Hasan Ali Çavuş
Hasan Ali Çavuş

Karanlıkları ezenlerin hikâyesi: Kabataş…

Köşe Yazısını Dinle

‘Bilgiyi mi öğrenmiştik okulumuzda, yoksa hayatı mı?’

Cumhuriyet mi kurdu lisemizi, yoksa Cumhuriyet’i biz mi kurduk?

Kardeşliği, arkadaşlığı, dayanışmayı mı tanıdık, yoksa bir geleneği mi yaşattık?

Bu sözler, mezunu olmaktan gurur duyduğum Kabataş Erkek Lisesi ile ilgiliydi…

Birand yapımı ‘Bir aydınlanma hikâyesi’ başlıklı belgeselin girişinde dile getirilen bu soruların cevabını bulmak, zor olmamıştı benim için…

Her biri için ‘evet’.

Kabataş, tarihi boyunca bir okuldan çok ötesiydi…

Yaşadıklarım, bana kattıkları ve tarihi bunu açıkça ortaya koyuyor.

***

Şimdi gelin kuruluşundan bugüne Kabataş Erkek Lisesi’nin hikâyesine uzanalım.

1892 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü durduracak projelerden biri olarak ‘Aşiret Mektebi’ adı altında kuruldu.

İmparatorluğun Arap, Kürt ve Arnavut vilayetlerindeki aşiretlerin önde gelen çocukları burada eğitim görecekti.

Kabataş’taki Esma Sultan Sarayı’nda okuyacak çocuklar, Osmanlı’ya duydukları aidiyet duygusu ile umut olacaklardı.

Farklı coğrafyalardan, törelerden, inançlardan 50 çocukla yola çıkıldı.

Ancak işler istendiği gibi gitmedi.

16 yılda 600 öğrencinin üçte biri mezun olabildi.

Proje başarısızlıkla sonuçlanınca, Abdülhamit okulun kapısına kilit vurdu.

1907’de geriye sadece 2 öğrenci ve biraz ödenek kalmıştı.

Bunların ve öğretmenlerin yeni açılacak idadiye devrine karar verildi.

Bu karar, günümüze kadar uzanan Kabataş için milat oldu.

18 Nisan 1908’de Kabataş Mektebi İdadisi’nde 276 öğrenci için ilk ders zili çaldı.

Küllerinden yepyeni bir okul olarak doğan Kabataş, çökecek olan imparatorluğun yerine kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin habercisi gibiydi adeta…

Atatürk, 1908’de görev yaptığı Selanik ve Trablusgarp’tan İstanbul’da yaşananları dikkatle takip ediyordu.

Aynı günlerde Kabataşlılar da karanlığı ezenlerin hikâyesini yazmaya başlamıştı.

***

Bir süre sonra yine zorlu bir döneme girildi.

Balkan savaşlarında Osmanlı bölgeyi terk etmek zorunda kaldı.

1913’te Kabataş hiç mezun vermedi.

Çünkü öğrenci ve öğretmenler vatan savunmasına katılmıştı.

Okul, 7 Mart 1913’te aldığı kararla kırmızı-beyaz renklerini kırmızı-siyah olarak değiştirdi.

Şehitlerin yası, okulun kimliğine kazındı.

Tarih hocalarıma ve memleketim Batı Trakya’ya saygımdan hatırlatmadan geçmeyeceğim.

31 Ağustos 1913’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda bir laboratuvar görevi gördüğü ifade edilen tarihteki ilk Türk Cumhuriyeti Batı Trakya’da kurulmuştu.

Tekrar Kabataş’a dönersek…

Okul, eğitim programındaki köklü değişiklikle Kabataş Sultanisi oldu.

Başarılarıyla öne çıkan Kabataş, 1. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yine öğrencilerini ve öğretmenlerini vatan savunması için cephede ve bürokraside görevlendirdi.

Çanakkale’de şehit düşenler oldu.

O kahramanların isimleri, okulun bahçesindeki şehitler anıtında yazıyor.

İstanbul’un işgal edilmesinin ardından Kabataş, bu kez Mustafa Kemal’in kurtuluş mücadelesine dahil oldu.

1919 ve 1920’de okul yine mezun vermedi.

Kurtuluş Savaşı sürecinde ise sadece 5 öğrenci diploma alabildi.

Cumhuriyet’in ilanından sonra okulun adı Kabataş Erkek Lisesi oldu, bir süre sonra da Kabataş’taki yerinden bugünkü Feriye Saraylarına taşındı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık yüzleri, İstanbul Boğazı’nda bir yıldız gibi parlıyordu.

Başarıları Büyük Önder’in de dikkatinden kaçmamıştı.

Kabataşlı öğrenciler, Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. yılında Ankara’daki törene kendilerine has izci kıyafetleri ile katıldılar.

