Koyun verdi, süt verdi/Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi/ Kazma ile dövmeyince kıt verdi/Benim sadık yarim kara topraktır.
Ne de güzel söylemiş, ne de güzel tarif etmiş Aşık Veysel, toprağı.
Şu salgın günlerinde kaç dostum, üç, beş dönüm de olsa toprak satın alıp, ekip, biçeceğini üzerine de küçük bir ev yapıp orada yaşamak istediğini söyledi.
Veya doğdukları köye geri dönüp, atadan, dededen kalan evlerine yerleşip dingin bir yaşam sürme hayallerini paylaştı.
Evden çıkmayıp, izole günler yaşadığımızda anladık ihtiyacımızdan fazla tükettiğimizi.
Beton bir binanın içinde dört duvara sahip olmak için yıllarımızı ipotek ettirmekle, metal yığını bir otomobili elde etmek için gelirimizin büyük bölümünü feda etmekle veya pahalı giysiler satın alıp, lüks restoranların müdavimi olmakla kaliteli bir yaşama sahip olamayacağımızı öğretti bizlere adına yeni nesil virüs dedikleri salgın.
İstediğiniz kadar paranız olsun, evden dışarı çıkamıyorsanız nafile.
Bu fotoğraf önceki gün Bursa’da çekildi.
Binlerce kişi, Uludağ’dan gelen kaynak suyundan alabilmek için kilometrelerce kuyruk oluşturmuş.
700 yıllık tarihi Osmanlı köyü Hamamlıkızık’taki su fabrikasından bidon bidon kaynak suyu doldurmak isteyenler saatlerce beklemek zorunda kalmış.
Kaynak suya böylesine ilgi gösterilmesinin temel nedeni, 4 günlük sokağa çıkma yasağı gösteriliyor.
Ancak bu insanlar, su ihtiyaçlarını çeşmeden veya marketlerden de temin edebilirlerdi.
Bunun yerine, iki bidon su için dakikalarca kuyrukta beklemeyi göze alabiliyorlar.
“Uludağ’dan gelen bu kaynak suyu diğer sulara benzemiyor” demiş su almak için kuyruğa giren vatandaşlar.
Şu günlerde, hiçbir şey eski gibi olmayacak sözünü çok sık duyuyorsunuz.
Evet hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Ve galiba an gelecek insanoğlu aslına rücu edecek.
Sağlık sistemimiz
Salgında, gelişmiş Avrupa ülkelerinin tel tel döküldüğünü, dahası sağlık sisteminin nasıl çöktüğünü veya yetersiz kaldığını gördük.
Türkiye’nin Avrupa’ya kıyasla sağlık sisteminin daha iyi olduğunu biliyoruz.
Mesela, İngiltere’de yaşayan bir yakınım diş çektirmek gibi basit bir işlem için günlerce beklediğini anlatmıştı.
Diğer Avrupa ülkelerinde de durum farklı değil.
Hastalığınız çok ileri bir düzeyde değilse, zaten hastanede tedavi olamıyor, aile hekimlerine yönlendiriliyorsunuz.
Avrupa’da koruyucu tedavi daha ileri düzeyde.
Yani Avrupa’daki yönetimler “Hasta olma, kendini koru” mantığıyla yaklaşıyor vatandaşlarına.
Bir de Avrupa’da sağlık hizmetlerinin pahalı olması çok ciddi bir etken.
Her yıl binlerce Avrupalının Türkiye’de diş tedavisi veya saç ekimi için gelmesi tesadüf değil.
Sözü şuraya getirmeye çalışıyorum:
Sağlığın salt kamusal bir hizmet olarak verilmesi, işte böyle kriz zamanlarında daha iyi anlaşılıyor.
Bu nedenle son zamanlarda pıtrak misali çoğalan ve 5 yıldızlı otel konforu veriyoruz diyerek kendilerini pazarlamaya çalışan özel hastanelerin varlığı, gelecekte Avrupa ülkelerinin durumuna düşürebilir bizi.
Eczacıların tedbirleri
Dün sabah kulak tıkacı almak için eczaneye uğradım.
Eczacı arkadaş, çok sıkı tedbirler uygulamış.
Cezaevindeki görüşme odasına benzer tarzda, vitrin camını kestirip, yuvarlak bir delikten müşterinin siparişlerini alıyor.
Biraz sohbet ettik eczane sahibiyle.
“Bundan sonra böyle. Bursa’da 70 ölüm, 700 vaka varmış. Bu işin hiç şakası yok” dedi.
Bir başka eczacı ise sandalyeleri kapıya dayamış müşterilerinin içeri girmesine izin vermiyor.
Yani kapıdan hizmet veriyor.
Krizler çözümleriyle birlikte gelir derler.
Eczaneler, insan sirkülasyonunun en fazla yaşandığı mekanlar.
Eczacıların, hem hizmet verebilmek, hem de sağlıklarını korumak için aldıkları tedbirlere şapka çıkarılır.
Fırsatçılıkta son nokta
Dün Osmangazi’de bir kumarhane baskınana baskınına yer vermiştim bu köşede.
Krizi fırsata döndürmede son nokta kahvehanesini kumarhaneye döndürmek değilmiş meğer.
Nitekim Osmangazi Belediyesi zabıta ekipleri, emlakçı dükkanını kumarhaneye çeviren bir mekana da baskın yapmış.
Sonuç aynı:
İş yeri mühürleme ve para cezası.
Şu salgın günlerinde daha neler göreceğiz kim bilir.