Mustafa Özdal
Mustafa Özdal
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Yeni sistemin ilk operasyonu çetenin başına balyoz gibi indi

Dehşet, dehşet, dehşet…

Soruşturma kapsamında yöneltilen suçlamalara bakar mısınız:

Suç işleme maksadıyla örgüt kurma, çocukların cinsel istismarı, cinsel saldırı, reşit olmayanla cinsel ilişki, çocuğun kaçırılması veya alıkonulması, cinsel taciz, şantaj, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, siyasi ve askeri casusluk, dini inanç ve uygulamaların istismar edilmesi suretiyle dolandırıcılık, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, özel hayatın gizliliğini ihlal, resmi belgede sahtecilik, Terörle Mücadele Kanunu’na muhalefet, tehdit, cebir, iftira, halkı askerlikten soğutma, hakaret, suç uydurma, yalan tanıklık, nitelikli dolandırıcılık, Kaçakcılık Kanunu’na muhalefet, Vergi Usul Kanunu’na muhalefet, rüşvet, eğitim ve öğretim hakkının engellenmesi, eziyet, kişisel verilen kaydedilmesi, siyasi hakların kullanılmasının engellenmesi, Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna muhalefet.

Dünyanın neresinde, bir suç örgütü bu kadar fazla iddiayla karşı karşıya kalmıştır, doğrusu emin değilim.

Ancak emin olduğum bir şey var ki, Adnan Oktar isimli şahıs ve müritleri, yıllardır tüm bu karanlık faaliyetlerini, yüce dini kullanarak, halkın inançlarını sömürerek yürütüyor, bir diğer ifadeyle toplumun  kutsal değerlerini yasa dışı faaliyetlerinin üzerine bir şal gibi örtüyor.

Üstelik yıllardır, milletin gözünün içine baka baka, alenen, sahip olduğu televizyonlar aracılığıyla, internet platformlarıyla ve daha birçok iletişim araçları sayesinde…

İçimi burkan, beni üzüntüye gark eden de hadisenin tam da bu boyutu.

Yani bu şahsa ve çetesine 10 binlerce insan nasıl oldu da kandı, inandı, boyun eğdi, biat etti?

Ve bu olay bir kez daha, laikliğin ne büyük  nimet olduğunu, laiklikten sapılması halinde din bezirganlarının, inanç tüccarlarının bir kanser hücresi misali hızla yayılıp toplumsal yapıyı bozabileceğini gösterdi.

Ancak geç de olsa bu çetenin üzerine kararlılıkla gidilmesi, üstelik yeni sistemin daha ilk günlerinde yapılan operasyonla, adeta örgüt üzerine bir balyoz indirilmesi geleceğe dair umutlarımızı yeşertti.

 

Demokrasi laiklik çağdaş eğitim

 

15 Temmuz’dan sonra, “Acil demokrasi acil laiklik acil çağdaş eğitim” başlıklı bir yazı kaleme almıştım.

Adnan Oktar ve çetesine yönelik operasyondan sonra özetleyerek paylaşmanın vaktidir:

Nitekim ha FETÖ, ha Adnan Hoca…

Aksiyonu yüksek bir film izler gibi, hayat akıp gidiyor.

Son yıllarda yaşananların yüzde 1’ine bile Avrupa kıtasında mutlu, mesut yaşayan herhangi bir Batılı tanık olmadı.

Norveçte, İsveçte yaşayanlar terör eylemlerini televizyonlardan seyrediyorlar.

Birleşik Krallık ülkeleri, son yılların en büyük hareketliliğini referandumla yaşadılar.

Devlet içinde devlet, derin devlet, paralel devlet kavramları, nedir bilmez bir Fransız.

Peki biz neden tüm bu olumsuzluklarla boğuşmak zorunda kalıyoruz?

Boğuşuyoruz, çünkü hukukun üstünlüğü, laiklik, demokrasi, çağdaş eğitim gibi kavramları içselleştiremedik.