Bunu gören Atatürk’ün dilinden şu sözler döküldü:

“Kabataş’ın methini çok duyuyorum, kutlarım. Devam etsinler.”

***

Kabataşlılar da Büyük Önder’in işaret ettiği yoldan hiç şaşmadılar.

Çok çalıştılar her alanda büyük başarılara imza attılar.

Anadolu’nun dört bir yanından gelen yatılı öğrenciler için bilimin ışığı, gece geç saatlerde tuvaletlerde dahi yanıyordu.

Gecenin bir yarısı ışıkların tek yandığı yer olan tuvaletlerde kitap ve gazete okuyordu öğrenciler.

Okul, disiplinli olmasının yanı sıra, bir o kadar özgür ve renkliydi.

Bundan dolayı, Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı’nın en önemli ilham kaynağı oldu.

Kabataş’ta okuyan oğlu Aydın Ilgaz yaşadıklarını babasına anlatır, o da yazardı.

Örneğin, ‘Badi Ekrem’ karakterinin gerçeği, Kabataş’ın beden eğitimi öğretmenlerinden ‘Bacak İsmail’di.

Kabataş’ı ayrıcalıklı kılan hocalarıydı tabii ki…

Kimler yoktu ki…

Reşat Nuri Gültekin, Ömer Seyfettin, Faruk Nafiz Çamlıbel, Faik Dranaz, Zeria Bali, Adnan Dinçer ve daha niceleri…

Freddie Mercury’i öldüğü gün, öğrencilerine onun hayatını anlatan Oktay Tuncer’in edebiyat ve hayat derslerini kim unutabilir ki…

Ben de ondan ders almanın onurunu yaşadım.

Hatırlatmakta fayda var…

Kabataş öğretmenleri kadar ünlü mezunları da çoktur…

Süleyman Seba, Ahmet Taner Kışlalı, Hakkı Devrim, Adnan Kahveci, Hasan Pulur, İskender Paydaş, Küçük İskender, Sabih Kanadoğlu bunlardan sadece bazıları…

***

Neyse…

Tekrar okulumuzun tarihi sürecine dönecek olursak…

Türkiye 27 Mayıs’a sürüklenirken, Beyazıt’taki gençlik gösterilerinde Kabataşlılar ilk sıralardaydı.

İskenderun’da Atatürk’ün heykelinin bombalandığı haberinin ardından, okulun kapısını kırarak, Taksim’deki gösterilere giden tek liseli öğrenci grubu da Kabataşlılardı.

İşte en güzide devlet lisesinin ruhu böyle bir ruhtu.

Vatan sevgisi, bilgi, çalışkanlık, özgürlük, Atatürk, Cumhuriyet, sanat, spor, dayanışma onlar için vazgeçilmezdi.

Bu arada dünyanın en güzel okulunun manzarası, 1973’te Boğaziçi Köprüsü ile taçlandı.

O tarihten sonra mezun olan her öğrencinin albümünde, solda tarihi okul binası arkada yeni adı 15 Temmuz Şehitler Köprüsü olan Boğaziçi Köprüsü’nün yer aldığı fotoğrafı vardır.

***

1979’a gelindiğinde okulda kız öğrenci devrimi yaşandı.

Kabataş Erkek Lisesi’nin 29 kızı vardı artık…

Ancak bu renkli günler sadece bir yıl sürdü.

12 Eylül 1980 darbesi Kabataş’ta kız öğrencilere de darbe yaptı!

Kızlar gitse de, öğretmenler lisenin koridorlarında nöbet tutan askerlere hiç taviz vermedi.

Eğitimin saygınlığını hep korudular.

Ders sırasında askeri sınıfa sokmayan Oktay Tuncer bu hocalardan biriydi.

Resim hocası Oya Çamoğlu da, Nuktu resmetme üzerine işlediği dersinde sınıfa girmek isteyen askere ‘çık dışarıya’ diyerek, evlatlarını 12 Eylül’ün karanlık atmosferinden uzak tutmaya çalışanlardandı.

Öğrenciler ihtilalde dahi Çırağan Caddesi’ndeki bayraklı, tezahüratlı klasik yürüyüşlerini sürdürdü.

Özgürlük onların ruhunda vardı.

Kabataş Erkek Lisesi ile Galatasaray Lisesi’nin kız öğrenci yurdunu ayıran duvarı, Berlin Duvarı’nın ardından delenler de onlardı…

Çok özel bir yerde bulunan okul binasının turizme kazandırma bahanesiyle alınmak istenmesinin ve liyakatı bitirecek anlayışın karşısında da onlar vardı.

Eğilmediler, hep dimdik durdular…

Kazandılar.

***

1987’de kurulan Kabataş Erkek Lisesi Eğitim Vakfı ve Kabataşlılar Derneği’nin liseye kattıklarını hatırlatmadan geçmemek lazım.

