Melek Mosso, Uluslararası Gül Festivali kapsamında Isparta Meydanı’nda sahne alacaktı.
Konser organizasyonunun sahibi AK Partili Isparta Belediyesi’ydi.
Afişler bastırılarak, konserin duyurusu yapıldı.
Ancak Milli Gençlik Vakfı ve Anadolu Gençlik Dergisi ortak açıklama yaparak, Isparta Belediyesi’nin ‘halkın, inanç ve gelenekleriyle uyuşmayan konserler” düzenlediğini iddia ederek, belediye üzerinde baskı oluşturdu.
Isparta Belediye Başkanı Şükrü Başdeğirmen de 2 satırlık açıklamasıyla geri adım atıp, Melek Mosso konserini iptal etti. (İptal kararını belediye başkanı değil, kuvvetle muhtemel AK Parti Genel Merkezi verdi.)
Melek Mosso konserini iptal ettiren MGV ve AGD’yi, Hristiyan geleneği olarak gördükleri yılbaşı gecelerinde, Mekke’nin Fethi gibi alternatif etkinlikler yapmalarından tanıyoruz.
Da AK Partili bir belediyenin, Milli Gençlik Vakfı’nın politikalarına teslim olmasını anlayamıyoruz.
Tek bir seçmenin oyunun bile önemli olduğu başkanlık sisteminde, yaşam tarzına müdahale algısı yaratan konser iptalleri gibi uygulamalar AK Parti’nin pragmatik siyaseti ile de örtüşmüyor.
Peki CHP’nin bu işlerle ne ilgisi var?
Konser iptallerini isteyen Milli Gençlik Vakfı ve Anadolu Gençlik Dergisi, Saadet Partisi’nin gençlik örgütlenmeleridir.
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun da 6’lı masada oturduğunu ve bu partinin Millet İttifakı ortağı olduğunu hatırlatmama gerek yok.
Diyelim ki 2023’te iktidar değişikliği oldu ve CHP ile Saadet Partisi ittifakı iş başına geldi.
Saadet Partisi’nin arka bahçesi olan Milli Gençlik Vakfı yetkilileri, ‘şu sanatçı ahlaksız’, ‘bu sanatçı halkın inançlarına aykırı şarkılar söylüyor’, ‘öteki sanatçı geleneklerimizle uyuşmuyor’ deyip, beğenmedikleri sanatçıların konserlerini iptal ettirmek isterse CHP’liler ne yapacak?
Yasal artışın üzerinde zam istemenin hiçbir gerekçesi olamaz
Uyanık ev sahiplerinin, evlerini yüksek fiyattan kiraya vermek için tadilat bahanesiyle kiracılarını çıkarmaya başladığını dün yazmıştım.
Yeri gelmişken, kiracıların bu konuda şüpheci olması ve gerekirse yasal yollara başvurabileceğini belirteyim.
Yazım üzerine, muhtemelen ev sahibi olan bir okuyucum, elektronik ileti yoluyla görüşlerini paylaşmış:
“Şu an ülkemizde üst sınırı belli olan TEFE-TÜFE dışında zam yapılamayan tek şey ev kiralarıdır. Gerçek enflasyonun çok daha fazla olduğu ülkemizde yalnızca ev sahipleri reel enflasyon kadar zam yapamıyor. Fakat benzine, şekere, çaya zam yapılırken TEFE-TÜFE sınırlaması yok. Dolayısıyla sosyal devletin ev, konut sağlama görevi ev sahibine veriliyor ve ev sahibi arz ve talebe göre gelir oluşturamıyor. Sorunun asıl kaynağı halkın gelirinin düşük olması ve inşaat maliyetlerindeki artış. Bunun da sorumlusu ev sahibi değil. Hiç kimse benzincileri 22,5 TL’den benzin satıyor diye suçlamazken ev sahibinin suçlu ilan edilmesi hem yanlış hem adil değildir. Hatta ülkemizde kirasını ödemeyen kiracının evden çıkarılması mahkeme kanalıyla bile en az 2 yıl sürerken, kirasını tahsil edemeyen, evinin tadilatını aldığı kirayla yapamayan çok sayıda alacaklı ev sahibi var. Emlak ve kira vergisi ev sahibinin üzerindeyken hâlâ ev sahibinden fedakârlık beklemek yalnızca halkın duygularına hitap etmektir ve gerçekle bağdaşmaz. Bugün 1.500.000 liralık bir evin ev sahibine dönüşü 2000 liralık kirayla kaç yılda mümkündür?”
Ev sahiplerinin de görüşlerini aktarmak için okuyucumun iletisine yer verdim.
Ancak neresinden tutarsanız tutun, ev sahiplerinin yasal sınırların üstünde kira istemesi kabul edilemez.
Bir kere, ev sahibi kira kontratını yaparken, tüm olağanüstü ekonomik koşulların oluşabileceğini öngörerek yapıyor.
Ayrıca enflasyon farkı kadar artması garanti olan ender sözleşmelerin başında geliyor kira kontratları.
TÜİK’in enflasyon hesaplaması tartışmalı olabilir.
Ancak unutmayalım ki, birçoğu ücretli olan dar gelirli kiracılar, TÜİK’in belirlediği enflasyon farkı kadar bile maaşlarına zam alamıyor.
Kiranın, evin değerini onlarca yılda karşılaması ise, kiracının değil ev sahibinin sorunu.
Polis el attı cadde rahatladı
Fethiye Caddesi’ndeki trafik keşmekeşliğini daha önce de yazmıştım.
Çünkü yolun ortasına park eden sorumsuz sürücüler, kelimenin tam anlamıyla o bölgedeki trafiği katlediyorlardı.
Konuyu hem köşemde yazmış hem de Emniyet Müdürü Tacettin Aslan’la da konuşmuştum.
Ancak bugüne kadar hiçbir çözüm üretilmemişti.
Önceki gün yine bir hamle yaptım.
Bu kez trafik polisleri soruna el attılar.
Ve ilk kez o cadde rahatladı.
Demek ki denetim sonuç veriyormuş.