedi ve intihar etti. Ulemaların söylediğine göre insanlar intihar etme cesaretini gösterirlerse sırat köprüsünün ortasında kalırlarmış. Babam 1961 yılında özgür kalınca İstiklal Caddesi’nin sonundaki tünelde Haşet Kitabevi’nin 4. katındaki muhteşem ofisinde, ofisin boşalmasına müteakip kendi dairesinde, avize askısına ip asarak intihar etmişti. Bana yazdığı vasiyetnamesinin ilk satırı “bugün sabahleyin seni yatağında sevdikten sonra bu kararı verdim yavrum”…
Bana çok acı gelen örneklerden biri de bu ülkenin Kemal Ilıcak gibi bir önemli ve iyiliksever insanını göz göre göre ölüme terk etmesidir. İş hayatında yetişmemde bana büyük desteği veren insanların önünde gelir Kemal Bey. Hayatı boyunca hiç kimseye hiçbir şekilde ve hiçbir şeraitte bir kötülük yaptığını duymamışımdır. Bir gün bana “Nail’im” dedi, “hayatta benim söylediklerimi yap, yaptıklarımı yapma.” İnsanın böyle büyükleri olduktan sonra hayatında ve adımlarında son derece dikkatli oluyor. Uzun yıllar hizmetinde bulunduğum değerli insan Turgut Özal defalarca “milletvekili ol, seni bakan yapalım. Cin gibi adamsın memlekete büyük hizmetin olur.” Demesine rağmen siyaset büyüklerine danışmanlık anlayışı içerisinde yardım etmeyi tercih ettim.
67 yıldan 68. yıla doğru ömrüm giderken insan denen mahluk doğduğu andan itibaren tecrübe edinmeye başlıyor. Tecrübenin kalitesi ve kantitesi farklı. Biri yararlı bilgilerle donatılıyor, biri de iblislik bilgilerini tercih ediyor. Ne yazık ki ülkemizde yararlı bilgilere haiz insan adedi ekseriyette değil.
1950’den bu yana yaşadıklarımı ve öğrendiklerimi hatırlıyorum. Siyasi dünya tecrübem her bilgimden daha ağır basar ama bugün dinleyen kim? Ben babamı kaybettiğim günden itibaren hiçbir rüyamda kendisiyle karşılaşmadım. Sorduğum ulemalar bana hep “baban sırat köprüsünde rabbin affedeceği günü bekliyor, senin ömrün buna yeterse görürsün” demişlerdir. Son yılların siyasileri bırakın lafımı dinlemeyi bedava gönderdiğim projelerime dahi kafalarını döndürüp bakma zahmetinde bulunmamışlardır. Zaten koalisyon hükümetinin benim gibi bilgili ve yararlanılabilecek kişileri değerlendirme yerine öldürmek için büyük gayret sarf ettikleri de bilinmektedir. Ortadoğu’nun bir gün böyle olacağını bizlere Turgut Özal teferruatıyla anlatmıştı. Turizmin foslayacağını ben defalarca turizm bakanlarımıza yazılı raporlarla ulaşmaya çalışarak dikkati çekmeye çabalamıştım. Siyaset günlerinin başında siyasette beraber çalışma kararı verdiğimiz Sayın Cumhurbaşkanımıza gönderdiğim haftalık raporların hiçbir işe yaramadığını anlayınca masaüstü fazla evrak yapmaması için artık arz etmiyorum. Kabuğuma çekildim, kötü bir iş olduğuna beni inandırdıkları intihardan da uzak durarak sonumun acısız olmasını Rabbimden diliyorum.
Ne yazık ki Türkiye dönüşü olmayan çok zor bir yola çıktı. Ortadoğulu da değiliz, Avrupalı da. Amerikalı olmamız söz konusu değil. NATO’nun bir üyesi olmamız dolayısıyla uzun yıllar ordumuzun NATO silahlarıyla beslenmesi sebebiyle sıkı bir sıcak savaşa girmemiz çok kolay değil. Son yıllarda özellikle harp sanayinde güçlenme dönemine girmiş bulunmaktayız. Bu Türk ulusu olarak gerçekten iftihar edeceğimiz bir atılım ama kuzeyimize, doğumuza, batımıza savaş açmamız son çare olmalı. Sayın başbakanımız meseleleri yürütmekte son derece itidalli ikinci dünya savaşında Churchill 80 yaşında başbakanlığa davet edilmişti. Ve İkinci Dünya Savaşı’nın Almanlara karşı kazanılmasını da bu 80 yaşındaki adam sağladı. Yaş tecrübenin temelini oluşturur. Churchill’in dahiyane fikirleri olmasaydı hırslı Amerikan generali Petton Almanya’nın içlerine kadar paldır küldür gidebilir miydi? Sayın Cumhurbaşkanım ve Sayın Başbakanıma demeli ki “Türkiye’de çok az kalmış şu ihtiyar heyetini bir topla ve fikirlerini al.” Suudi Arabistan’la bir angajmana girmek sırat köprüsünün ortasında kalmaktır. Adamlar şimdiden uçakları yolladık diyorlar, biz de yollamadılar diyoruz. Yunanistan’la yıllarca birbirimize girdik. Seneler önce Türkiye Yunanistan arasında deveye hendek atlatarak zamanın Turizm Bakanı Rahmetli Barlas Küntay sayesinde bir yelken yarışı organize ettik. Yunan iş adamları o zaman anladılar ki Türkiye-Yunanistan arasındaki hırlaşma tamamen siyasilerin kapris ve menfaatleri itibarıyla oluşuyor. Yıllardır kaşınan birkaç medya mensubunun “uçaklarımız it dalaşına girişti” gibi palavralarının dışında siyasilerimizin de ilişkileri akıllı uslu. Yunanistan’a ve Yunan Adalarına gittiğiniz zaman altınızdaki teknenin bayrağına dostça bakıyorlar. Biz onlara onlar bize. Neticede söylemek istediğim, Türkiye’yi babamın kaldığı gibi sırat köprüsünün ortasında bırakmayalım. Çok hassas ve dikkatli olmalıyız.