İlhan Ateş
İlhan Ateş
E-Posta: [email protected] YAZARIN TÜM YAZILARI

Bir yazarın ardından

Köşe Yazısını Dinle

Bazı yazarlar vardır insanda tiryakilik yaratırlar. Bir iki kitabını okursunuz “Bu yazar beni sardı başka kitaplarını da okuyayım!” dersiniz sonra bir bakarsınız yazarın tüm kitaplarını okumuşsunuz! Bu yıl 30 Nisan’da yetmiş yedi yaşında ölen Paul Auster işte böyle tiryakilik yaratan bir yazardı. İşin ilginç tarafı kendi ülkesi Amerika’dansa Avrupa’da daha çok tanınır, daha çok okunurdu. Geride otuz civarında roman, anı, tiyatro yapıtı bırakan Paul Auster yazarlığa sekiz yaşında başlamıştır! O bu olayı şöyle anlatır: “Çocukken beyzbola çok düşkündüm, en hayranlık duyduğum oyuncu Willie Mays idi. Sekiz yaşımdayken bir gün babam beni beyzbol maçına götürdü. Maç bitiminde hayranı olduğum Willie Mays’den imza almak istedim ama ne bende ne onda kâğıt kalem vardı, imza alamadım, bu beni çok üzmüştü. O günden sonra cebimde hep bir kalem ve kâğıt taşıdım. Cebinizde bir kalem varsa bir gün onu kullanma gereğini duyarsınız, benim yazarlığım sembolik olarak öyle başladı,” der. Auster, kitap yazmanın bir yalnızlık, bir sessizlik işi olduğunu söyler. “Yazar, sessiz bir ortamda masa başında tek başına çalışan bir insandır. Kitaplar böyle ortaya çıkıyor” diye ekler…

Otobiyografik yapıtlarından biri olan “Yalnızlığın Keşfi” kitabının birinci bölümünde babasını anlatır Paul Auster. “Babam Sam sağlığı çok iyiyken aniden öldü. Sigara ve alkol kullanmayan, sekse fazla bir düşkünlüğü olmayan, cimri bir adamdı babam. Modayı yirmi yıl geriden takip eden biriydi. Annemle on sekiz yıl evli kaldı. Annem daha balayındayken ne kadar yanlış biriyle evlenmiş olduğunu anlamış. Ben doğduğumda annemi hastahaneye kız kardeşi götürmüş, babam gelmemiş. O kendinden hiç bahsetmezdi, sizin konuştuklarınızla da ilgilenmezdi. Örneğin siz bir şeyden bahsedersiniz, o tamamen başka bir şeyden. Onunla iletişim kurulamazdı, görünmez bir adamdı. Yanında bulunmak sizi gererdi, sıkardı, çok sıkıcıydı onun yanında olmak. Bunaltırdı sizi varlığıyla. Oğlum Daniel doğduğunda bir kez kucağına aldı ‘güzel bir bebek, iyi şanslar!’ dedi o kadar. Baba sevgisi görmedim, çünkü benimle hiç ilgilenmedi çocukken. Benden üç buçuk yaş küçük kızkardeşim çok hassas, şüpheci, kırılgan biriydi. Büyüdüğünde psikolojik, ruhsal sorunları başladı. Şizofrendi kardeşim. Ama babam onun hastalığını kabul etmezdi. Psikiatristlerden nefret ederdi. Onun mega vitamin haplarıyla iyileşeceğini düşünür, ‘silkin, dön kendine gel!’ derdi. Onun bu tavrından dolayı pahalı ilaçları alamadı, yeterli tedavi göremedi kardeşim ve bir türlü kendine gelemedi. 1959’da peşin parayla aldığı evde boşandıktan sonra on beş yıl tek başına yaşadı. O süre içinde evde hiç boya tadilat yapmadı, tek mobilya almadı, evi temizletmedi. Hep dışarıda yediği için de evi sadece yatmak için kullandı. ‘Sat bunu, daha küçük bir ev al!’ dedik ama dinletemedik. Evi ancak ölümünden on gün önce satmaya karar vermişti. Ölmeden üç gün önce aldığı yeni arabayla da sadece altmış yedi mil yapmıştı. İlginç tesadüf, öldüğünde de altmış yedi yaşındaydı. Dört erkek, bir kız kardeşin en küçüğüydü babam. Kardeşleriyle iş yapar, onlarla iyi geçinir, onlara söz söyletmezdi. Kız kardeşinin oğluna çok ilgi gösterdi, onu evlendirdi, sorunlarıyla ilgilendi. Evlendikten sonra da ilgisini kesmedi, haftada bir onlarla yemek yerdi. Öldüğünde kuzenim ‘bu hafta sonu bize gelecekti!’ diye ağladı durdu. Sanki onun oğlu ben değildim de oydu, nitekim onu teselli eden ben oldum! Şiirle uğraşmama akıl erdiremezdi başlarda. Ama kitaplarım basıldıkça bir tane de ona gönderirdim. Beni Paris’teyken ziyarete geldi ama aksi tesadüf o sırada ağır bir grip geçirmekteydim ve senaryosunu yazdığım bir yapımcı iki gün sonra karısının kitap işine yardım etmem için bir aylığına beni iyi bir para karşılığında Meksika’ya gönderecekti. Aldığım parayı görünce babam çok memnun oldu ve edebiyatın da para getirdiğine böylece inandı. Ayda bir telefonla konuşur, yılda üç dört kez ziyaret ederdim onu. Emlakları vardı epeyce.  Kiraya verirdi onları, kiracıların sorunlarıyla uğraşırdı, işiyle çok ilgiliydi. Bir yerde hayatı hep işle, çalışmakla geçti. İyi para yapmıştı. Minimum masraflı bir yaşantı sürerdi babam. Paralı biri olmasına rağmen dıştan onu görenler fakir biri olduğunu sanırdı,” diye anlatır…

