Malum, dün Cumhuriyet’in 92’inci yılını kutladık.
Ortadoğu‘da hüküm süren iç savaşlar, mezhep çatışmaları, siyasal İslamcı örgütlerin yarattığı terör, Müslüman ülkelerin tek adamla yönetilmesi, sömürgeci gelenekten gelen Avrupa ülkelerinin sığınmacılara kapılarını kapatmaları, çifte standartlı tutumları ve postmodern işgalleri, bir asra yaklaşan Cumhuriyet’in değerini perçinliyor.
Ya bizde olanlar?
Siyasi kutuplaşma hat safhada, otoriter yönetim kaygısı gün geçtikçe artıyor, etnik kökenli terör 30 yıldır can alıyor.
92 yıl önce şartlar daha mı iyiydi?
İşgal edilen Anadolu coğrafyası, yoksul halk, savaşlardan bitap düşmüş yenik bir ordu ve işgalcilerle işbirliği yapan Osmanlı yönetimi…
Önce yedi düvele karşı destansı bir mücadeleyle kazanılmış savaş ve işgalcilerin kovulması…
Ardından cehalete karşı aydınlanma mücadelesi ve devrimlerin gelmesi…
Atatürk, bir asır önce, sömürgecilere, cehalete ve 700 yıldan bu yana kök salmış tüm gerici kurumlara savaş açtı.
Tümünü kazandı ve mücadelesini Cumhuriyet‘le taçlandırdı.
Peki Atatürk tüm bunları nasıl başardı?
Kuşkusuz, dönemin en büyük dahilerinden, en büyük devrimcilerinden ve en zeki liderlerinden biri olan Atatürk’ün, “Ben hayatımın hiçbir anında karamsarlık tanımadım” sözlerinde yatıyor bu büyük mucizenin sırrı.
23 Nisan 1920’de ilk TBMM’yi açan Atatürk, kürsüye çıkar ve şunları söyler:
“İşittim ki bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış. Ben kimseyi zorla Milli Meclise davet etmedim. Herkes kararında hürdür, bunlara başkaları da katılabilirler. Ben bu kutsal davaya inanmış bir insan sıfatıyla buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Hatta hepiniz gidebilirsiniz. Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağı alır, bu şekilde Elmadağı’na çıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı müdafaa ederim. Kurşunlarım bitince bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı, kutsal bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna and içtim.”
Mustafa Kemal Atatürk‘ün işte bu sözleri, milli mücadelenin de işaret fişeği gibidir.
Atatürk, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nden öncesi ordusu geriye çekilmek zorunda kaldığında bile karamsarlığa kapılmamış ve büyük bir sabırla, büyük taaruzun yerinin ve saatinin gelmesini beklemiş.
Tüm bunlar, içinde olduğumuz kaotik günlerin reçetesi olsun.
Karanlık tünellerden geçerken Atatürk ışığımız, Cumhuriyet de yol haritamız olsun.
Atatürk’ün, “Ben hayatımın hiçbir anında karamsarlık tanımadım” sözleriyse, ilham kaynağımız olsun.
Nice nice Cumhuriyet Bayramlarına…
Cumhuriyet olmasaydı
10 binlerce şehidin can verdiği Kurtuluş Savaşı taçlanmazdı.
Hilafet ve saltanat gibi gerici kurumlar yıkılmaz, demokrasiye adım atamazdık.
Demokratik bir sistemle idare edilen modern bir ülke olmaz, Irak ve Suriye gibi iç savaşların hüküm sürdüğü geri kalmış bir Ortadoğu ülkesi olurduk.
Kadınlar özgürleşemez, iktisadi, siyasi ve sosyal hayatta yer alamaz, Arabistan ve İran‘da olduğu gibi, ikinci sınıf yurttaş olurlardı.
Ulus değil, sömürge olurduk.
Birey değil, ümmet olurduk.
Kim bilir belki de hiç olmazdık.
Sandık başına…
Pazar günü sandık başına gideceğiz.
Yani, ülkenin kaderini belirleyeceğiz.
Bu köşenin okuyucuları, tercihlerini farklı farklı partilerden yana kullanacaklar.
Kuşkusuz, oy vereceğiniz partinin önemi büyük.
Ancak oy vermeniz daha da önemli.
Oy vermeyenin, ülkenin gidişatından şikayet etme hakkı olur mu?
Seçimler, Türkiye’nin önünü açsın, barış ve kardeşlik kapıları açılsın.