Çok değil sadece 3 yıl önce Cemaat’in bir elemanıyla tartışıyoruz.
Ben, telefon dinlemeleri başta olmak üzere tüm yasa dışı faaliyetlerin odağının Cemaat olduğunu savunurken, karşımdaki de, bakanları, Cemaat’in değil hükümetin dinlediğini ve 17 ve 25 Aralık savcılarını da tanımadıklarını söylüyordu.
Ayrıca Gülen Cemaati’ni de bir sivil toplum örgütü olarak tanımlıyordu bu arkadaş.
CEMAAT HEP DİNLİYORDU
Dün Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar‘ın darbeci yaveri Levent Türkkan‘ın itiraflarını okurken, aklıma bu tartışma geldi.
Paralel yapı üyesi olduğunu itiraf eden Türkkan bakın neler söylemiş:
”Paralel Yapı üyesiyim. Fethullah Gülen Cemaati’ndenim. 1989’da Işıklar Askeri Lisesi sınavlarına girdim. Sınavdan önceki gece soruları getirip verdiler. Ve liseyi kazandım. Genelkurmay’da emir subaylığı görevine getirildikten sonra Cemaat adına verilen görevleri yerine getirmeye başladım. Necdet Özel Paşa’yı (Eski Genelkurmay Başkanı Necdet Özel) dinleme cihazıyla sürekli dinliyorduk. Cihazı Türk Telekom’da çalışan ‘Abi’ verdi. Haftada bir cihazları götürüp ‘Abi’ye veriyordum. Necdet Özel Paşa, Hulusi Akar Paşa ve Yaşar Güler Paşa döneminde dinleme yapıldı.”
Darbeci Türkkan‘ın sözünü ettiği dinleme, Cemaat’in yaklaşık 20 yıldır yaptığı binlerce dinlemeden sadece birkaçıydı.
ERBAKAN’I KANDIRAMADILAR
Gülen Cemaati, 30 yıldır işlediği tüm suçları, sivil toplum örgütü ambalajı altında yaptı ve kendini çok iyi sakladı.
Dünyada kendisini son derece profesyonel bir şekilde saklayan ve bu kadar başarılı bir şekilde takkiye yapan başka bir terör örgütü olduğunu düşünmüyorum.
Cemaat, hep sağ iktidarlara yaslandı ancak çıkarları uğruna solcularla da (Bülent Ecevit) işbirliği yapabilecek kadar iki yüzlüydü.
Bir tek Necmettin Erbakan‘ı kandıramadılar.
Çünkü Erbakan, niyetlerinin ne olduğunu bilecek ve işbirliği yapması halinde, bugün AK Partililerin başına ne geldiyse kendisinin başına da aynı şeylerin geleceğini kestirecek kadar öngörü sahibi bir siyasetçiydi.
EN BAĞNAZ CEMAAT BUNLARDI
Aslında Cemaat, hiçbir zaman göründüğü gibi ılımlı İslamı savunan bir çizgide olmadı.
Son derece bağnaz bir yapıya sahipler.
Mesela 1980’lerde şort giymek caiz değildi onlar için.
Hatta, televizyon ekranlarında şort giyen futbolcular nedeniyle futbol maçı izlemeyi bile caiz görmüyorlardı.
Temel felsefelerini hoşgörü gibi göstermeye çalışıyorlarsa da, Cemaat‘ten olmayan imamın görevli olmadığı camiye gitmezlerdi.
Kendi aralarında birbirlerine şakirt derlerdi ve Cemaat dışındaki hiçbir Müslüman grubun, İslam’a hizmet etmediğini, hatta onların hilafetin önünde bir engel olduklarını düşünürlerdi.
1980’lerin ortalarında benimsedikleri bu bağnaz anlayıştan, 28 Şubat sürecinde, başörtülü bacılarının başörtüsünü çıkaracak kadar savrulmuşlardı.
Aslında bu onlar için döneklik değil, ‘kurtuluş gününe” giden yolda döşenmiş sabır taşlarıydı.
Atatürkçülüğe karşı çok keskin bir karşı duruşları olmalarına rağmen, Cemaat üyelerinin kesin bir kararı vardı:
“Ne içimizdeki sohbetlerde ne de dışarıda Atatürk’ün aleyhine konuşulmayacak.”
Bu tutumları da takkiyeci yüzlerini gösteriyordu.
TEK HEDEFLERİ REJİMİ DEĞİŞTİRMEKTİ
Gizli ajandalarında yazılı olan ‘devleti ele geçirme’ hedeflerinden hiç vazgeçmediler.
Ayrıca hedeflerinden vazgeçecek tek bir işaret de vermediler.
Sorarım, amacı sadece yoksul öğrencileri okutmak, fakir insanların karnını doyurmak,Müslümanlara güzel İslam‘ı öğretmek, ahlaklı bir nesil yetiştirmek olan bir sivil toplum örgütü, neden banka kursun, HSYK seçimlerinde liste çıkarsın, sınav sorularını çalacak kadar gözünü karartıp çocuk yaştaki üyelerini Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet gibi stratejik noktalara niye yerleştirsin?
AK PARTİ NEDEN CEMAAT’LE İŞBİRLİĞİ YAPTI?
Peki Erbakan’ın gördüğünü AK Partililer görmedi mi bunca yıldır?
Bir diğer ifadeyle Cemaat‘in tek amacının, önce devletin tüm kurumlarını ele geçirip, daha sonra rejimi değiştirmek olduğunu iktidar bilmiyor muydu?
Kuşkusuz, bilmemeleri akla yatkın değil.
Ancak, darbe tehdidini sürekli enselerinde hissettikleri için, Cemaat’le işbirliği yapmak zorunda kalmışlardı.
Mesela, iktidarlarını tehdit eden güçleri tasfiye etmek için Cemaat‘in yargıdaki yetişmiş kadrolarıyla, işbirliği yapmaya mecbur olduklarını sandılar.
Çünkü 2001 yılında kurulan partilerinin ne yargıda ne de kamu kurumlarında kadrosu vardı.
Öte yandan Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davalar marifetiyle Atatürkçü subaylar tasfiye edilirken, 15 Temmuz’u gerçekleştiren Fethullahçı subaylar TSK’ya egemen oldu!
AK Partililer, yanlış yaptıklarını anlamışlardı ancak 15 Temmuz darbe girişimini önleyemeyecek kadar geç kalmışlardı.
TEK ÇIKAR YOL ATATÜRK’E SARILMAK!
2002 yılında iktidara gelen AK Parti’nin askeri darbe kaygısı duyması kuşkusuz boş değildi.
Nitekim 28 Şubat’ın dumanı tütüyordu ve Türkiye siyasal tarihi darbelerle yazılmıştı.
Ancak, dünyanın en iki yüzlü kimliğine sahip olan Cemaat‘in bir gün kendileri için de çok büyük bir tehdit olacağı gerçeğini önemsemediler.
Oysa 2 gündür vurguladığım gibi, gerçek demokrasinin kurumsallaşması için atılımlar yapılsa, imam-hatipler yerine bilimsel ve laik eğitime önem verilse, FETÖ de palazlanmaz, AK Parti de, çok daha büyük kitleleri arkasına alabilirdi.
Bari tüm bu yaşadıklarımızdan sonra, rotamızı Atatürk’ün 100 yıl önce işaret ettiği çağdaş demokrasiye çevirelim.