Selahattin, ki herkes ona Beşevler’de Selo der, küçük bir dükkanda camcılık yapan, Bayburtlu, yuvarlak yüzlü, ellili yaşların başında, esmer, deste orta boy pehlivan görünümünde bekar biri. Dükkanının camında “Camcı Selo 7/24” yazar, ona dayanarak bir gün “Bu hafta gece iki ile üç arası seni çağırabilirim, bir cam işi var!” dediğimde şaşırarak “Niye gündüz değil?” diye sormuş, ben de camdaki yazıyı göstermiştim. Anlayınca gülmüştü. Bugün onunla iki kez karşılaştım. İlkinde dükkanının önünde bir araba lastiğinin üstüne oturmuş düşünceli bir şekilde karşıdaki duvara bakıyordu. Onun bu halini fıçıda oturan Diyojen‘e benzettim. Bunu kendisine söylediğimde Selo:
“Biliyorsun, benim tahsil ilkokul, kim bu Diyojen?” diye sordu.
“Sinop’ta bir fıçıda oturmuş halde heykeli olan filozof. Çok eskilerde, İskender zamanında yaşamış, fıçıda, sokaklarda yaşayan biri. Bir gün fıçıda bir şeyler yazarken İskender yanındakilerle ona yanaşmış. ‘Ben kral İskender’im. Benden ne istersin?’ diye sormuş. İskender ve yanındakiler güneşi engelledikleri için yazmada zorlanan Diyojen ‘Gölge etme başka bir şey istemem!’ demiş. Diyojen bu işte. Lastikte oturmuş ne düşünüyordun Selo?”
“Hocam, insanlar çok bozulmuş. Yardımlaşma, başkalarını düşünme diye bir şey yok. Adamın evi var, arabası var, oğluna ev almış, hala ağlaşıyor, ben ağlamıyorum o ağlıyor işte! Yanlış anlaşılmasın, durumumuzu hiç iyi görmüyorum” dedi.
İkinci karşılaşmamızda dükkanının önünde ayakta durmuştu. Çay içmeyi teklif etti, çabuk getirilmesi şartıyla kabul edeceğimi çünkü yarım saat sonra Beşiktaş’ın maçını seyretmek için eve döneceğimi söyledim. Kendisi hemen yakındaki çay ocağına gitti, iki bardak çayla döndü.
“Ben de Beşiktaş’lıyım. Sana nasıl Beşiktaş’lı olduğumu anlatayım mı?” diye sordu.
“Bir kişinin bir takım tutmaya başlamasına kim veya ne sebep olmuştur sorusunun cevabı hep ilgimi çekmiştir. Anlat, bakalım senin hikayen nasılmış?” dedim.
“On üç-on dört yaşlarındaydım. Nilüfer tren istasyonu yanındaki sitenin inşaatında çalışıyor, briket yapmak için çeşmeden su taşıyordum. Belki benim yaşlarda, belki benden biraz büyük bir kız karşıdaki evin balkonundan bana ‘Beşiktaş kaçıncı?’ diye sordu, bir cevap veremedim. Suyu inşaata götürünce oradaki bir ustaya ‘Beşiktaş nedir?’ diye sordum çünkü Beşiktaş’ın ne olduğunu bilmiyordum. Usta alaycı bir şekilde ‘Beşiktaş’ı bu yaşa kadar hiç duymadın mı? Beşiktaş bir futbol takımıdır!’ dedi. Sonra Beşiktaş hakkında bilgi toplamaya başladım. Kız daha sonra bir iki kez daha Beşiktaş hakkında sorunca hepsine cevap verdim. Hoşuma gitti hem kızla konuşmak hem de Beşiktaş hakkında yeni şeyler öğrenmek. Ondan sonra bir hasta taraftar oldum sorma. Elektrik direklerine, duvarlara ‘Selo Beşiktaş’ diye yazdım durdum.”