Bursa Devlet Tiyatrosu, ‘Ahmet Yesevi’ isimli yeni bir oyunu sahneledi.
Önceki akşam da oyunun prömiyeri vardı.
Kostümlere, danslara, görselliğe ve dekora diyecek bir şey yok.
Ayrıca belli ki oyun, büyük bir emeğin ve alın terinin ürünü.
Ve hiç kuşkusuz, Bursa Devlet Tiyatrosu’nun son yıllarda sahnelediği en iddialı oyundu.
Doğrusu oyundan keyif aldım.
Ancak oyunun senaryosuyla ilgili ciddi eleştiriler var.
Ahmet Yesevi’nin hayatını işleyen oyunda aşure ayı anlatılıyor.
İşte ‘vahim’ hatalar da burada başlıyor.
O akşam Ahmet Vefik Paşa‘da, değerli dostum siyaset bilimci Yar. Doç Dr. Can Ulusoy’la karşılaştım.
Oyundan sonra da sohbet ettik Can‘la.
Hataları tek, tek sıraladı.
Ben de eleştirilerini yazılı bir metne dönüştürmesini rica ettim.
Baştan söyleyeyim amacımız, ne Bursa Devlet Tiyatrosu‘nu ne de entelektüel birikimine güvendiğimiz Bursa Devlet Tiyatrosu Müdürü Ömer Naci Topçu‘yu yıpratmak.
Hatalar zincirinin sorumlusunun, oyunun yazarı Savaş Aykılıç olduğuna şüphe yok.
Ayrıca hadise sadece hatadan mı ibaret, yoksa bilinçli bir politikanın yansıması mı, bunun takdirine de size bırakalım.
Ve Can Ulusoy’un görüşlerine geçelim:
“Evvela, oyunda Nuh Tufanı, Hz. İbrahim’in ateşe atılması, Yunus Peygamberin balığın içinden çıkması, Hz. Yakup’un gözlerinin açılması, Habil-Kabil olayı, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in şehadetlerinin hepsinin 10 Muharrem’de gerçekleştiği ve bu yüzden Yesevîlerin aşura aşı pişirdiği anlatılmaktadır ki, hem tarihsel olarak yanlıştır hem de Yesevîliği bilmemekten kaynaklı hatalarla doludur. Hz. Ali 21 Ramazan’da, Hz. Hasan 28 Safer’de şehit edilmişlerdir. Oysaki oyunda 10 Muharrem olarak veriliyor. Herhangi bir ansiklopedi ya da internette araştırma ile bulunabilecek bilgilere erişememenin ve tarihi bir kişilikten bahsediliyorsa salt bu bir “kurgu”dur demenin bahane olarak kabul edilemeyeceği açıktır. 10 Muharrem’de Hz. Hüseyin’in ve ailesi ile bendelerinin şahadetlerinden başka hiçbir olay vuku bulmamıştır. Diğer anlatılar, Kerbela Vakası’nın dehşetinin ve hakikatinin Hz. Muhammed’in torunu, Hz. Ali’nin kızı Hz. Zeynep ve Hz. Hüseyin’in oğlu İmam Zeynelabidin Hazretleri tarafından halka anlatmaya başlamaları ile korkuya kapılan zalim Emevîlerin, 10 Muharrem’in bir matem günü olarak değil de aslında kutlu bir olay gibi anlaşılmasını sağlamaya yönelik olarak Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen pek çok olayı 10 Muharrem günü olmuş gibi göstermeleri ve Hz. Hüseyin’in şahadetinin en azından öneminin zayıflatılmaya çalışılması, mateme gerek olmayan bir gün gibi aksettirilmeye çalışılmasının nasıl bir art niyetli çaba olduğunu bilmek gerekir. Aşura, Hz. Zeynelabidin tarafından Hz. Hüseyin’in şahadetinden dolayı Medine’de eve gelen ahaliye elde parça parça ama çok az kalan malzemelerden hiç olmadı bir araya getirilerek aş hazırlanması talimatı sebebiyle ortaya çıkmıştır. Bugünkü şeklini alması ve pek çok malzeme ile süslenmesi ise Hz. Hüseyin âşıklarının, İmam Hazretleri için en güzelini yapma çabalarının neticesidir.
Hoca Ahmet Yesevî Turuk-u Âliye’nin büyüklerinden olarak, aşureyi sadece Hz. Hüseyin’in ve Kerbela Şehitlerinin matemi için yapar. Hoca Ahmet Yesevî, hayatı boyunca Emevî anlayışına karşı Ehl-i Beyt’in davasının yürütücüsü olmuştur. Nitekim 10 Muharrem’de Emevî uydurmalarından hareket etmek nasıl ki Hz. Peygamber Efendimiz ve ailesine karşı büyük bir ayıpsa, Hoca Ahmet Yesevî’nin bu uydurmaları takip ettiğini söylemek vahim bir hata ve ayıptır. Senaryoda yine bir Ehl-i Beyt bendesinin asla ağzından dökülmeyecek sözlere yer verilmiştir. Hz. Hür’ün Kerbela’daki hikayesinin anlatıldığı bölümde Yesire adlı Hz. Hüseyin’in azatlısı ve bendesi, Hz. Hür’e; susuzluk sorununu anlatırken Hz. Peygamber’in ailesindeki çocuklar için haşa “zavallılar” ifadesini kullanmıştır. Bir Ehl-i Beyt bendesi Hz. İmam’ın oğulları, kızları ve yeğenleri için asla böyle bir ifade kullanmaz. Büyük edepsizliktir. Hz. Ali’nin şahadetinde ise İbn-i Mülcem’e kızılamayacağı, Hz. Ali’yi “sevgili”ye kavuşturduğunun söylenmesi ise yazarın ne Yesevî ne de genel manada tasavvufla ilgili bilgisinin zayıf dahi denemeyecek kadar yetersiz olduğunu ortaya koyar. Hz. Ali sevgiliden bir an dahi ayrı mıdır ki sevgiliye kavuşsun? Burada bahis edilmesi pek doğru olmamakla birlikte zaten sevgiliden kasıt Ehl-i Beyt’in aslıdır, Sırr-ı Ali ve Hakikat-ı Muhammedî’dir ki İbn-i Mülcem denilen lain, kimi kime kavuşturmaktadır? Yazarın, Yesevînin bu topraklardaki temsiliyeti olan Bektaşîliğin metinlerine ve diğer tasavvufî metinlere yönelik bir çalışması olsaydı bu vahim hatalar yapılmazdı. Geriye yazarın ne olduğunu tanımlanmaktan aciz kaldığı, kuru gürültü bir “aşk” lafından da fazlası çıkardı.”