“Yalnızlığın Keşfi” kitabının ikinci bölümdeyse Paul Auster kendini A olarak tanıtır ve açtığı hafıza kitabından kronolojik sıralamaya bakmayarak kopuk kopuk anılarını dile getirir. Anne tarafından dedesi hastahaneye yattığında yedi sekiz hafta süreyle o bakıyor dedesine. Sihirbazlığa meraklı olan dede fırsat buldukça sahneye çıkar, çeşitli gösteriler yaparmış. Dedenin beyzbole düşkünlüğü onunla torunu arasındaki ortak dil. “Mutluluk bir insanın odasında sessiz ve sakin bir şekilde oturabilmesidir” der Paul Auster. (Doğru söz gerçekten, huzursuz olduğumuzda “odalara sığmıyorum!” diyerek kendimizi dışarılara atmaz mıyız?)  Yirmi beş otuz yaşları arası Fransızca’dan İngilizce’ye tercümeler yaparak para kazanmış Auster. “Tercüman, yazarın ruhu gibidir. Yazar hem ordadır hem değildir… Kelimelerin kafiye yaratması gibi olaylar da kafiye yaratır. M adlı biri Paris’te bir oda kiralar. Bu, babasının 2. Dünya Savaşı esnasında Nazilerden gizlendiği aynı odadır. Olayların kafiye yaratmasına bir örnektir bu… Yürüme küçük çapta bir seyahat olduğu kadar düşünceler için de bir seyahattir” der…

Paul Auster “Yazı Odasında Yolculuklar” adlı kitabında da şöyle bir şey anlatır: Bir adam yeni gitmeye başladığı bir barda her gün aynı anda üç duble içki ister ve sonra hepsini teker teker içip gider. Bu haftalar boyu böyle devam eder. Bir gün barmen “Neden teker teker istemiyorsunuz da böyle üç dubleyi aynı anda istiyorsunuz?” diye sorduğunda adam “Biz birbirini çok seven üç kardeşiz. Ama üçümüz de Amerika’nın değişik yerlerindeyiz.  Üçümüz de aynı saatlerde bir bara gidip böyle yapıyoruz ve birbimizin şerefine kadeh kaldırıyoruz, kadeh tokuşturuyoruz,” der. Birkaç ay sonra adam iki duble içki getirmesini söyleyince barmen “Kardeşlerden birine birşey mi oldu? Neden üç değil de iki kadeh?” diye sorunca adam “Ben içkiyi bıraktım,” der…

Kitaplarından bazıları: Newyork Üçlemesi, Sunset Park, Kış Günlüğü, Timbuktu, Şans Müziği, 4321, Kehanet Gecesi, Ay Sarayı, Cebi Delik, Son Şeyler Ülkesinde, Yazı Odasında Yolculuklar

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X