İlhan Ateş
İlhan Ateş
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Kültürpark

Köşe Yazısını Dinle

Bursa’ya Temmuz 1985’de geldik. İlk üç yıl Kültürpark’a çok giderdim. Özellikle yazları o yeşillikler içindeki çay bahçelerinde kitap okumayı çok severdim. Kültürpark yazları daima cıvıl cıvıldı, özellikle festival zamanı kalabalıktan dolayı yürümek veya göl kenarındaki bir çay bahçesinde masa bulmak kolay değildi. Üç yıldan sonra oraya gitmez oldum, eve daha yakın olan yerleri tercih ettim. 1998’de Çelebi Mehmet Lisesi’nden emekli olup da Altıparmak’ta bir dil merkezinde (Çağdil) çalışmaya başlayınca yakın olduğu için tekrar Kültürpark’a dadandım. Ama şaşırarak gördüm ki müşteri yönünden eski Kültürpark’ın yerinde yeller esiyordu. On sene içinde bir yandan yeni açılan süper ve hipermarketler, Zafer Plaza ve internet kafeler yeni cazibe merkezleri haline gelmiş, öte yandan 1994 ve 2000 ekonomik krizleri ortaya çıkmış, üstüne bir de 1999 Gölcük depremi yaşanmış, bunların hepsi başka alanları olduğu gibi Kültürpark’ı da geri plana itmede rol oynamıştı…

Müşterilerin çekildiği o dönemde Kültürpark’ın en bakımsızı olan Cennet Çay Bahçesi’nin en sadık müşterilerinden biriydim. Gerek yaz gerekse de kış hafta içi günlerde orası son derece tenhaydı. Bazı öğleden sonraları müşteri sayısı iki üç masayı geçmezdi. İçeride benden başka müşterinin olmadığı zamanlar bile yok değildi. Öyle günlerde bir müşteri başına altı yedi personel düştüğü bile olurdu. Bu işletmeci ve çalışanlar için olmasa da benim için iyiydi çünkü sigara dumanı ve gürültüsüz bir ortamda kitaplarıma daha iyi odaklanabiliyordum…

Garsonlardan Orhan Gencel ve Naim Tosun’u daha önce çalıştıkları Ulucami’nin yanındaki nargileli kahveden tanıyordum. Orada bir dakika boş durmazlarken burada boş salonda volta atmaktan veya bir müşteri gibi oturmaktan başka yapacak bir şey bulamazlardı. Gözlerimin önünde bir an onların o eski halleriyle bu yeni halleri yan yana gelince durumun vahameti daha bir belirginleşirdi. Onlarla az sohbet etmedim. Anlattıkları buram buram nostalji kokardı. O sohbetlerden birinde Orhan Gencel şunları anlatmıştı:

​ “Babamın ölümünden sonra Nargileli Kahve’de çalışmaya başladığımda daha on altı yaşındaydım. 1968-1991 yılları arasında orada aralıksız yirmi üç yıl çalıştım. Çalışmaya başladığımın ikinci yılında yani 1969’da sıska Çetin evlendi. Cumartesi saat 07.00’de çalışmaya başladım. Patron ‘Çetin evlenecek, bu nedenle sen Pazar da tam gün çalışacaksın. Pazartesi Çetin gelecek’ dedi. On yedi yaşında bir çocuk olarak o zaman çok safmışım demek ki. Pazar gecesi evlenen bir adam Pazartesi işe gelebilir mi? Gelemez tabii. O zaman orası 24 saat açıktı. Gece 12.00’den sonra şoförler, sabaha doğru pavyoncular, sabah namazından sonra da camiden çıkanlar gelirdi. Daha sonra gün başlar ve diğer müşteriler, nargileciler kahveyi doldururdu. Pazartesi çalıştım, Salı çalıştım, Çarşamba çalıştım. Bu süre içinde günde en çok bir iki saatlik bir uykuyla yetinmek zorunda kaldım. Hiç unutmuyorum, o Cumartesi çok kaliteli bir çift ayakkabı almıştım. Onu hiç çıkarmadan beş gün giyince alttan uzunlamasına boydan boya delinmişti. Anladım ki terleyen ayaklar ayakkabının tabanını çürütmeye yetmiş. Çarşamba saat 14.00 idi. Çetin hala ortalarda yok. Rahmetli Aziz abi beni gördü. Yüzüme şöyle bir baktıktan sonra hemen patrona döndü ‘Bunu gönderin eve ya, çocuk ölecek!’ dedi. Bir taksi tuttum, eve gittim. Gider gitmez uyudum ve ancak Perşembe akşama doğru kalktım. O zamanlar günde 1.300 çay satardık. Söylemesi kolay ama 1.300 çok büyük bir rakam. Yoruluyorduk gerçi ama çok iyi para alıyorduk o zamanlar. Gece kulübüne giderdim, parayı koyacak yer bulamazdım. Bir kenara para koymadığımız için şimdi zorluk çekiyoruz. Bereket kirada değilim, kendi evim var” demişti…

Kısa boylu Kadir Beyazıt, Orhan Gencel’den daha gençti ama onun çalışma hayatı hep Kültürpark’ın çeşitli çay bahçelerinde geçtiği için durumu ondan daha iyi biliyordu:

​ “1984’den başlayarak Kültürpark’ta değişik çay bahçelerinde çalıştım. Körfez krizinden, daha doğrusu 1993’den sonra işler bozuldu. 1980’lerde öyle paralar kazandık ki anlatılamaz. Mesela ben 1987’de bana otuz milyona malolan evi kimseden beş kuruş almadan yaptım. 1985’de bir gece kulübünde bir gecede bıraktığım parayı söylesem bana inanmazsın. Şimdiki duruma göre o zamanlar demek ki günde 50-60 milyon kazanıyorduk. O sıralar benim bir akraba ‘Gel seni Tofaş’a sokayım’ dedi. ‘Ne kadar alacağım?’ diye sordum. Bana bir rakam söyledi. ‘Ben bunu bir Pazar günü alıyorum!’ dedim. Şimdi durum değişti ama, işler tersine döndü. Sadece bizde değil bu durum, tekstilde de durum aynı, tekstil de öldü. Millette para olmayınca artık ailesini alıp gelemiyor buraya” diye anlattı.

​ Gündoğdu köyünden Sedat isimli garson da buna benzer şeyler anlatmıştı. Kazandıkları paranın haddi hesabı olmadığından dem vurmuş, bekarken bir dost tuttuğunu ve ona Çekirge’de bir ev kiraladığını anlatmış, “Gece vakit geçse köye taksi tutarak giderdim, hiç ırgalamazdı beni, hadi şimdi git erkeksen. Hafta içi elimize geçen günlük iki üç milyonun 500 bini minibüse gidiyor, geriye kalanla ne yapılır ki?” diye yakınmıştı acı acı…

“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir,” diyen filozof Herakleitos haksız mı?…

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X