Toplumun bu değerlere güçlü bir şekilde sahip çıktığı da yok.

40 yıldır, iktidarların sağladığı imtiyazlarından yararlanarak, iğneyle kuyu kazarcasına, devletin tüm kurumlarında örgütlenmiş, nihai amacı rejimi değiştirmek olan yasa dışı bir yapılanmayla karşı karşıya kaldık.

Bu yapılanma 15 Temmuz gecesi son barutunu da harcadı.

Ancak bir terör örgütünden bile daha tehlikeli olan Gülen Cemaatinin tasfiye edilmesi, tüm sorunlarımızı çözmeyecek.

Nitekim, devleti yönetme anlayışı ve eğitim sistemimizde köklü değişiklikler olmadığı sürece Gülen Cemaati gider, başka bir cemaat gelir.

Gülen Cemaati, ılımlı İslam söylemiyle taban bulmuş, sağ hükümetlerin oy kaygısından faydalanıp devletin imkanlarını sonuna kadar kullanmış ve toplumun dindar kesiminin maddi-manevi destekleriyle, rejimi bile değiştirebilecek güce ulaşmıştı.

Eğitimi bilimsel ve çağdaş olan, demokrasisi kurumsallaşmış, yargısı bağımsız, medyası özgür olan bir ülkede Gülen Cemaati gibi yasa dışı yapılanmalar nefes alabilirler mi?

Kuşkusuz hayır…

O zaman yapılacak iş belli.

-Çağdaş ve bilimsel eğitim.

-Tüm, cemaatlere, tarikatlara kapılarını kapatan laik bir kamu düzeni.

-İşlevi sadece adalet dağıtmak olan yargı sistemi.

-Özgür medya.

Sonuç: Demokrasisi kurumsallaşmış müreffeh bir ülke.

 

İrgil’den gazetecilere mektup var

 

Siyasette kendi iradesiyle aday olan çok az milletvekili tanıyoruz.

Onlardan biri de CHP’li Ceyhun İrgil.

İrgil, milletvekilliğini bir dönem yaparak sadece siyaset camiasına örnek olmadı, çoğu zaman gazetecilerle de kurduğu sağlıklı ilişkilerle de iyi bir şekilde anılmayı hak etti.

Siyaseti bıraktıktan sonra gazetecilere yolladığı veda mektubunu önemli gördüğüm için paylaşıyorum:

“24 Haziran 2018 günü, 25. ve 26. Yasama Dönemi’ni kapsayan 3 yıllık TBMM üyeliğim de sona ermiş bulunuyor.

Aynı zamanda parlamenter rejimin son 3 yılına denk gelen böylesi tarihsel bir süreçte, bir milletvekili olarak her söylemimde, her duruşumda her yaptığımda ülkemizin, eşsiz vatanımızın ve bu kadim toprakların üzerinde yaşayan insanlarımızın yararını gözettim.

Bundan sonra da, tıpkı milletvekilliğim öncesinde olduğu gibi, elimden geldiğince ve aklım yettiğince insani çabam devam edecek. Bursa milletvekili olarak hizmet etmeye çalıştığım bu 3 yıl boyunca mutlaka sizin de bir gazeteci olarak desteklediğiniz veya eleştirdiğiniz zamanlar olmuştur.

Bilmenizi isterim ki kurduğunuz tüm cümlelere benim için değerli ve yol gösterici oldu.Dilerim ki sesiniz hiç kesilmesin.

Bu ülkenin geleceği için, gerçek demokrasi ve adalet için dilerim ki, bağımsız ve özgür gazetecilik yapabileceğiniz günler bir an önce gelsin. Bu duygu ve düşüncelerle, milletvekilliği dönemimde gösterdiğiniz destek, verdiğiniz öneri, yaptığınız ikaz ve eleştirileriniz için tüm kalbimle teşekkür ederim.

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X