Mustafa Özdal
Mustafa Özdal
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Duayen iş adamından hayat dersleri

Bursa ekonomisinin hafızası Ergun Kağıtçıbaşı, yoğun iş temposundan başını kaldıramadığı için evlenmeye fırsat bulamamış. Ancak 17 Ağustos depreminde sarılacağı tek bir insan olmadığı için evlenmeye karar vermiş. 65 yaşında evlenen ve bir çocuk sahibi olan Kağıtçıbaşı, hayatının en büyük hatasının geç evlenmek olduğunu söyleyerek gençlere şu nasihatta bulunuyor: “Her şeyi zamanında yapın. Genç yaşta aile kurarsanız, iş yaşamınızda daha başarılı olursunuz.

 

Türkiye’nin ilk OSB’sinin kurucusu Kağıtçıbaşı, yıllar önce şehir dışında kurulduğu için eleştirilen Bursa OSB’nin, 40 yıl sonra şehir içinde kaldığı için eleştirildiğini söyleyerek, “Kuşaklar arasında görüşler değişebiliyor” diyor. Bursa ekonomi tarihinin üçüncü cildini çıkaran Kağıtçıbaşı’nın genç iş insanlarına da tavsiyeleri var: “Çok çalışın, çok okuyun. Eskiden sanayinin yakıtı paraydı. Bugün bilgidir.” İlk ve son duruşmasında hâkimin kendisini azarlamasıyla cüppesini atan Kağıtçıbaşı, hayatının birçok noktasında kırılmalar yaşadığını anlatıyor. Son yıllarda sanata da merak salan Kağıtçıbaşı’nın 2 güftesini Melihat Gülses seslendirdi. Ancak Kağıtçıbaşı, eşi Figen Hanım’ın güftelerinin çok daha güzel olduğunu söylüyor.

 

BTSO’da 30 yılı aşkın genel sekreterlik görevi, Bursa’nın halka açılan ilk şirketinin öncüsü, Türkiye’nin ilk OSB’sinin kurucusu… İlklerin sanayicisi, duayen işadamı Ergun Kağıtçıbaşı, Pazar Söyleşisi’ne konuk oldu. Bursa Ekonomi Tarihi kitaplarının üçüncü cildini çıkardıktan sonra ilk değerlendirmelerini yapan Kağıtçıbaşı’yla, ekonomiden özel yaşamına varıncaya kadar renkli bir söyleşi yaptık.
 

“PARLAK BİR ÖĞRENCİ DEĞİLDİM…“
 

Lise yıllarınızda çok parlak bir öğrenci değilmişsiniz. Ancak o dönemde bir kırılma noktanız olmuş ve derslerinize sıkı sıkı sarılıp, Hukuk Fakültesi’ni kazanmışsınız. Bu, hayatınızın ilk kırılma noktası mıydı?

Özellikle lisede çok parlak bir öğrenci değildim ve bu durum ailemi çok üzüyordu. Buna hakkım olmadığını düşünerek, ani bir kararla ve yeni bir anlayışla hayat tarzımı değiştirdim. Derslerime sıkı sıkı sarıldım.

 

Daha sonra üniversiteyi kazandınız…

Evet üniversite yılları çok parlak geçti. Mezun olduktan sonra hocam üniversitede kalmamı istedi. Ama kadrom bir türlü gelmediği için fahri asistanlık yaptım bir süre. İstanbul gibi bir yerde, geliriniz olmadan ayakta kalmak çok zor. Ben de akademik hayata nokta koymak zorunda kaldım ve askere gittim.

 

HâKİM AZARLAYINCA AVUKATLIĞI BIRAKTIM…”

 

Hukuk Fakültesi’nden mezun olmanıza rağmen neden avukat olmayı tercih etmediniz?

Aslında Hukuk Fakültesi’ni çok severek okudum ve hâlâ da severim. Askerden döndükten sonra bir arkadaşımla büro açtık. Ben ilk davama çok sıkı bir şekilde hazırlandım. Alman ve İsviçre mahkemelerinin kararlarından alıntı yaptım, Yargıtay kararlarını emsal gösterdim. Bir doktora tezi gibi sunum yaptım hâkime. Ancak hâkim çok konuştuğumu söyleyerek beni fena halde haşladı. İşte bu olaydan sonra işten soğudum ve duruşma bittikten sonra cüppemi bir daha giymemek üzere çıkardım. İlk ve son davamda avukatlığın bana göre olmadığını anladım.

Bu da hayatınızın ikinci kırılma noktası. Hayatınızın diğer kırılma noktaları nelerdir?

