Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçalin, yasaklardan yana olmadığını söyleyerek, Osmanlıcanın öğretilmesi gerektiğini belirtti. Osmanlıcanın öğretilmesiyle eskinin dirilmeyeceğini ileri süren Kaçalin, “Latinceyi öğrendiğinizde Latin devleti mi kurmuş oluyorsunuz” diyerek, Osmanlıca dersine karşı çıkanları eleştirdi.
Kaçalin, selfie yerine belirlenen özçekim kelimesinin aceleye geldiğini belirterek, “Ben çabuk davranılmasından yana değildim. Ama TDK da benim dükkânım değil” diyerek, özçekim kelimesinin seçilmesinin arka planını anlattı. TDK Başkanı, Türkçeye yabancı kelimelerin girmesinin büyütülmemesi gerektiğini de kaydederek, “Saatimizin, ceketimizin, ayakkabımızın markası yerli mi? Türk olmayan mallar gelmiş onda sıkıntı yok da Türkçe olmayan kelimeler mi sorun oluyor” diyerek, sarsıcı açıklamalar yaptı.
Pazar Söyleşisi’nin bu haftaki konuğu Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçalin. Bu söyleşiyi okuduktan sonra, kafanızdaki, kuralcı, Türkçeye sıkı sıkı bağlı, Türkçeye yabancı kelimelerin girmesine şiddetle karşı çıkan bir TDK Başkanı imgesi yerle bir olacak.
Çünkü Kaçalin, dil konusundaki ön yargıları kıran bir TDK Başkanı.
Yabancı dillerin Türkçeye girmesinden çok yabancı dil öğrenilmemesinin sorun olduğunu söyleyecek kadar cesur.
İnternet dilinin yaygınlaşmasının dünyanın sonu olmadığını savunacak kadar değişimci.
Söyleşi boyunca Arapça kökenli kelime kullanmaktan geri durmayacak kadar da sıradışı bir TDK Başkanı olarak tarif edebilirim Kaçalin’i…
İşte Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçalin’in çok konuşulacak açıklamaları:
* Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kaçalin kimdir?
1980 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Türk Dili ve Genel Türk Dili Kürsüsü’nden mezun oldu. 1990’da doktor, 1998’de doçent, 2006’da da profesör oldu. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Türk Eğitim Bölümü öğretim üyesidir. 6 Mart 2012’den bu yana Türk Dil Kurumu Başkanlığı görevini sürdürüyor.
SORU SORMASINI BİLMİYORLAR…
* Kültür, dil ilişkisi konusunda neler söylersiniz?
Öğrenciyken, kültür ve dil ilişkisi hakkında bir doktora tezi hazırladığımı hatırlıyorum. Rahmetli Cemil Meriç’in ifadesine göre, 161 veya 165 tarifi var kültürün. Bu kadar çok izahı varsa bir şeyin aynı zamanda izahı da yoktur. Osmanlı döneminde hars, toprağı sürmek anlamında kullanılır. Bugünkü Türkçecilik hareketinde de ekin deniliyor. Kültürü, ses kodlarıyla, dil ile bugüne taşıyoruz. Dili, harfe veya sese döküyoruz. Kültür, hafızamızda yaşayan, hafızamızda taşıyabildiğimiz ve karşımızda gördüğümüzü aktardığımız, faydalandığımız bilgi demek. Kendimiz demektir dil. Eğer o dilde bilgi eksikliği, birikim azlığı, insan olarak da ifade sıkıntısı ve bozukluğu varsa büyük bir sorun var demektir. Sorun yoksa, ondan sonrası sizin becerinize ve azminize bağlı.
* Türk Dil Kurumu’nun görevi nedir tam olarak?
