Patlıcan 30 lira, kabak 25 lira, salatalık 24 lira, domates 20 lira, dere otu 7 lira, sivri biber 40 lira!
1050 Konutlar Pazarı’nda el yakan fiyatların haberini bizim gazeteden Derya Demir Pınar’ın kaleminden okuduk.
Peki pazarda fiyatlar böyle de marketlerde nasıl?
Benzer, hatta daha pahalı.
Bu yıl sadece ihraç fazlası limon ile hasadı bol olan muzun fiyatı düştü.
Fiyatlar, mevsimsel nedenlerden dolayı yüksek.
Ancak fiyatların bu kadar yüksek olması sadece mevsim koşullarından kaynaklanıyor olamaz.
Gübre, ilaç ve mazot başta olmak üzere tarımsal girdi fiyatlarının olağanüstü yükselmesinin yanı sıra işçilik maliyetinin artması, fiyatların arşa çıkmasını kaçınılmaz kıldı.
Maliyetler o kadar arttı ki bazı çiftçiler gübresiz ekim yaptılar, o derece.
Ancak sorun sadece artan maliyetler de değil.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, tarla ile market arasındaki farkın 4,5 kat olduğunu açıkladı.
Mesela üreticide 2 lira olan elma 8 lira 79 kuruşa, 63 kuruş olan kuru soğan 2 lira 48 kuruşa, 1 lira 55 kuruş olan portakal 6 liraya, 8 lira 18 kuruş olan mercimek 27 lira 50 kuruşa tüketiciye satılıyor.
Ürünün fiyatı, tarladan pazara veya markete gelene kadar katbekat artıyor.
Yani üreticinin kazanmadığı, tüketicinin yanına yaklaşamadığı ürünlerden aracılar fahiş karlar elde ediyor.
Bir başka ifadeyle, yüksek maliyetleri fırsata çeviren aracılar ceplerini doldurmaya devam ediyor!
Eğitimde bütçe düştü
Eğitime Bakış 2021 İzleme ve Değerlendirme Raporu’na bugün noktayı koyalım.
2012 ile 2021 arasındaki tabloda Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi sürekli artış göstermiş.
Ancak MEB bütçesinin GSYH’ye oranı 10 yıl öncesiyle neredeyse aynı. (2,60)
Diğer yandan 2021 MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesine oranı yüzde 10,9 olmuş.
Bu oranın 2016’da yüzde 12,7 olduğunu hesap edersek, MEB bütçesinin düştüğü sonucuna varıyoruz.
OECD ülkeleriyle karşılaştırdığımızda ise ciddi bir fark olduğunu görüyoruz.
Nitekim Türkiye’de eğitime yapılan kamu ve özel harcamalar OECD ülkeleri ortalaması ile karşılaştırıldığında oldukça farklılaşıyor.
Kamu harcamaları bakımından OECD ülkeleri ortalaması yüzde 90 iken, Türkiye’nin kamu harcamaları ortalaması yüzde 73.
Özel harcamalar noktasında OECD ortalaması yüzde 10 iken Türkiye’nin özel harcamaları ortalaması yüzde 29 ile ortalamanın çok üzerinde.
Raporda, “Özel harcama oranlarının bu denli yüksek olması eğitimsel eşitsizlikleri artırıcı bir fonksiyona sahip olabilmektedir” deniliyor.
Raporun bir diğer can alıcı bölümü ise öğrenci başına yapılan harcamaların 2018’den itibaren düşüş yaşaması ve 2019’da 8 bin 363 liraya kadar gerilemesi.
Ayrıca Türkiye, öğrenci başına yaptığı harcama ile OECD ülkeleri arasında Meksika ve Kolombiya’dan sonra en düşük harcama yapan 3. ülke konumunda!
Nitekim öğrenci başına yapılan harcama OECD ülkeleri ortalaması 10 bin 545 dolar iken Türkiye’de bu harcama sadece 4 bin 707 dolardır.
