İlhan Ateş
İlhan Ateş
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Pınarbaşı Parkı

Köşe Yazısını Dinle

Bursa parklarıyla da göz dolduran bir şehir. Parklarda gezinmeyi, kitap okuyarak zaman geçirmeyi hep sevdim. Oralarda zamanla iyi arkadaşlıklar kurduğum insanlarla da tanıştım. Dolayısıyla o parkların belleğimde ayrı bir yeri vardır. Bunlardan biri Uludağ’ın eteklerindeki Pınarbaşı Parkı’dır.

1997 yaz tatilinde üç ay boyunca Pınarbaşı Parkı’na çok gittim. O süre içinde en çok dikkatimi çeken otuz sekiz-kırk yaşlarında, boyu bir seksene yakın, kilosu ellinin altında, uzun yüzlü, bıyıklı, esmer biriydi. Üstü başı perişandı, ince ceketi ve gömleği kirden yağ bağlamıştı; haftalardır veya aylardır yıkanmamaktan dolayı yağlanan saçları keçe gibiydi. Yanımdan geçtiğinde kötü bir kokunun etrafımı sardığını hemen hissederdim. Sağ eliyle hızlıca iki üç kez bıyıklarını sıvazlaması, saçlarına bir biçim verecekmiş gibi bir iki tarama hareketi yapması veya yürürken aniden başını geriye çevirmesi, işaret parmağını sallayarak birine bir şey söylüyormuş edaları takınması ilk planda dikkat çeken hareketleriydi. Bunlar bir yerde onda tik haline gelmiş şeylerdi. Seyrek yaptığı şeylerden biri de cebinden çıkardığı oyuncak tabancasıyla sağa sola ateş etmesiydi. Sakalı uzadığı zamanlarda tarağını çıkarır, sakalını, bıyığını, saçını tarardı. Ceketinin iç cebinden çıkardığı sigarayı önce dudaklarında ezer, birkaç derin nefes çektikten sonra daha bitmeden bu kez eliyle ezer, fırlatıp atar, az sonra yeni bir sigaraya başlardı. Üç ay içinde bir iki defa şapka takması, birkaç gün o sıcak havalarda süveter giymesi, bir gün de ayağına çizmeye benzer bir şey geçirmesi kıyafetinde gördüğüm ender değişikliklerdendi. İlk başlarda onu görmezden gelmeyi, ilgilenmemeyi tercih ettim. İlerleyen günlerde birkaç kez bana yakın bir yerde oturunca laf attım, yanıt verdi, sonra ona çay ve simit ısmarladım. Beni tanıdıktan sonra hep yanıma geldi. Adımı da öğrendi ama üç ay içinde sadece iki defa onu doğru olarak hatırladı, sonra bana hep İsmail diye hitap etti.

Kimdi bu akli dengesi bozulmuş, kötü kokan, dal gibi zayıf adam? Onunla otururken yanımıza gelenlere onun hikayesini bilip bilmediklerini sorardım hep. Bir gün Oyak Reno’dan emekli olduğunu söyleyen “astronot” lakaplı biri:

“Ben onun komşusuyum. Rıfat ile ilkokulda beraberdik. Bir gün babam bize bir soru sormuş, Rıfat benden önce soruya cevap vermişti. Babam da kızıp bana bir tokat atmıştı. Yani Rıfat yüzünden rahmetli babamdan bir tokat yemiştim” diye anlatmaya başlayınca “İşte bana onun hikayesini anlatabilecek biri” diye sevinmiş ama o sırada yanına gelen garson içeride bir kişinin onunla görüşmek istediğini söyleyince yanımızdan ayrılmıştı. “Astronot” lakaplının eksik bıraktıklarını başka bir gün Mustafa adlı kırk yaşlarında biri tamamladı:

“Ben Alacahırka’da bir fırında çalışıyorum. Evim de orada. Rıfat’ın evi benim eve çok yakın. Bunun hikayesi şöyle: 1974 yılında Rıfat okulu bitirip ilkokul öğretmeni oluyor. O sıralar babasının orman dairesindeki memuriyeti dolayısıyla Lüleburgaz’dalar. Rıfat babasının dairesindeki bir memurun kızını seviyor. Kız da buna tutkun ama iki tarafın da ailesi bunların evlenmelerine karşı çıkıyor. Rıfat’ın babası emekli olduktan sonra Bursa’ya yerleşiyor, Rıfat’ın tayini de Gürsu’nun ilerisinde bir köy okuluna çıkıyor. Bir süre sonra babası ölüyor. Rıfat öğretmenlikte daha yeniyken bir gün Lüleburgaz’a gidiyor, kızı kendisiyle kaçmaya ikna ediyor. Kızın ailesi durumdan haberdar olunca hemen polise başvuruyor. Sonuçta bu ve sevgilisi İstanbul yolunda yakalanıyorlar. Polisler karakolda Rıfat’ı iyi bir pataklayıp bırakıyorlar. Ondan sonra da kızın peşini bırakmıyor Rıfat ama ne çare ki bir sonuç alamıyor. Neticede kara sevdadan aklî dengesini kaybediyor.

Bir süre Bakırköy ve Manisa’da tedavi gördü. Manisa Akıl Hastanesi’nden geldiğinde doksan beş kiloydu, gayet düzelmişti, hatta çalışmak için iş arıyordu. Gıdasını düzgün aldığı, haplarını içtiği zaman düzeliyor, her şeyi muntazam hatırlıyor, olayları ayrıntılarıyla anlatıyor. Ama o hapları içmesi için önce iyi gıda alıp altmış-altmış beş kiloya çıkması lazım. Şimdi gördüğün gibi kırk beş-elli kilodan fazla değil.

