Gelecek Partisi Bursa örgütünde yaşananlara dün değinmiştim.
Genel merkez yöneticisi Mustafa Öztürk ile İl Başkanı Alpaslan Yıldız arasındaki kriz, Öztürk’ün Davutoğlu’nun Bursa gezisine katılmaması ile gün yüzüne çıkmıştı.
Diğer yandan Öztürk ile hareket eden bazı il yönetim kurulu üyeleri de Yıldız’a kazan kaldırınca kriz derinleşmişti.
Dün sabah saatlerinde aradı Alpaslan Yıldız.
Önce Mustafa Öztürk’ün Davutoğlu’nun Bursa programına katılmamasına açıklık getirdi.
Yıldız, Öztürk’ü telefonla arayıp davet etmiş.
Ayrıca Davutoğlu’nun Bursa programının detaylarını da kendisiyle paylaşmış.
Peki neden Öztürk o gün yoktu?
Yıldız, “Mustafa Öztürk, benim parti büyüğümdür, kendisiyle bir polemiğe girmek istemem. Onun Sayın Davutoğlu’nun programında olmasını çok arzu ederdim. Ancak kendisi katılmamayı tercih etmiştir. Bu soruyu kendisine sorabilirsiniz” demekle yetindi.
Yıldız, Öztürk ile sorunu olmadığını özellikle vurguladı.
Şeffaf olmadığı ve nepotizm (akraba kayırmacılığı) yaptığı eleştirilerine gelince…
Yıldız bu eleştirileri “Genel merkez yöneticileri ve genel başkan her yaptığımızı izliyor. Bizim de yaptıklarımız ortada. Böyle bir ortamda şeffaf olmamak mümkün mü? Ayrıca partimiz iktidar değil ki nepotizm yapayım” sözleriyle yanıtladı.
Peki bazı il yönetim kurulu üyelerinin kazan kaldırması?
“Emin olun, yaşadığımız sorunlar fındık kabuğunu doldurmayacak konulardan çıkıyor. Taraf olan arkadaşlar, bir cepheleşmeye gidiyorlar” sözleriyle bazı il yönetim kurulu üyeleriyle yaşadığı sorunları yorumladı.
Gelecek Partisi İl Başkanı Yıldız, parti içindeki krizi yorumladı, eleştirilere yanıt verdi.
Ancak örgütte sular durulur mu bilemeyiz.
Anlaşılan aynı dönemlerde kurulan DEVA Partisi’nde olduğu gibi Gelecek Partisi’nde de doğum sancıları yaşanıyor.
Çelişkiler yumağında kendimizle yüzleşme
“Bu biçimde yazmaya yöneldim. Çünkü çağdaş tiyatro seyircisinde birbirleriyle çelişkili iki ihtiyaç olduğunu gözlemledim. Bizi hâlâ Orestes, Kayıp Cennet ya da Shakespeare’in tarihsel oyunlarındaki epik anlatımına çeken bir şeyler var. Bununla birlikte manşetler çağı çocukları olarak, etrafımızdaki birçok ekrandan, birkaç saniyeden hikâye ve bilgileri hemen algılayabiliyoruz. Mobil telefonlarımız sayesinde, yaşamımız içinde sürekli ve değişken sesler ile görüntüler var. Megayı ve mikroyu, ‘çok’u ve ‘az’ı hayatımızın içinde aynı anda arzuluyoruz. İnsanlığın gezegenimizin her köşesine kendi özgürlük ve demokrasi tanımlarını yerleştirmek arzusunu keşfederkenki büyük resmini, küçük parçalarla oluşturmayı seçtim. Her bir parçaya epik hikâyelerin isimlerini vermeye tercih ettim.”
Bu değerlendirme, Vur Parçala Yeniden isimli tiyatro oyununun İngiliz yazarı Mark Ravenhill’e ait.