Lise, 1992’den bu yana kızlı erkekli…

Dünyanın en güzel yerindeki okulun öğrencileri, hâlâ Türkiye’nin en başarılıları arasında yer almaya devam ediyor.

Atatürk’ün işaret ettiği muasır medeniyetler seviyesine doğru yol alanlar arasında en ön sıralarda onlar var.

Üniversiteler tarafından kapışılıyorlar adeta…

***

Gelelim yazının çıkış noktasına…

Geçtiğimiz pazar günü Kabataş Erkek Lisesi’nin geleneksel pilav günü vardı.

Ben de oradaydım.

Batı Trakya’dan gelmiş idealist bir grup arkadaşla, ailelerimizden habersiz Milli Eğitim Bakanlığı’na giderek araladığımız ve mezunu olmaktan gurur duyduğum Kabataş Erkek Lisesi’nin kapısından girerken yine çok duygulandım.

Bir ara, Veli Hoca (Foksi) geç kaldığımız için bizi danışmada bekliyor zannettim.

Birçok hocamız gibi vefat ettiğini öğrenince çok üzüldüm.

Okul binasına girdiğimde Müdür Yardımcısı Fahri Babaç canlandı gözümde, lise 1’deki sınıfımda matematikçi İbrahim Aktaş’ın sesini duyar gibi oldum bir ara…

Sanki ilerideki koridorda Müdürümüz Korel Haksun yürüyordu. 

Başında her zamanki gibi kasketi vardı…

Bahçedeki kalabalığa karıştığımda dev cüssesi ve kocaman yüreği ile bizlere yatakhanede ağabeylik de yapan beden eğitimi öğretmeni Rıdvan Hoca’yı görür gibi oldum ama o değildi…

Derken…

Karşımda efsane hocalardan Cumhur Işın…

Hemen koştum yanına…

Uzun uzun konuştuk.

78 yaşında ama maşallahı var.

Allah uzun ömürler versin.

Esprileri de kendine has üslubu da aynen devam ediyor.

Akıllı telefonların ilk çıktığı günlerde bir öğrencisi ile yaşadıklarını anlattı.

Çok güldüm ama malum nedenlerden dolayı yazamam!

Bu arada kendisi evinin bir bölümünü laboratuvara çevirmiş, deneylere ve buluşlara devam ediyor.

Cep telefonundan izletti bana, müthiş…

Her biri TÜBİTAK ödülüne layık.

Efsane olmak kolay değil…

Bu arada pilavımızı yedik, ardından konser alanına geçtik.

Gece Yolcuları sahnedeydi…

90’lı yıllardan bugünlere uzanan şarkılarla müthiş bir müzik ziyafeti çektiler bizlere…

Müzik yarışmalarının kralı Kabataş’a da bu yakışırdı zaten…

Bu okulun öğrencileri müziği Faris Akarsu gibi değerlerden öğrendi.

Konserin finalinde gür bir sesle haykırdık Boğaz’dan dünyaya…

‘Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa…’

***

Konser alanındayken kantine bir göz attım.

Modern bir cafeye dönüşmüş.

İlk aklıma gelen arkadaşım Rıdvan ile çok tükettiğimiz ekmek arası patates kızartması oldu.

Hani şimdi ‘patso’ diyoruz ya…

Kabataş’ta patsoda sosislinin salçası vardı, ketçap ve mayonez değil.

Tadına doyum olmazdı…

‘Var mıdır acaba, sorsam mı’ diye düşündüm ama biraz önce mis gibi etli pilavımızı yedik, ayranımızı içtik, üzerine iki de tulumba tatlısı götürdük…

Yeter kardeşim, 50’yi devirmişiz.

***

“Seneye görüşmek üzere” diyerek veda ederken lisemize, tam kapının yanında maçlara kaçtığımız günler geldi aklıma…

Çırağan Caddesi’ne adım attığımda ise Beşiktaş’a doğru grup halinde ellerimizde yükselen kırmızı siyah bayrakla yaptığımız tezahüratlar…

Bir ara mırıldandım; ‘Ortaköy’den geliyoruz oy oy…’

Ardından ‘hoppa ninna’ diye başladım ama yanımda canım kızımın olduğunu fark ettim.

Kestim…

Çırağan Caddesi’nin iki tarafı Atatürk posterleri ile kaplı yolunda asırlık çınar ağaçlarının arasında yürürken bize Kabataş Marşı yakışır dedim ve başladım okumaya…

“Tarihtir baştan başa bakarsan Kabataş’a

Devrimler yaratarak katılır her savaşa

Bağlıdır ‘Ata’sına yurduna ve yurttaşa

Bilgidir yolu koşar sel gibi taşa taşa.

Güneştir ışık saçar her başa ve her yaşa

Erdemlik yarışında güvendir arkadaşa

Millete hizmet için can verir koşa koşa

Hocanla talebenle Lisemiz sen çok yaşa.”

ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BUGÜN EN ÇOK OKUNANLAR

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X