Hedefli bir görevimiz var. Nasıl ki bir ülkeye bir malın girişi sırasında gümrük ayarlaması yapılıyorsa, bir soru geldiğinde, kanun çıkması ve tercüme yapılması gerektiğinde bir kurum olmalı. Böyle bir kurum başka ülkelerde de var. İlkin bir hevesli taraftar topluluğuyla oluşuyor sonra resmiyete bağlanıyor Türk Dil Kurumu. İlk kurulduğumuzda hedefimiz, unutulmuş, terk edilmiş eski dil yadigârlarımızı toparlayıp, yayınlamak, onların içinde faydalı olan kelimeleri, kullanışları, cümleleleri çıkarmak ve yaşatmaktı. Hedef buydu ve bu hedef hiç bitmez. Ayrıca, kardeş dili konuşan dil topluluklarıyla rahat anlaşabilmek, onların dilinden neler kazanacağımızı bulmak ve bir de diğer dünya dilleriyle münasebet kurmak, hayatı takip etmek ve karşılığını bulup koymak gibi vazifelerimiz var. Tabii bazı işleri, size hiç sorulmadan kendiniz vazife edersiniz, bazen de size sorulanları yanıtlarsınız.
* Sizin müdahale ettiğiniz zaman oluyor mu?
Müdahale ettiğiniz zaman hemen bir müdafaa geliyor. Nerden biliyorsun, emin misin, ben bugüne kadar böyle bir şey duymamıştım gibi cümlelerle karşılaşıyorsunuz.
* Kim bunlar?
Mesela bana soru soranlar. Tanıştığımız anda, sana bir soru soruyorlar. Soru bu kadar rahat sorulmamalı. Avukatlar ve hekimler de bunlarla karşılaşıyor. Siz doku uzmanıysanız, ‘benim şurda bir ağrım var, nasıl geçer?’ diye soruluyor. Soru, bu kadar basit olmamalı. Ne olacak bu dilimizin hali diye soruyorlar. Oysa, ‘ben bu konuda takıldım, zorlandım, şu kitapları okudum, araştırdım ama buraya kadar biliyorum ve bundan sonra da çözüme ulaşamadım. Bir meslektaş olarak bana yardımcı olabilir misiniz?” diye sorulmalı. En tahmin etmediğiniz sosyal tabakadan daha mütevazı sorular gelirken, mürekkep yalamış dediğinizden daha emin ve küçümseyici sorular geliyor.
* O zaman TDK’ya güvenmek gerekiyor diyorsunuz?
Bir devlet kuruluşu olarak tabii ki biz kendimizi kontrol ediyoruz ve kendimiz kontrol ediliyoruz, bu bakımdan güvenmek gerekir. İlme güvenmek gerekir. Biz ilme dayalıyız.
İNTERNET DİLİ HAYATIN GERÇEĞİ…
* İnternetin ve akıllı telefon kullanımının yaygınlaşmasıyla, Türkçe olmayan kelimeler ve kısaltmalar hem SMS hem de internet yoluyla sık sık kullanılıyor. Bunun Türkçeye zararları nelerdir?
Türk’ün kullandığı dil Türkçedir. Ama gerçekleri görmek lazım. Hatıralarımızın olduğu, çocukluğumuzun geçtiği bir köy bahçesinde, bir sanayi tesisi veya bir mektep kurulacak olsa, ‘bu ağaçta benim hatıram var ona dokunma’ diyebilir miyiz? Nasıl ki olumlu değişimlere iyi bakıyorsak, dil de değişiyor ve dil elden gidiyor dememeliyiz. Bu hayatın gerçeği, karşı çıkmakla olmaz. Eskiden Milli Eğitim Bakanlığı tatil olacaksa yazılı tamim gönderirdi okullara ama bugün artık buna tahammül yok. Çünkü TRT’den yapılan anonslar yazılı tamim hükmündedir. Hayatın bu değişikliğini nasıl anlamaya mecbursak ve anlamazsak hayat nasıl bizi dışlarsa, internet dilini de anlamalıyız. Belki orada kullanılanların hepsi yanlış ama bir gerçek. Bunu kullanmayın demekle olmaz. Herkesin anladığı belli kısaltmalar oluştuysa tamam. Eğer bozukluklar oluşmuşsa, kişi oraya yazmasa da o bozukluk onda oluşmuştur. Geç kalan otobüsün şoförüne bağırmak gibi bir durum bu. Oysa hareket amirine derdini söylemek gerekiyor. Şoförün psikolojisini bozmaya gerek yok. Ancak asıl sorun başka. Mesela neden yabancı dil öğretemiyoruz? “Ne olacak bu dilin hali? ” diyenler neden yabancı dil hocalarına dil öğretemediklerini sormuyorlar. Bu soru haklıdır demiyorum. Ama telefonlarda kullanılan kısaltmalardan ve yabancı kelimelerden daha önemlidir bu. Türk milleti aptal mı? 6-7 yıl dil dersi verip, hiçbir şey öğretememek çok büyük başarıdır! Bizim bunları konuşmamız lazım.
