Gündüzün sıcaklığı çabuk bitti. Gece oldukça serin. Küçük küçük bulut kümeleri gökyüzünde. Gecenin karanlığı grililiklerini kapatamamış. Ay, yarım olmuş. Yarım ay. Karşıdaki dağlara değecekmiş gibi tam göz hizamda. Ortadan kesilmiş sarı bir portakal gibi; iyice bakınca damar gibi liflerini görüyorum. Belki de yanılsama.
Benimle birlikte kim seyrediyordur ki ay’ı? Düşündüklerimin, aklımdan bir bir geçenlerden birinin seyretmesini ne çok isterdim. Hatta “şu an ayı seyrediyorum” diye bana bir mesaj göndermesinden sanırım mutlu olurdum…
Durmadan geçen arabalar. Ayın bu hali, gecenin hüznü umurlarında değil. Tam karşıma denk gelen evin salonunun penceresi, perdesi, kapısı da açık. Duvarlarında kocaman bir televizyon. Yılmaz Erdoğan’ın “İnci Taneleri” dizisini izliyorlar. Sesleri duymuyorum ama görüntüden seçebiliyorum.
Kimse aya bakmıyor.
Işığı yanan evlerde kim varsa hepsi televizyona bakıyor olmalı.
Bulutların örtemediği yıldızları görüyorum. Bir bir yerlerini almışlar gökyüzünde… Belki de karanlığın içinden bizi seyrediyorlar.
Hafif esen rüzgâr bulutları dağıtıyor. İnce bir tül gibi oldu bulutlar. Böyle olunca daha çok yıldız doldu gökyüzü.
Dağa ulaştı ay…
Az sonra gözden kaybolacak.
Epey uzadı gece…
Bir bir kayboldu pencerelerden ışıklar.
Ayakta kalan son kişiler de uyumaya gitmiş olmalı.
Ben de şimdi yatacağım.
Rüyasız bir uyku daha uyuyacağım.
Hiç rüya görmüyorum.
Binlerce kez yaşadığımız ve birbirinin aynısı yeni bir güne uyanacağız.
Farklı, iyi bir şeyler görebiliriz umudu olacak gözlerimizi açtığımız yeni günde.
Gün bittiğinde, dünün tekrarı bir gün daha yaşadık dememek için; bu umut her sabah oluyor bende.
Umut güzel şey…