Efendim 3 gündür Eğitim-Bir-Sen’in Türkiye’deki eğitim ve öğretimin son 10 yılına ışık tutacak raporunu yazıyorum.
Maalesef rapor, hiç de iç açıcı değil.
Nitekim rapordaki veriler, kamusal bir hizmet olan eğitimin gün geçtikçe ticarileştiğini, eğitimcilerin yaşam standartlarının düştüğünü, eğitime ayrılan bütçenin azaldığını gösteriyor.
Raporun, iktidara yakın Eğitim-Bir-Sen’e ait olduğunu hatırlatayım.
Yani eğitimdeki olumsuz tabloyu, muhalif bir sendika değil iktidar partisine yakın sendika ortaya koyuyor.
İsmiyle müsemma bir ağabeyimizi kaybettik
22 yıl önce o yıllar Heykel’de bir iş merkezinde faaliyet gösteren Atatürkçü Düşünce Derneği’ne giderken tanımıştım.
Hayat arkadaşının avukatlık ofisiyle karşı karşıya olan derneğin müdavimiydi.
Öğleden sonra gelir, akşama kadar sohbet ederdi, çevresinde hiç eksilmeyen gençlerle.
1 saatlik sohbetten, bir kitap okumuş kadar kazançlı çıkardık ve her gün yeni bir şeyler öğrenirdik.
Daha sonra kendisini siyasette tanıdım.
Yılmaz Akkılıç’ın il yönetiminde görev aldığı dönemde, CHP’ye gidip gelirken ilişkimiz ilerledi.
Ve daha sonra Bursa basınında yollarımız kesişti.
Aynı gazetelerde çalışmadık ama irtibatımız hiç kesilmedi.
Karşıt görüşten olan konukları çıkardığım televizyon programlarıma konuk olmuş, o derya misali bilgi birikimiyle karşısındakileri perişan etmişti hep.
Ancak hiç kimseyi rencide etmeden, sadece bilgisiyle alt etmişti karşısındaki konukları.
Hayata bakışı eleştireldi ama karamsar değildi, sorgulayıcıydı ancak yapıcıydı.
Dokunduğu insanda iz bırakırdı.
İlk başlarda mizacı biraz soğuk gelse de tanıdıktan sonra sıcakkanlı, paylaşımcı ve yardımsever olduğunu görürdünüz.
İyi bir hatip, iyi bir entelektüel, iyi bir Bursalıydı.
Ve en önemlisi çok iyi bir insandı…
Merhumun arkasından kötü konuşulmaz derler ama Can Ertan’ın sağlığında da kötü konuşan kimse olduğunu sanmıyorum.
Hasılı bu dünyadan iyi bir insan geçti…
Mekanı cennet olsun.
Okuyucu mektubu
Mustafa Bey yazılarınızı sürekli takip ediyorum. Sosyal medya ve özel mesaj yoluyla dile getirdiğim bir konuda maalesef tatmin edici bir cevap alamadım. Rehabilitasyon merkezlerinde canla başla çalışan binlerce öğretmenimize indirimli kart verilmesini istiyoruz. Günlerce yazmama rağmen nihayet cevap verdiler ve sonuç maalesef olumsuz. Yönetmelikte rehabilitasyon merkezlerinde çalışan öğretmenlerimizin buna hakkı yok diyorlar. Neden? 4 yıl üniversite okuyup öğretmen olarak mezun olmuş ama kamuda çalışmıyor diye mi? 3 vesait değiştirerek işine giden öğretmenlerimiz, maaşının çoğunu ulaşıma veriyor. Bu kadar zor bir şey mi istiyoruz? Bedava ulaşım istemiyoruz, sadece öğretmenlerin kullandığı indirimli karttan istiyoruz. Bir durakta binip diğer durakta inen ücretsiz kart kullanıcılarını görünce çok ağırımıza gidiyor. Bu konuyu paylaşmanızı rica ediyorum.