Bir gün gazetede Bursa’da sanayi bölgesine müdür aranıyor ilanını gördüm. Kendi memleketim de olması nedeniyle hemen başvuru yaptım. Ankara Odalar Birliği’nde yapılan sınavı geçtim ve daha sonra ABD’de eğitim aldım. İşbaşı yapacakken, oda yönetimi genel sekreter yardımcılığı teklif etti. Bir anda daha üst bir makama geldim. Bir diğer kırılma noktam, Bursa OSB bölgesini kurmaktı. Türkiye’de OSB diye bir kavram yoktu o dönemlerde. Başaramazsak, Türkiye böyle faydalı bir projeyi kaybedecek, başarırsak yüzlerce OSB’nin önü açılacaktı. Zaten bu nedenle Bursa OSB’nin adı yıllarca Pilot Sanayi olarak kaldı. Bursa OSB’yi kurmak hayatımın bir diğer kırılma noktasıydı.

 

OSB ÖNCE ŞEHİR DIŞINDA SONRA ŞEHİR İÇİNDE KALDIĞI İÇİN ELEŞTİRİLDİ…”
 

Sancılı bir süreçti değil mi? Bir de o dönem kent dışında kaldığı için tartışıldı…

OSB hiç bilinmeyen bir kavramdı o yıllarda. Sanayi bakanları, ‘sanayi çarşısı’, ‘sanayi mıntıkası’ gibi şeyler söylüyorlardı. Sanayi şehrin içine yayılmıştı. Dağınık, altyapısı olmayan perişan bir tablo vardı. OSB’yi kurarak, sanayi kuruluşlarını toplayıp bir disiplin altına almak ve verimliliklerini arttırmak istiyorduk. Ama kimse fabrikasını söküp OSB’ye taşınmaya yanaşmıyordu maliyetten dolayı. Ayrıca otoritelerini de devretmek istemiyorlardı. Çok büyük sıkıntılar yaşadık ve oda meclisinde de ciddi eleştirilere maruz kaldık. Bir eleştiri de OSB’nin şehrin dışında kaldığına yönelikti. Bunlar moralimizi çok bozdu. Odanın ABD’li danışmanı, “Genç adam üzülme. Avrupa da aynen böyle sancılı süreçlerden geçti. Ama kurulduktan sonra, sana gelip, parsellerin dağıtımında öncelik tanıman için ricada bulunacaklar” demişti. Aynen böyle oldu. Türkiye’nin ilk OSB’sini kurduktan sonra bir parsele 8-10 talip çıktı.

 

Daha sonra ne oldu?

1996’da BTSO Meclis toplantısındayız. O günlerde Acemler’de trafik çok sıkışık, sanayici öfkeli bu durumdan. Şimdi rahmetli olan bir sanayicimiz bana yönelik, “Yıllar önce, Bursa OSB’yi kurup, ülkenin gündemine sokacak kadar aklınız vardı da, neden şehrin 40 km ötesine kurmayı akıl edemediniz” dedi. Bu sitemi memnuniyetle karşıladım. Demek ki bu hayatta, bir kuşak arasında görüşler değişebiliyormuş.

 

Yani 40 yıl önce OSB’yi kent dışında kurduğunuz için eleştirilirken, 40 yıl sonra şehrin içinde kaldığı eleştirilerine maruz kaldınız.

Evet aynen öyle oldu. Bu bölge Bursa’nın fiziki yapısını, şehirleşmesini yakından etkilemiştir.

 

Bir diğer ilkiniz de Bursa Çimento’yu halka arz etmekti. Bunun öyküsünü anlatır mısınız?

OSB’yi kurduktan sonra, çimento açığı oluştu fabrikaların. O yıllarda, çimentonun bir bölümü Eskişehir’den bir kısmı da Darıca’dan temin ediliyordu. Ve o dönemler Türkiye’nin tarımdan çıkıp, sanayileşmeyle büyüme stratejisinin başladığı yıllardı. Çimento ihtiyacı büyüyünce, şimdi rahmetli olmuş sanayici arkadaşlarla çimento fabrikası kurmaya karar verdik. 30 milyon sermayeyle yola çıktık ve bin 234 ortakla fabrikayı kurduk. Kurucular olarak, fabrikayı tek başımıza inşa edecek ekonomik gücümüz olmasına rağmen, halka arz yolunu tercih ettik. Bu bizim için fedakârlıktı. Fabrikayı kurduk ve başarılı olduk.

 

BURSA, DÜNYANIN TİCARET MERKEZİYMİŞ”
 

​Biraz da kitaplarınızdan söz edelim. Bursa’nın ekonomi tarihini yazdığınız 3 ciltlik kitabının sonuncusu çıktı. Neden Bursa ekonomisinin tarihini yazma ihtiyacı duydunuz?

