Bu toprakların, bu ülkenin kendisine ihanet eden aydını her dönem çok olmuş.
Bunun yanında namuslu, yurtsever, erdemli ve cesur aydınlarını da susturmada, ortadan kaldırmada sabıkası ne yazık ki çok kötü…
Türkiye siyasi gündemini bugün çok meşgul eden bir “diploma” meselesi var.
Bakalım üniversiteler ve Yükseköğretim Kurulu nasıl bir karar verecek!..
Geçmişte, askeri cunta lideri Kenan Evren’e hukuk profesörlüğü ve fahri doktora vermiş bir İstanbul Üniversitesi var, olayların öznesi olarak…
Kenan Evren’e “İnsan haklarına saygılı ve yaptığı katkılar nedeniyle” diyerek verilmişti doktora unvanı.
Belki de bu duruma içerleyerek, kitap ekinde tanıtımını görünce hemen aldım Julien Benda’nın Aydınların İhaneti kitabını.
Günümüzden yüz yıl önce (1924 – 1927) yazmış Julien Benda.
Fransız düşünür ve yazar, Yahudi bir ailenin çocuğu. 1894’te Paris Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra, 1898’de Dreyfus vakası üzerine yazılar yayımladı. Benda, bu olaydan sonra muhalif duruşu ve polemikleriyle sesini duyurdu. En önemli yapıtı sayılan Aydınların İhaneti’nde, ırksal ve siyasal nedenlerle doğruluktan ve adaletten sapanları ahlaksal ihanetle suçladı.
Kitabın önsözünde Tolstoy’dan bir alıntıyla başlıyor düşüncelerini anlatmaya.
Tolstoy, orduya katıldığında subaylardan birinin, yürüyüşte sırayı bozduğu gerekçesiyle bir askeri dövdüğüne tanık oluşunu anlatır.
Tolstoy subaya şöyle der:
“Kendin gibi bir insana bu şekilde davranmaktan utanmıyor musun? Hiç mi İncil okumadın?”
Subay şöyle karşılık verir:
“Peki, sen, hiç mi Ordu Tüzüğü okumadın?”
Julien Benda, anlattığı bu sahneyle ilgili şunları yazar: Bu sert yanıt, maddi olanın yönetimini ele geçirmeye çalışan tinsel insanın yüzüne bir şamar gibi inecektir daima. Bana ise, çok akıllıca bir yanıt gibi geliyor. “İnsanları maddi şeyleri elde etmeye yöneltenlerin adalet ve insafa ihtiyacı yoktur.”
Bu olağanüstü cümle beni çok etkiledi.
Böyle başlamasına rağmen, bana okuması oldukça zor gelmesinin nedeni, yazarın her seferinde Fransız ve Alman aydınlarından söz etmesi mi? Yine bu ülke krallarının eylemlerine getirdiği yorumlar mı?
Belki de çeviriden kaynaklanan bir durumdur.
Kitabın arka kapağına Edward W. Said ve bizden Nur Vergin’in Doğu Batı, Entelektüeller III kitabından alınan şu cümleler çok önemli:
“Benda’nın anlattığı entelektüeller alelade insanlar ya da sıradan okumuşlar gibi maddi kazançla ilgilenmezler. Şahsi çıkar peşinde koşmak, ikbal ve mevki gayreti içinde olmak onların işi değildir. Onlar siyasal iktidarın yakını olmak için el etek öpmezler. Güçlünün uydusu değil, zayıfın savunucusudurlar. Zengin sofralarından yemlenmek için şaklabanlık yaparak kralın soytarısı rolüne soyunmazlar…
Siyasal iktidarın kusurlarını, otoriteyi kötüye kullanmasını kınarlar ve bunu topluma haykırırlar. Onlar iktidarın hizmetlisi değildir… Onlar satılık değildir, kalemlerini de ödünç vermezler. İşte, bu kabilden özelliklerle bezediği entelektüellerin dönemin siyasi gelişmeleri karşısında ilkesiz davranışlarının yarattığı infialle Benda sözünü esirgememiş ve ‘Aydının İhanetinden” söz edebilmiştir.”
Nur Vergin düşüncelerini dupduru anlatmış. Sanki bizim de çok özlemini duyduğumuz aydın portresini, Benda üzerinden çizerek mesaj vermiş gibi geldi bana.
Julien Benda, sık sık Fransa ve Almanya’yı karşılaştırıyor. Alman aydınlarının bazılarının “Alman olan her şeye” şiddetle tapınırken, Alman olmayan her şeyi aşağıladıklarını vurguluyor. Buna karşın Fransız “aydınlarının” yabancı kültürlere karşı kusursuz bir adalet anlayışıyla hareket etiklerini ve bunu uzun süre koruduklarını belirtiyor.
Milliyetçi “aydın”ın bir Alman icadı olduğunu da belirtmekten geri durmuyor Benda.
Tarih boyunca gücün, yönetim erkinin ve kilisenin etkisi toplumsal yaşamın sınırlarını belirlemiştir. Kitabında yönetici sınıf, kral ve kilise karşısında aydınların duruşunu örneklerle konumlandırıyor yazar. Ulusal konular yanında ülkelerin başka ülkelerle olan ilişkilerinde, savaş zamanlarında haksız da olsa kendi ülkelerinin ya da krallarının yanında durmalarının çelişkisini de anlatmış.
Yazıyı, Julien Benda’nın hem ülkemiz hem de bugünün dünyası için acilen olması gereken barış üzerine sözleriyle bitireyim.
Şöyle diyor Benda: “Başkaları tarafından çok defa söylenmiş olmakla beraber yinelemek gerekir ki barış, ancak insanların, mutluluklarını paylaşılması mümkün olmayan şeylerin mülkiyetine bağlamaya son vermesiyle ve egoizmlerin üstünde yer alan bir temel ilke edinmelerini sağlayacak bir noktaya yükselmesiyle mümkün olur.
Başka bir deyişle, barış sadece insan ahlakının iyileşmesiyle mümkün olur.”
Bakalım…
Öncelikle ülkemize
Sonra da tüm yeryüzüne gelecek mi Barış?