“Babam, Afrika‘daki sığınmacı kampında ağaca yaslanmış bir mülteciye yardım etmek isterken, O‘na, “Benden iki şey isteme hakkın olsaydı ne isterdin?‘ diye sormuş. “Para ve yiyecek” yanıtını bekleyen babam, “Fransız edebiyatından son çıkan bir kitap” yanıtını almış. Çünkü konuştuğu mülteci, ülkesinde Fransız Edebiyatı Bölümü’nde ders veren bir profesörmüş. Evet onlar da bizden biri. İşçi, mühendis, doktor ve öğretmendir sığınmacılar. Ancak savaşlar onların hayallerini çaldı.”
Filmin final sahnesinde babası yıllarca Ortadoğu ve Afrika’daki iç savaşların kalıntılarından kurulmuş mülteci kamplarında görev yapan, kendisi de bir süre Liberya‘daki sığınmacı kamplarında hekimlik yapan kadın, bunları söylüyordu.
***
Geçen pazar kendime bir iyilik yaptım ve değerli dostum Tuncay Aktaş‘la birlikte sinemada 2 film izlemeye karar verdim.
Türk filmlerine ön yargım yok ancak her seferinde hayal kırıklığına uğratıyorlar beni.
Yine de The Last Face’nin (Gerçeğin İki Yüzü) yanında Eski Sevgili isimli Türk filmini izlemeye karar verdik.
***
The Last Face için, tek kelimeyle olağanüstü iyi bir film diyebilirim.
Liberya sığınmacı kamplarında kutsal bir göreve soyunmuş gönüllülerin ve iç savaşın trajedisini anlatıyor.
ABD’li efsane oyuncu Sean Penn’in yönetmenliğini yaptığı filmde,
Güney Afrikalı Charlize Theron, İspanyol Javier Bardem ve Fransız Jean Reno gibi ustalar oynuyor.
Yani ABD, Afrika, İspanya ve Fransa ortak yapımı da diyebiliriz.
***
Haritada yerini bile bulmakta zorlanacağımız Liberya’da bugüne kadar yaklaşık 200 bin kişi ölmüş, biliyor musunuz?
Dile kolay 200 bin çocuk, kadın, genç, yaşlı, anne, kundaktaki bebek katledilmiş.
Tıpkı Sudan iç savaşında 10 binlerce insanın yaşamın yitirdiği gibi.
Siz şu an güvenli evlerinizde veya iş yerlerinizde kahvenizi yudumlarken, Suriye‘deki iç savaşta hala insanlar birbirlerini gırtlaklıyorlar.
Yüzünü görmediğiniz, isimlerini bilmediğiniz çocuklar, savaşın dehşet yüzünde, kanla yıkanıyorlar adeta.
***
Filmde, birçok etkileyici sahne var.
Canlı kalkan olarak kullanılan onlarca çocuğun vücutlarının delik deşik edilmesi…
Çatışmada ayakları ve bacakları kopmuş annenin, can havliyle babasını sorması ve çocuğunu görmek istemesi…
Babasını isyancıların elinden kurtarmak için kendini vuran çocuğun yürek dağlayan ölümü…
Ve tüm bunların aslında film sahnesinden ibaret olmaması!
Kanla yoğrulmuş Ortadoğu ve Afrika coğrafyasındaki insanlık dramlarından sadece birkaç sahneydi izlediğimiz.
***
The Last Face‘i şiddetle tavsiye ederim.
Sadece Suriye‘deki iç savaşa farklı bir perspektikten bakmanız için bile değer.
***
The Last Face’den sonra Eski Sevgili isimli Türk filmini izledik.
Hani çok lezzetli bir yemeğin ardından ağzınızın tadını bozacak bir tatlı yersiniz ya…
Bizimkisi de öyle oldu.
Bir film bu kadar mı kötü olur arkadaş!
Senaryo, senaryo değil, kurgu rezalet, görsellik berbat, oyunculuk
yerlerde sürünüyor.
İzleyicinin zekasıyla dalga geçilmiş resmen.
Bade İşçil‘in güzelliği bile kurtaramamış filmi.
***
Tha Last Face‘yi koca salonda sadece 4 kişi izledik.
Eski Sevgili isimli berbat filmin salonunun ise neredeyse tamamı doluydu.
Gerçeğin iki yüzü bu olsa gerek.
Bir yanda, komşumuzda iç savaş tüm dehşetiyle sürerken, hayat kadar gerçek olan filmi sadece 4 kişinin izlemesi…
Diğer yanda, bahar bahçe kıvamında ucuz bir sözde aşk filmini onlarca kişinin seyretmesi…
Bu ne yaman çelişki anne!
—————-
Hedef gazetecilik
Moda deyimle gazeteciliğin fıtratında hedef olmak vardır.
Bazen doğru bildiklerinizi yazdığınız için haber kaynaklarının hedefinde olursunuz, bazen işten atılma tehdidiyle karşı karşıya kalırsınız, kimi zaman kuyruğuna bastıklarınızın fiziki saldırısına maruz kalırsınız, çoğu zaman da iftiraya uğrarsınız.
Ya da gazeteniz kurşunlanır.
İşte önceki akşam Yeni Marmara gazetesinin kurşunlanması gibi.
Saldırıyı gerçekleştirenlerin amacının ne olduğu ve saldırının arkasında kimlerin olduğu gibi soruların yanıtını Emniyet ve Savcılık araştırıyor.
Ancak sebep ne olursa olsun, kurşunlanan gazeteciliktir, basın özgürlüğüdür.
Yeni Marmara’daki meslektaşlarımıza geçmiş olsun.
Umarız en kısa zamanda, olay aydınlanır.
——————-
Bursaspor’da vefa ve birlik…
Geçen hafta, ilk kez futbol konulu basın toplantısına katıldım.
Türkiye Spor Yazarları Derneği Bursa Şubesi‘nin davetiyle, Bursaspor Divan Kurulu‘nun gerçekleştirdiği basın toplantısının ardından, kafamdaki yazının şablonunu oluşturmuştum.
Ancak son Çaykur Rizespor mağlubiyetinden sonra açıkçası ne yazacağımı bilemedim.
Masanın bir yanında Bursaspor Divan Kurulu Başkanı İdris Sevinç, diğer yanında Bursaspor Başkanı Ali Ay, birlik diyorlar, vefadan söz ediyorlar.
Ancak bu sözlerin henüz dumanı tüterken, 6 gol yiyip, Karadeniz‘in derin sularına gömülüyor takımları.
Bursaspor, diğer Anadolu kulüplerine benzemez.
Muhteşem taraftarı, hiçbir kentte olmayan dinamikleri ve şanlı bir mazisi var.
Bu nedenle, düştüğü yerden kalkmasını bilir hiç şüphesiz.
Tabii bu lafla olmaz.
Evet, birlik ve vefa kulağa hoş geliyor.
Ancak geçmiş yıllarda takımın kaderiyle oynayanlara, şaibelerle anılanlara ve kulübü borç batağına sokanlara hiçbir şey yapmamışlar gibi davranmak, hem camiaya haksızlık olur, hem de kampanyanın inandırıcılığını sorgulatmaz mı?