Siyasi tarihimiz üzerine çok sayıda ciddi eser varken, ekonomik tarihle ilgili pek yoktu. İktisatçı arkadaşım Enis Yaşar’la beraber, Prof. Dr. Yusuf Oğuzoğlu’nun da ciddi katkılarıyla birinci cildi bastık. Birinci ciltte, Bursa’nın asırlar öncesinin ekonomik pencelerini açtığımızda dünyanın en varlıklı kentlerinden ve yine dünyanın ticaret merkezlerinden birinin Bursa olduğunu gördük. Orhangazi’nin ticari dehasıyla Emirhan’ı, Orhan Cami’yi ve medreseleri yapmak suretiyle şehri dışarıya taşıması, Orta Asya steplerinden kopan kervanların yüklerini Üsküdar’da değil de Bursa’da boşaltmaları, Bursa’yı büyük bir refah kenti yapmış. Ama Şah İsmail liderliğindeki Safavilerle mücadele eden Yavuz Sultan Selim’in İran’dan ithal edilen ipeği Bursa’da yasaklaması, bir anda kent ekonomisine darbe vurmuş. 2 bin tezgâhın çalıştığı Bursa büyük bir hüsran yaşamış. İthalat yasağını 20-25 yıl sonra Kanuni Sultan Süleyman kaldırmış. Ancak esnaf, yasak yıllarında dokuma sanayinin ihtiyacı olan hammaddeyi karşılayabilmek için dut ağaçlarından ipeği kendisi üretmeye başlayarak krizi aşmış.

 

Yani bir kriz fırsata dönüşüyor. Peki ikinci cilt?

İkinci ciltte Cumhuriyet dönemi ekonomisi var. Osmanlı’nın son çeyreği, Cumhuriyet’in ilk 40 yılını anlattık. Bursa’nın, sarsıcı ekonomik gelişmelerinin üstesinden bugünlere gelişinin öyküsü var ikinci ciltte. Genç Cumhuriyet, dış kaynaklı kalkınmadan çok kendi burjuvazisini yaratmayı denemiş. Bu planın en önemli ayaklarından biri de İş Bankası’dır. İş Bankası’nın 39 kurucusundan 9’u Bursalıdır. Gemlik Sunipek Fabrikası, Merinos Tekstil Fabrikası devletçi ekonomik modelin en büyük örneklerinden, İpekiş de liberal ekonominin denemelerindendir.

 

Yani Bursa, Cumhuriyet’in ekonomik modellerinin bir izdüşümü olmuş…

Aynen böyle olmuştur. Bununla ilgili bir anektodu aktarayım. Atatürk 1938’te Bursa’ya Merinos’un açılışında gazeteci Asım Us’a, “Ben kurtuluşta bile halkı bu denli çoşkulu görmedim. Demek ki halkımız, sanayiye, kalkınmaya çok istekli” demiştir.

 

Üçüncü cildi hem yazdınız, hem yaşadınız…

“Neden Kütahya veya Eskişehir değil de Osmanlı’ya başkentlik yapmış Bursa, Türkiye’nin sanayi merkezi olmuştur?” sorusuna yanıt aradık. Bunları araştırdık ve yazdık. Arkadaşımız Doç. Dr. Tülin Vural Arslan, ‘Osmanlı şehri Bursa’dan modern Cumhuriyet’in Bursa’sına geçişinin mekânsal öyküsünü anlattı. Yusuf Hoca, birinci ve ikinci cildin özetini yaptı. Prof. Dr. Erol İyibozkurt, 1960-2014 arasındaki kronolojiyi yazdı. Prof. Dr. Necmi Gürsakal da 10 yıllık bir süreçte BTSO’daki 250 büyük firmanın fotoğrafını çekti.

 

OKUMADAN REKABET EDEMEZSİNİZ”
 

En az 10-12 saat çalışmadan iyi bir yönetici olamazsınız’ demişsiniz bir söyleşinizde. Hem bu önerinizden hem de kitaplarınızdan hareketle genç iş insanlarına tavsiyeleriniz nelerdir?

Çalışmak dışında başarıya giden hiçbir yol yok. İnsanları, doğruları değil, sonradan idrak ettikleri hatalar olgunlaştırır. Kendilerine çok okumalarını ve çok çalışmalarını tavsiye ediyorum. ABD’li bir iktisatçı demiş ki: “Sanayi

döneminin yakıtı paraydı. Ama bu döneminin yakıtı da, gücü de bilgidir. Çok bilgiye sahip olmazsan, rakiplerinle yarışman mümkün değil.”

