Başbakan Binali Yıldırım, 16 Şubat‘ta referandum startını vereceklerini açıkladı.
MHP, CHP ve HDP de yakın tarihlerde propaganda sürecini başlatacaklar.
Yani Türkiye, yepyeni bir seçim sürecine giriyor.
Referandumun, toplumun gündemine girdiğine şüphe yok.
Ancak, anayasa değişiklik paketinin içeriğinden toplumun kahir ekseriyetinin haberdar olduğunu söyleyebilir miyiz?
Dün MHP İl Başkanı Tevfik Topçu ile sohbet ediyoruz.
Topçu ve arkadaşları, sahaya inmişler, teşkilatları geziyorlarmış.
Ancak Topçu, kimsenin değişiklik paketinin içeriğini bilmediğini, referandumun henüz bilincinde olmadığını öne sürdü ve şunları söyledi:
“Bunda maalesef siyasi partilerimizin de sorumluluğu var. İki taraf da anayasa değişikliklerinin içeriğinden çok birbirlerini suçluyorlar. Bu durum, topluma da yansıyor.”
Evet, hadise tam da bu…
Nicedir horoz dövüşünü andıran siyaset kurumu, referandum gibi ülkenin kaderini etkilemeye namzet bir konuda bile kamplaşma üretiyor, yeni cepheleşmeler yaratıyor.
——————-
Kılıçdaroğlu iktidarın kozunu elinden aldı
Gözler grup toplantısında konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nda…
Anayasa değişiklik paketini Anayasa Mahkemesi‘ne götürecek mi, yoksa bu kez Yüce Mahkeme‘nin kapısını çalmayacak mı?
Kılıçdaroğlu finalde kararını açıklıyor:
“Biz CHP olarak bu milletin ferasetine güveniyoruz. Bu milletin engin sağ duyusuna güveniyoruz. Bu milletin vatanına bağlılığına güveniyoruz. Bu milletin demokrasiye bağlılığına güveniyoruz. Bayrağımıza, vatanımıza, milletimize güveniyoruz. Söz milletindir.”
CHP grubunda Adnan Menderes’in ruhu mu dolaşıyordu?
Nitekim Kılıçdaroğlu’nun bir tek, “Yeter söz milletindir” demediği kaldı.
Neyse, neticede Kılıçdaroğlu doğru bir iş yaptı.
Hem AK Parti‘nin ‘milletten kaçıyorlar’ salvosuna muhatap olmayacak hem de partisini, sonucu çok belli bir mahkeme sürecine sürüklemeyecek.
——————-
Ne zaman normalleşiriz?
Dün İstanbul Maltepe‘de bir lise öğrencisi, başörtüsü nedeniyle darp edildi.
Geçtiğimiz aylarda da yine İstanbul’da, halk otobüsünde şort giydiği için bir kadına tekme atmıştı adamın biri.
İki hadise, her ne kadar münferit görünse de, yaşam tarzına müdahale tartışmasını alevlendirmişti.
Yaşam tarzına müdahaleler, toplumsal gerginliklere kapı açar.
Ancak eğer, inancına, giyimine, kuşamına, dünya görüşüne, ideolojisine bakmaksızın, herkesin yaşam tarzını özgürce savunabiliyorsak…
Yani, şortlu kadına tekme atana tepki gösterenler, başörtülü kadının darp edilmesine de ses çıkarıyorsa.
İşte o zaman normalleşiriz.
————————
Sevgililer Günü’ne dair 10 klişe
-‘Sevgililer Günü kapitalizmin ürettiği, tüketimi pompalamak için uydurulmuş bir gündür‘ palavrası.
–Sevgililer Günü‘nü Hristiyan icadı olarak yansıtma bağnazlığı.
-‘Sevgilini hatırlamak için tek bir güne ihtiyacın yok’ şeklindeki son kullanma tarihi geçmiş söylemlere başvurmak.
-‘Aman canım eskiden Sevgililer Günü mü vardı?” klişesine sığınıp, hediye almaktan kurtulma numarası.
-Sevgiliden gelen hediyeyi, milletin gözüne sokarcasına sosyal medyadan yayınlama görgüsüzlüğü.
–Sevgililer Günü‘nü bahçeden kopartılmış bir adet kırmızı gülle geçiştirme kolaycılığı.
-Günün anlamından ötürü normal şartlarda kapısından girilemeyecek restorandan rezervasyon yapıp, maaşın hatırı sayılır kısmını gözden çıkarma saflığı.
-Hediye edenin bile anlamını bilmediği, üzerinde ‘seni seviyorum’ yazılı beyaz oyuncak ayıcığın sevgiliye armağan edilmesi.
-‘Seni seviyorum’ yazılı, kırmızı kalpli kupaların havada uçuşması.
-100 binlercesi gibi 14 Şubat’ta nikah masasına oturma yaratıcılığı (!)