SAF DİL YOKTUR…
Dilimize çok sayıda yabancı kelime girmiş durumda. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Büyütülecek bir durum mu?
Bunları konuşmaktan gına geldi artık. Kur’an-ı Kerim’de Arapça olmayan kelimeler var. Allah Arapça bilmiyor mu ki yabancı kelimeler koydu? Hayır, Arapçayı da diğer dilleri de yaratan Allah. Kur’an-ı Kerim’deki yabancı kelimeler Arapça’ya dönüştürülmüş. Saf dil yoktur. Saatimizin, ceketimizin, ayakkabımızın markası yerli mi? Türk olmayan mallar gelmiş onda sıkıntı yok da Türkçe olmayan kelimeler mi sorun oluyor? Suyu baştan kesmek lazım. Sen üretirsen Türkçe olur, başkası üretirse gümrük kesersin. Bir Türk ailesine giren yabancı ne kadar Türkse, Türkçeye giren kelime de o kadar Türk’tür. Ancak bir denge olması lazım. Bir elbise alıyorsunuz, bir sürü karması var, pamuklu, yünlü. Bunları yıkarken, hepsinin derecesi vardır. Acayip bir kumaşı yıkadığınızda, ya kiri çıkmaz ya da büzüşür. Dilimize yabancı bir kelime girmesi de hayatın gerçeği. Ama, yabancı kelimeleri, bilgili ve kültürlü görünmek için kullandığınızda karşınızdaki anlamıyorsa, ona “hadi canım bunu da mı bilmiyorsun” diye eziyorsanız, sorun olan budur. Ayrıca asıl sorun uydurma dildir. Ömür ve hayat kelimelerini kullanmıyoruz, yaşam diye bir fecaat var onu kullanıyoruz. Atatürk’ün kullandığı muasır kelimesini kullanmıyoruz, çağdaş diyoruz. Mecburi ve zaruri demiyoruz zorunlu diye bir kelimeyi kullanıyoruz. Can alıcı nokta budur.
OSMANLICA ŞART…
* Geçen aylarda Osmanlıca öğretilmesi gündemdeydi ancak bugün konuşulmuyor. Bu konunun gündemden düşmesi iyi bir gelişme mi? Osmanlıca sizce öğretilmeli mi?
Gündem bir kavga ve boşluğu doldurmak ise, düşmesinde fayda var. Gündem bir arayışsa, devam etmeli. Osmanlıca öğretimi bir eğitim işi, TDK’nin meselesi değil. Benim söyleyeceklerim, bir vatandaş, bir hoca olarak kendi kanaatimdir. Ben öğrenmektem yanayım, yasakçı bir anlayışa gerek yok. Eğer zararlı görünüyorsa, yaygınlaşmamasını, belli bir yerde olmasını sağlayabilirsiniz. Ben varsam bunlar yok, ben bunlarla mücadele etmeye geldim demekle olmaz. Yasaklarsanız, dünyanın başka yerlerinde var ve siz onu bulursunuz. Osmanlıca, heveslileri tarafından öğrenilir. Bence öğretilmeli. Biz 30 yıllık, 40 yıllık bir devlet değiliz ki? Mesela işaret dilini konuşacaksınız, ucu Osmanlıcaya gidiyor. Türk Posta Teşkilatı’nı araştıracaksınız, eski yazıları bilmeniz gerekir. Türk Askeri Teşkilatı’nı, Tapu Kadastro’yu, sulama barajlarını araştırdığınızda Osmanlıcayı bilmeniz gerekiyor. Osmanlıca’nın öğretilmesinde bir sakınca yok. Osmanlıcanın öğretilmesiyle eski dirilmez, endişelenmemek lazım. Latince öğretilince bir Latin devleti kurulmaz. Fransa’da, Almanya’da, İspanya’da, İtalya’da Latince ihya olmuyor. Bilgi kaynaklarından kopmamak ve bilgiyle aranızdaki bağlantıyı sıcak tutmak için Osmanlıcanın öğretilmesi gerekiyor.
