1986 yılının ilk haftasında bir arkadaşımın tavsiyesiyle bir yapı kooperatifine üye olmuştum. Mart ayında arkadaşım “Hadi Beşevler’e gidelim de sana inşaat alanını göstereyim!” dediğinde minibüse atlayıp köye gittik. Köy yolundan çıktık, araziden tepeye doğru yürüdük. En tepeye geldiğimizde arkadaşım “İşte burası!” dedi. Oturduk, uzun uzun çevreye baktık. Aşağıda Şenöz Çerez Fabrikası ve üç katlı bir özel okul dışında göze çarpan bir şey yoktu, geri kalan çoğunluğu tek katlı köy evleriydi. Karşıda İhsaniye, arkamızda Çamlıca bomboştu. İçimi bir karamsarlık kapladı, o ruh haliyle “Yav burası adeta dağ başı, buraya kim gelir, bunun yolu, suyu, elektriği büyük problem, onlar kaç yılda çözülür? Biz acaba yanlış mı yaptık?” dedim.
Arkadaşımsa iyimserdi, “Buranın geleceği parlak, merak etme!” dedi ama bu söz bana o an hiç inandırıcı gelmedi. Beş yıl sonra evlerimize geçtiğimizde etrafta mantar gibi yerden biten bir sürü inşaat halinde siteler vardı. Biz Beşevler’de evlerine ilk geçenlerdendik ama en başta dediğim gibi yol, su, elektrik hâlâ yoktu. Altı ay yakındaki kuyudan birine taşıttığımız suyla idare ettik. Yağmur yağdığında çamurlaşan yolda yürüdük, kaçak elektrik kullandık. Yine de ilerleyen zamanda arkadaşımın sözleri doğru çıktı, Beşevler’de boş yer kalmadı, orası Bursa’nın güzel yerlerinden biri haline geldi…
“Şehirler insanlardan daha hızlı değişiyor” sözü son derece doğru. Yirmi yıl önce gidilen bir şehri ikinci gidişte tanımakta zorluk çekmek bugünün dünyasında hiç de şaşırtıcı değil. Önemli olan bu değişimin iyi bir planlamayla, şehircilik kriterlerini tutturarak yapılması. Silüeti insana hoş gelen şehirler yanında plansız, çirkin yapılarıyla kişilerde hayal kırıklığı yaratanlar da var. Örneğin Bursa’da Haşim İşcan caddesindeki devasa Toki bloklarının merkezdeki şehir silüetini nasıl bozduğunu kim inkâr edebilir, o çirkinliği kim savunabilir? Şimdilerde kuleler, gökdelenler, yüksek katlı apartmanlar dikmek pek revaçta. Bu ancak şehrin yeni yerleşim bölgelerinde yapıldığında sırıtmaz, aksine şehre cazibe kazandırır…
Eskiyi korumak, tarihi dokuyu muhafaza etmek de önem taşıyor. Bulgaristan’da Nessebar ile Romanya’da Sinaia çok iyi korunmuş iki orta çağ kasabaları, Nessebar’ın 3.200 yıllık bir tarihi var. Bizde de eskinin korunduğu yerler mevcut. Bursa’da Cumalıkız köyü bunlardan biri. Cumalıkızık’a ilk kez 1988 Ağustos ayında gitmiştim. O zaman Cumalıkızık şimdiki gibi popüler değildi. “Kınalı Kar” dizisi ve birkaç film sahnesinin orda çekilmesinden sonra köy ilgi odağı haline geldi. O gün defterime şunları not almışım:
“… Uludağ’ın eteklerinde yeşilliklere gömülmüş 250-300 hanelik tarihi bir köy. Çoğu bitişik düzen yapılmış evlerin kimileri 700-800 yıllık! Bazı evlerin duvarları üzüm asmalarıyla kaplı, pencerelerde rengarenk çiçekler ve Arnavut kaldırımı dar sokaklar. Bursa’nın kalabalığı ve gürültüsünden sonra köyün sessizliği insanı dinlendiriyor, huzur veriyor. Beni görenlerin gözünde “Kim bu köyümüzdeki yabancı?” sorusu parladıkça haliyle biraz rahatsız oluyorum. Köyün yukarı kısımlarında bir tümsekte otururken Ali Şahince isimli bir adamla karşılaştım. 60 yaşında, Yunanistan göçmeni, köye yedi sekiz yıl önce gelmiş; biri evli, diğeri evliliğe hazırlanan iki evlat sahibi; dinç görünümlü ama ağzında diş kalmamış, sadece yanda bir diş, o kadar; başında yeşilli beyazlı bir bere var, uzun kollu, kalitesi iyi sarı bir gömlek giymiş, ne var ki şeffaf gömlekten fanilasındaki yırtıklar belli oluyor; traşı sinekkaydı ve bıyığı kısa.
Şunları anlattı:
“Bu sene köylünün durumu kötü: Daha önceki yıllar köylü kışa paralı olarak girerdi, bu yıl parasız giriyor… Köyümüzdeki kestane ağaçlarına kıran girdi, kuruyup gittiler, ne yaptıksa çaresini bulamadık. Epey bahçem var, meyvacılık yapıyorum; erik, kiraz vs, yetiştiriyorum. İki katlı bir inşaat yaptım, köydeki en güzel evlerden biri oldu” dedi.
Daha sonra caminin karşısındaki kahveye gittik. Üzüm asmaları kahvenin bahçesinde bir çardak oluşturmuş. Ortada küçük bir havuz, kenarında Uludağ gazozu ve soda şişeleri… Yedi sekiz masanın hemen hepsi dolu. Görüntü oldukça parlak, yanımdan geçenler baş sallayarak veya gülümseyerek “hoş geldin!” diyorlar. O arada masamıza sakalı kırçıllaşmış, beyaz takkeli, yüz hatları oldukça düzgün, ses tonu tatlı, çizgili gömleği son düğmesine kadar ilikli, siyah yelekli, Ali Şahince’nin yaşıtı, adı İsmail Yüce olan bir hacı geldi:
“Biz Oğuz Türklerindeniz, dedelerim Elazığ’dan gelmişler. Yalnız şarklılar köyümüzün huzurunu kaçırdılar, bu gidişle daha da kaçıracaklar. Erzurum’dan, Kars’tan geldiler, köyün alt kısımlarında kalıyorlar; bahçelerimize giriyorlar, kestaneleri kesiyorlar. ‘Niye bahçemize girdiniz?’ diye sorduğumuzda ‘Allahın toprağı niye sizin olsun? Hani tapularınız?’ diyorlar. Ben her zaman yanımda tapu taşımak zorunda mıyım? Bunların sayısı da bir hayli fazla. Bakalım n’olacak bunlarla halimiz? Bizim köylüler Bursa’da reji (tütün) idaresinin çevresindeki kahvelerde otururlar,” diye anlattı. Dönmekte olan belediye otobüsüne son anda yetiştim…”