Gazetenin haber sayfalarında okuyacağınız için gelişmenin teknik detayına girmeyeceğim.
Bursa Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde Gökçen ailesinin üstlendiği ve BTSO’nun da destek verdiği yerli uçak üretiminden söz ediyorum.
Gecenin bir yarısında Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’nin iş adamı Celal Gökçen‘i arayıp, Almanya‘daki satılık uçak fabrikasını almasını teklif etmesiyle başlıyor macera.
Gökçen’in ‘hay hay‘ demesiyle de, işin yarısını tamamlanıyor.
Ve kısa bir zaman sonra fabrika satın alınıyor.
Dün bu gelişmenin basın toplantısında dile getirilen ilginç detaylardan biri de, yerli uçak fabrikasının satın alınması hikayesiydi.
“Karar vermek, bir işin yarısı demektir” sözünün hakkını verircesine, önce karar verilmiş, arkası çorap söküğü gibi gelmiş.
Peki yerli uçağın Bursa ve Türkiye ekonomisine faydası ne olacak?
Yerli vagonun katkısı neyse, yerli uçağın da katkısı benzer.
Yerli vagon üretimi sayesinde, belediye bütçesinden 430 milyon lira daha az para çıktığını önceki yazılarımda belirtmiştim, yeri gelmişken bir kez daha hatırlatmış olayım.
Kuşkusuz insanlar 2 ve 4 kişilik uçak alımı için sırada beklemiyorlar.
Ancak Bursa, bu adımla havacılık sektörüne merhaba demiş oldu.
Böylelikle Bursa, uçak üretiminde deneyim elde edecek, kendi markasını yaratacak ve elbette ekonomiye de fayda sağlayacak.
Uzun vadeli hedef, Almanya’daki uçak fabrikasının Bursa‘ya taşınması.
Gelin şimdi büyük fotoğrafa bakalım.
Dünyanın tüm büyük ekonomileri, yerli sanayiyle, yerli teknolojilerini yaratarak kalkınmışlar.
Ya otomobil üretmişler milyarlarca dolar döviz girdisi sağlamışlar, ya cep telefonu markası yaratarak dünyanın dört bir yanına ürünlerini ihraç etmişler ya da savunma sanayilerini geliştirip bu alanda öncülük yapmışlar.
Biraz kent milliyetçiliği yapıp, Bursa’nın yerli uçak üretimine liderlik yapmasının fevkalade bir gelişme olduğunu belirteyim.
Yerli vagon, yerli uçak derken yerli otomobil de Bursa‘ya çok yakışmaz mı?
90 yıl önce başarmışız
Madem bugün yerli üretime değindik, aynı konuyla devam edelim.
Birkaç ay önce “İbretlik bir Şakir Zümre hikayesi” başlıklı yazımdan bir bölüm sunacağım.
Yaklaşık 90 yıl önce…
Savaştan çıkmış, hiçbir teknolojik birikime sahip olmadığımız dönemler…
Gerçi bugün de çok farklı bir noktada değiliz ancak o gün kıt imkanlarla nelerin başarıldığını düşünürsek, dünden alacağımız çok ders olduğunu görürüz.
İşte Şakir Zümre ve bir yerli üretim mucizesi:
“…Atatürk’ün uygun görmesiyle Türkiye’nin savunma sanayinde ilk özel sektör fabrikasını kurdu. Şakir Zümre, uzun yıllar Türk ordusunun gereksinimi olan silah ve cephanelerin üretimini yaptı. Şakir Zümre Bulgaristan’dan getirilen yabancı usta ve teknisyenlerle ilk yapıma başlamış ve kısa süre sonra fabrikada yerli işçi ve usta yetiştirmeyi başarabilmişti. Ve 30’lu yıllarda artık fabrikanın tüm personeli Türkler’den oluşmaktaydı. Fabrikanın çalışmaları ise artık çok daha geniş bir alana yayılmıştı. Türk ordusunun Hava Kuvvetleri’nin ilk cephane gereksinimleri de Şakir Zümre Fabrikası tarafından üretilmiştir. Türk Deniz Kuvvetleri’nin gereksinimi olan çeşitli boylardaki su bombaları ve cephaneler de fabrikanın seri üretimleri arasındadır. İlk Türk denizaltı su bombaları da bu fabrikada üretilmiştir.Türk Kara Kuvvetleri’nin gereksinimi olan silah ve cephaneler, Şakir Zümre Fabrikası’nda üretildi. Şakir Zümre Fabrikası çeşitli ülkelerden siparişler almış ve yurt dışına da üretimler yapmıştır. Yunan ordusunun bomba gereksinimini karşılamak üzere 1937 yılının Şubat ayında Yunanistan’la yapılan 1,5 milyon liralık ‘iş sözleşmesi’, Türkiye’de büyük bir ekonomik zafer olarak değerlendirilmiş ve gazetelerimizin birinci sayfalarında önemli haberler arasında yer almıştır. Türk savunma sanayi tarihinde önemli ve şerefli bir yere sahip olan bu fabrika, ülkemize çok büyük ve unutulmaz hizmetlerde bulundu. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesi ve Türkiye’ye yapılan Amerikan silah yardımlarından sonra Şakir Zümre Fabrikası savunma sanayi üretimlerine son vermek zorunda kalmıştı...”
Demek ki, isteyince dağlar bile deliniyormuş.
Bursa istedi önce vagon üretti ardından yerli uçağa soyundu.
AK Parti muhalifleri
AK Parti’nin eski ağır toplarının açıklamaları ardı ardına gelmeye devam ediyor.
Eleştiri yapanların ortak noktaları, dışlanmış olmaları.
Ancak siyasetin, hatta yaşamın doğal akışında, son derece doğal bir durum bu.
Siyasi yaşamının en parlak dönemini geçiren hiç kimsenin, partisini hedef alan, parti politikalarını eleştiren ve hareketin liderine söz söyleyen bir açıklama yaptığını hatırlayan var mı?
Peki söz konusu çıkışlar, iktidar partisine zarar verir mi?
Partinin oylarını zerre kadar geriletmeyeceği gibi, ne parti yöneticilerinden ne de milletvekillerinden tek bir isim muhalif saflara katılır.
Yani ikinci bir Abdüllatif Şener hadisesi yaşanır.
Zaten muhalifler bu öngörüye sahip oldukları için, yeni partinin lafını bile etmiyorlar.
Burada asıl sorgulanması gereken hadise kanımca şu:
AK Partilileri rahatsız eden muhalefeti, AK Parti muhaliflerinin yapması.
Oysa bu görevi muhalefet partilerinin üstlenmesi gerekmez mi?