* Hangi yaşta öğretilmesi gerekir?
Öğrenme yaşı 7 ile 17 arasıdır.
YAZITLARA SAHİP ÇIKMALIYIZ…
* Dilimizin yadigârlarından Arap harfli yazıtlar ve mezar taşlarıyla ilgili TDK’nın çalışmalarından söz eder misiniz? Çalışmalarınızla hangi ihtiyacı gidermeye çalışıyorsunuz?
Kül Tiğin ve Bilge Kağan metinleri, birer mezar taşıdır. Tonyukluk Abidesi bir mezar taşıdır. Bu bir tarihi metindir ve Türkçenin ilk yazılı kaynağıdır. Demek ki bu kadar mühimmiş. Yalnız mezar taşı değil, taşa yazıldığı için, çeşme, köprü, han, hamam da mühim. Bunlar tabiat şartlarından dolayı silinmiyor. Ayrıca o taşlarda edebiyat var ve bir dönem oralarda saklı. Dolayısıyla bunları öğrenmezseniz, bunları okuyacak adam bulamazsınız. Para da böyledir. Paranın üzerindeki hükümdarı ve 10 kuruş yazısını okuyamıyoruz. Bu bilgiler, tatbik edilen ince ayrıntılar, nesilden nesile bilinsin ve unutulmasın diye bu çalışmaları yapmaya mecburuz. TDK da bunu yapıyor. Bursa, Konya Edirne, İstanbul, Osmanlı’nın başkentliğini yapmış. Amasya, Manisa ve Trabzon sancak mekezleri olmuş. Diyarbakır, Kayseri başkent. Buralarda yadigârlar ağırlıklı. Bir de bazı mezar taşları kalmalı. Mesela, önemli bir bilim insanının mezar taşı. Bu mezar taşı gittiği zaman, neler kaybederiz, bunu tartışmamız lazım. Mezarlıklar açık hava müzeleridir. Roma ve Bizans’tan kalanlara açıkhava müzesi deyip bekçi koyuyoruz da mezarlıklar açıkhava müzeleri değil mi?
ÖZÇEKİM TUTMADI ÇÜNKÜ…
* Selfie’nin Türkçe karşılığı olarak seçtiğiniz özçekim neden tutmadı?
Coca Cola’ya karşı Cola Turka ne kadar tuttu? Tepkiyle iş olmaz. Eğer siz iradenizle ortaya koyarsanız o zaman tutar. Özçekim, bizi sıkıştırmak, hakaret etmek ve destek olmak için önerildi zamanında. Gece gündüz açılan telefonlarla 500 kadar öneri geldi. Tüm önerilere teşekkür ederiz. Bunları iki gün daha bekleyecektik ama bize çabuk olunmamız söylendi. Ben çabuk davranılmasından yana değildim. Ama TDK da benim dükkânım değil. Ben bunu diyorum, siz de beni dinleyeceksiniz demek çok ayıp bir şeydir. Biz o günkü istatistik neyse onu sunduk. O istatistiğin arka planını da bilmiyoruz. Doğal seyrinde de gelişmiş olabilir. Biz birkaç tane hizmeti sunup onu kayda geçirdik. Dil mühendisliğiyle bir şey yapıyorsunuz ama sizinki tutmayabiliyor. Halkın sağduyusu başka bir şey. Biz halkın içindeyiz ama ayrıntılara takıldığımız için halkın baktığı gözlükle göremeyebiliyoruz bazen. Başka kelmelerde de durum budur. Bir grup, illa kurum aleyhine bir şey söylemek istediği için siz ne derseniz deyin, karşıtını söylüyor.