Efendim Nilüfer Kent Tiyatrosu’nun Balat Ormanı’nda sahnelediği Vur Yağmala Yeniden’in ikinci epizodunun prömiyeri de perşembe akşamı yapıldı. (O akşam Türk takımlarının Avrupa kupalarındaki maçları da olduğu için prömiyere gitmek konusunda tereddüt yaşadım. Ancak, maç özetlerinde bizimkilerin kasaba takımları karşısında sahada tel tel döküldüklerini izleyince, doğru bir tercih yaptığımı anladım.)
Ravenhill, ikinci epizodun 3 oyununu özetlemiş.
2. epizod, zıt anlamlar taşıyan savaş ve barış kavramlarının nasıl iç içe geçtiğini, konforlu yaşamların arka planında acı ve gözyaşlarıyla yoğrulmuş hayatların bedeller ödediğini, savaşlarda yaşamını yitirenlere karşı yakılan sahte ve ikircikli ağıtları, kah mizahi bir dille, kah dram kokan sahnelerle gözler önüne seriyor.
2. epizoddaki oyunların birbirleriyle bağlantısı daha belirgin sanki.
Ancak zaten 5 epizodun 15 kısa oyunu da puzzle misali bir bütünün parçalarını oluşturuyor.
Öyle anlıyoruz ki, epizodlar ilerledikçe açılıyor oyun.
Bu nedenle uzun soluklu bu ‘tiyatro maratonunun’ tümünü izlemekte fayda var.
İlk epizodda, evrensel temaları işleyen senaryonun, her ülkede yansımalarının olabileceğini gördük.
İkinci epizodun ilk oyunu olan ‘Korku ve Sefalet’ten, ülkemizde yaygın olan kadına şiddete (evlilik içi tecavüz) yönelik eleştirel bir mesaj çıkarılabilir.
Üçüncü oyun Dünyalar Savaşı’nda ise; savaşta hayatını kaybedenleri sosyal medya paylaşımlarıyla anan insanların kolaycılığı ve Facebook ile Twitter’dan savaş naraları atan ‘klavye delikanlılarının’ sahte yüzlerinin deşifre edilmesi, ülkemizde yaşananların bir izdüşümü sanki.
Sanat engel tanımaz
Babasının öldüğü gün konserini iptal etmeyen ya da annesinin ölüm haberine rağmen tiyatro sahnesine çıkan sanatçıları biliyoruz.
Ya prömiyer günü tiyatro oyuncusu sahneye çıkamayacak kadar hastalanırsa?
Sorunun nasıl çözüldüğünü önceki akşam gördük.
Nilüfer Kent Tiyatrosu’ndan bir oyuncu rahatsızlanınca, yönetmen Melisa İclal Yamanarda sahneye çıkmak zorunda kaldı.
Ancak başka bir sorun daha vardı.
Yamanarda’nın ezberi yoktu.
Oyundan hemen önce ezberi olmadığını izleyiciye itiraf eden Yamanarda rolünü metne bakarak oynayacağını söyledi ve elinde kâğıtlarla çıktı sahneye.
Yani bir bakıma izin aldı seyirciden.
Böylece büyük bir krize gebe olan sorun pratik bir yolla çözüldü.
Güzel şeyler de oluyor
Polyannacılık oynamak niyetinde değilim ama aylarca süren kısıtlama günlerinden sonra güzel şeyler oluyor memlekette.
Vaka sayıları düşmüyor belki ama hastanelerde yoğunluk yok.
Pandemi bitmiş değil ama aşı gibi güçlü bir silah var elimizde.
Ekonomi canlanıyor, mekânlar dolup taşıyor.
İşte tüm bunları, eğitimden gelen haberler tamamlıyor.
Dün Olay gazetesinin eğitim ekini inceledim.
Pandemiden darbe almasına rağmen eğitim kurumlarının temsilcileri geleceğe umutla baktıklarını söylemişler.
Nietzscheni’nin dediği gibi, bizi öldürmeyen şey güçlendirir.
Pandemi bile eğitim kurumlarını yıkamadığına göre, enseyi karartmayalım.