Yani iyi bir iş insanı olmak için iyi bir okuyucu da olmak gerektiğini savunuyorsunuz…

Evet öyle diyorum. En azından iyi okuyan birilerini istihdam etmeliler. Bakın dünyada 2000 yılına kadar edinilen bilgiyle, 2000 ile 2014 arasında edinilen bilgi aynıymış. Bu çok sarsıcı bir veri bizim için.

 

FAHRİ DOKTORADAN ONUR DUYARIM…”

Uludağ Üniversitesi’nden fahri doktora ünvanı verilmesi için öneriler var. Bu konudaki değerlendirmeleriniz nelerdir?

Bu çok heyecan verici bir durum benim için. Akademik kariyere çok önem verdiğim için, fahri asistanlık yaptım ve bu benim birinci hayalimdi. İkinci hayalim de fahri diplomatlıktı. Allah onu da nasip etti. İngiltere Fahri Konsolosluk görevini yaptım. Uludağ Üniversitesi’nin kuruluşunda da emeklerim olduğu için, bu üniversitenin de şahsıma fahri doktora vermesi gerektiği yönünde basında yorumlar yapıldı. Bu benim için büyük bir onur olur.

 

HAYATIMIN EN BÜYÜK HATASI GEÇ EVLENMEK”

Biraz da özel yaşamınızı konuşalım. Çok geç yaşta evlendiğinizi biliyoruz. Kaç yaşında evlendiniz?

65 yaşında evlendim.

 

Neden bu kadar geç evlendiniz?

Hayatımın en büyük hatası geç evlenmektir. Bu işlerden başımı kaldırıp da nerdeyim diye baktığında takvim 65’i gösteriyordu. Takvime bakacak vaktim ve fırsatım olmadı. Ama Allah’a şükrediyorum ki evleneceğim insanla tanıştım.

 

Eşiniz Figen Kağıtçıbaşı’yla nasıl tanıştınız?

Figen Hanım’la eski usul, yani bir aracı vasıtasıyla tanıştık. Konuştuk ve bu işin olabileceğine karar verdik. Allah, bu kadar geç evlenmemi affetmiş olacak ki Begüm’ü bize gönderdi. Gençlerin mutlaka her şeyi zamanında yapması gerekir.Genç yaşta aile kurmaları iş yaşamında başarıyı da sağlar. Sorunları aile içinde çözmek, tek başına çözmekten çok daha kolaydır.

 

Sizi evlenmeye iten neydi?

17 Ağustos depremine yazlık evimizde yakalandık. Yanımda rahmetli Muhsin İğmen vardı. Deprem olduğunda insanlar müthiş bir panik ve korkuyla evlerini terk ettiler. O anlarda herkes eşine ve çocuğuna sarılıyordu. Benimse, sağımda, solumda sarılacağım kimse yoktu. Kıyametin koptuğunu sanan insanların can havliyle birbirlerine sarılması ve benim sarılacak kimsem olmaması çok tuhaf geldi. Bunun böyle gitmeyeceğine karar verdim o gece.

 

Hayatınızın kırılma noktalarından biri de sigarayı bırakmanız olmuş. Ne kadar içtiniz ve nasıl bıraktınız?

40 yıl içtim. Hem eşim Begüm’e hamile kaldığı için, hem de bronşit şikâyetiyle gittiğim doktorum, ‘bir daha bana sigara içiyorum diye gelme’ sözünün etkisiyle bıraktım. Çok kolay bıraktım ve herkese de tavsiye ederim.

 

Kızınıza çok düşkün olduğunuzu biliyoruz, neler söylersiniz?

Begüm lisede okuyor. Çok iyi bir insan. Kendi dünya görüşümüzde yetiştirmeye çalışıyoruz onu. Bunu da çok iyi anlıyor. Çok sevecen, merhametli iyi yürekli bir insan. Çağdaş, ülkesini seven ve sorumluluklarını bilen bir insan olacağını ümit ediyoruz.

 

GÜFTECİ KAĞITÇIBAŞI

Son olarak güfteci yönünüzle söyleşiyi bitirelim. Melihat Gülses, sizin güftelerinizi okuyor. Güfteci özelliğiniz nereden geliyor?

Figen’in dayısı Melihat Hanım’ın ablasıyla evlendiği için akraba olduk. Birbirimize gelmeye başladık, Melihat Hanım’ın konserlerine gideriz sık sık ve bu durum bizi sanat kulvarına taşıdı. Melihat Hanım, şiir yazdığımı bildiği için, iki şiirimi besteledi. Ancak asıl Figen Hanım daha sıkı bir güftecidir. Onun güfteleri benimkinden çok daha güzeldir.

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X