Almanya’da çalışan bir kardeşi var, her ay yiyecek ve hap parası olarak iki yüz-iki yüz elli mark gönderir. Evleri var, annesinin kocasından aldığı maaş ve Almanya’dan gelen parayla birlikte evlerine seksen milyon giriyor ama evde Rıfat’a gereken ilgi gösterilmiyor ki. Görüyorsun işte adam bir deri bir kemik kalmış, nasıl da kötü kokuyor. Kimseye bir zararı yok bunun. Sabaha kadar dolaşır, uykusunun geldiğini bile bilmez. Ama bir uyudu mu da iki gün kalkmadığı olur.”

Mustafa bunları anlatırken Rıfat sanki kendisinden bahsedildiğini biliyormuş gibi ilgiyle dinledi, bir müdahalede bulunmadı. Rıfat’ın ruh hali inişli çıkışlıydı. Sıkıntısının yoğun olduğu günlerde çok yer değiştirirdi: Gelir, oturur, birkaç laf eder, kalkar gider, başka bir yerde oturur, az sonra oradan kalkar, yanıma gelir, oturur, sigara çay içer, kalkar gider, kısaca bu düzen orada kaldığım dört saat içinde bu şekilde devam ederdi. Böyle zamanlarda konuşması da bu ruh halinin izlerini taşırdı. Ama sıkıntısının az olduğu günlerde daha az yer değiştiriyor, performansı da oldukça yükseliyor, daha çok anlaşılır şeyler söyleyebiliyordu. Öyle günlerden birinde yanıma geldi:

“Ne yapıyorsun İsmail? Dedikodudan hoşlanmıyorsun anladığım kadarıyla. Gel, gel, şöyle oturalım!” dedi ve beni oturduğum yerden kaldırarak küçük havuzun yanına götürdü. Kısa bir an havuzdaki balıklara cebinden çıkardığı oyuncak tabancayla ateş ettikten sonra bana döndü, bir şarkıcı edasıyla “Uzun yıllar ötesinden hatırını sorayım mı? Sana gönül bahçesinden bir demet gül vereyim mi?” şarkısını mırıldandı. Son dört kelimeyi söylerken sesi neredeyse duyulmaz oldu. Garsona çay ve simit işaret ettim. Çayını içerken yanımızdan geçen elli yaşlarında şişman bir adamı göstererek:

“Şu dürzüyü bir evlendireydik!” dedi. Adam karşımızdaki masaya oturdu, yanına gelen üç kişiye bir şeyler anlatmaya başladı. Anlattıklarının ilginç olduğu o üç kişinin onu can kulağıyla dinlemesinden anlaşılıyordu. Rıfat yine onu işaret ederek:

“Şu vicdansızdan bıktım be, ne konuşmasında bir meymenet var, ne de” diye söylendi.

“Niye sevmiyorsun adamı?”

“Çok konuşuyor,” dedi. Az sonra kalktı yerinden, gitti şişman adamın masasının yanındaki boş sandalyeye oturdu. Adama bir iki kez ters bakışlar attıktan sonra kalktı, tekrar yanıma geldi.

O sırada yanımızdan geçmekte olan garsona bize çay getirmesini söyledim. Garsonun getirdiği çay bardağını önce titreyen elleriyle sıkı sıkı tuttu. Sonra çayı hızlı yudumlarla bitirdi. Bardağı masaya koyarken:

“Senin çok çayını içtim İsmail, sen neden benim sigaramı içmiyorsun?” diye sordu.

“Ben sigara içmiyorum.”

“İçki içmek daha mı iyi?”

“İçki de içmiyorum.”

“Yanlış.”

Bu, o yaz boyunca aramızda geçen en uzun, mantık örgüsü bakımından en tutarlı konuşmaydı. Hatta iki üç Fransızca kelime bile söylemişti. Sadece “içermek” anlamına gelen “ihtiva etmek” fiilini yanlış kullanmıştı. Çalıştığım liseden emekli olduktan sonra bir dil merkezinde ve dershanede çalışmaya başlayınca yazları artık parka gidemez oldum. Beş yıl sonra 2002 yazında dersimin olmadığı bir gün yine Pınarbaşı Parkı‘na gittim. Park değişmiş, yeni şeyler eklenmişti. Garsona Rıfat’ı sordum, kim olduğunu çıkaramadı önce, tarif edince anladı, oturan bir adamı gösterdi. Kıyafeti kötü olmayan, zayıf da olmayan, aksine seksen kiloya yakın biri idi gösterdiği. “Bu Rıfat değil!” diye düşündüm önce, sonra yanından geçtim tuvalete giderken, oydu ama eskisi gibi hareketli olmayan, durgun, düşünceli bir Rıfat idi bu. Yerime dönünce garsona tekrar sordum, nasıl biri diye. “Çok konuşmuyor ama konuşunca da güzel, derin laflar ediyor” dedi. Görmediğim süre içinde ilgilenilmiş, tedavisi için çaba harcanmış olduğu belliydi. O en kötü durumunda bile benimle olan konuşmaları zaten belli bir mantık içeriyordu, tam anlamıyla ümitsiz bir vaka değildi. Fırıncı Mustafa’nın sözlerini hatırladım, ona hak verdim. Rıfat Manisa Akıl Hastanesi’nden çıktıktan sonraki haline dönmüş, kilo almış, kendine gelmişti. Her kim ona el atmış, tedavisini yaptırmışsa ona içimden teşekkür ettim, selam ve sevgilerimi yolladım…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X