Doğduğum topraklarda can ve mal güvenliğim olmadığı gerçeğiyle iki yaşımda yüzleştiğimi yıllar sonra öğrendim.
Rahmetli annem 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı sürecinde yaşadıklarımızı anlattığında çok şaşırmıştım.
“Köyden geçen Yunan askerleri ellerini boğazlarına götürerek ‘sizi keseceğiz’ işareti yapıyorlardı. Olası baskınlara karşı her gece iki üç aile bir evde toplanırdık. Kapılar iyice kilitlenir, arkasında baltalar, satırlar hazır tutulurdu. Gece kimse dışarı çıkmaz, ölüm sessizliği içinde otururduk. Çok küçük olduğundan ses çıkarmaman ve ağlamaman için yalvarıyorduk.”
İşte bu sözlerle Batı Trakya’nın gerçekleri ile tanıştım.
***
Sonra okula başladım.
Eğitim iki dilde…
Bir saat arayla iki farklı dilde ders.
‘Alfa, vita, gama’ diyoruz, bir saat sonra ‘a, b, c’ye geçiyoruz.
Zaten bir yıl erken okula gönderilmişim, kafam karıştıkça karışıyor..
***
Bu arada bir şey de gözümden kaçmıyor.
Yunan öğretmenle, Türk öğretmenlerin arasında zaman zaman soğuk rüzgârlar esiyor..
Sabah Yunanistan marşını okuyor, Yunan bayrağını göndere çekiyoruz.
Ardından din dersinde İslam’ı öğreniyor, sonra Yunanca, birazdan hayat bilgisi dersi, daha sonra Yunan tarihi ve mitolojisi…
Yunanistan’ın resmi bayramlarında Yunanca şiirlerin yanı sıra, Türk şairlerin şiirlerini de okutuyorlar bizlere…
***
Türk öğretmenler canını dişine takarken, Yunan öğretmende aynı gayreti göremiyoruz.
Sonraları Yunancanın, bu topraklarda yeri olmadığı düşünülen Türk azınlığa öğretilmek istenmediğini iyi anladım…
Bir süre sonra da okulumuzun tabelasının değiştiğini idrak ettim.
Büyüklerimizin zamanında tabelalarda Türk yazdığını fotoğraf albümlerimizde gördüm.
***
Köyümdeki bir garip durum da iki ilkokulun olmasıydı.
Biz pazar günleri tatil yaparken, diğer okulda cuma günleri eğitim olmuyordu.
Atina’nın İslam dinini çok sevdiğinden değil, Türk azınlığı bölmek için ilkokul ve camiler dahil her yolu denediğinin bir göstergesiydi bu…
Sonraki yıllarda azınlık liselerine alternatif liseler (gimnazyum) ve dernekler yaratma çabası ortaya çıktı…
***
Neyse…
Yıllar su gibi akarken evde büyüklerin konuşmalarından durumun hiç iç açıcı olmadığını fark etmeye başladım.
Köyde bazı aileler elde ne varsa satıyor ve anavatan Türkiye’ye göçüyordu.
Bizim evde de hep bir Türkiye muhabbeti vardı.
Bursa’da arsa alınmış, kazanılan her kuruş neredeyse oraya akıyordu.
Evin bir an önce tamamlanması gerektiği söyleniyor, ailenin reisi dedem anavatanda bir kapı açmak gerektiğini sık sık dile getiriyordu.
***
Aksini düşünmek mümkün mü?
Türklere ehliyet verilmiyor.
Akan çatıdaki bir kiremiti değiştirmeye bile müsaade yok.
Sık sık çeşitli bahaneler ileri sürülerek insanlar karakollara çekiliyor.
Belirli bölgelere giriş çıkış izne tabi…
Düşünsenize köyünüze pasaport benzeri bir izin belgesi ile girip çıkmak zorunda bırakılıyorsunuz.
Hem de bir AB ülkesinde!
Tek suçunuz Yunanistan’da Türk olmak.
***
Bu arada okulların ardından azınlığın sembol kurumlarındaki Türk yazılı tabelalar da indirilmek isteniyordu.
Sözde yargı kararlarındaki gerekçelerde; tarih ve tarihi belgeler yok sayılıyor, Yunanistan’da Türk soylu vatandaş olmadığı iddia ediliyordu.
Türk azınlık Atina tarafından ‘Helen Müslümanları’ olarak adlandırılmaya başlamıştı.
Türk televizyonu ve radyoların yayınları da artık engelleniyordu.
İnsanlar ellerinde antenler, radyolarla yükseklere çıkarak TRT yayını arıyorlardı.
Haberi geçtim, o güzel radyo tiyatrolarını ve Türkçe şarkıları dinleyememek ne kadar acıydı bilemezsiniz.
***
Türk esnaf da ruhsat iptali dahil her türlü cezaya çarptılıyordu.
Tarlada çift sürülen traktörün üzerindeki Ahmet, Mehmet amcadan verilmeyen ehliyet isteniyor ve yüklü cezalar kesiliyordu.
Türklerin kahvehanelerde toplanması bile rahatsız ediyordu artık Atina’yı…
İş ezan sesinin kısılmasına kadar gelmişti bir ara…
Ne tesadüf!
Aynı dönemde Rodopların diğer tarafında yer alan Bulgaristan’daki Türklere yönelik de baskılar artmış, hatta kan akmaya başlamıştı.
Ana kucağında Türkan bebek bile katledilmişti.
***
Atina’da 1960’lı yıllarda şekillenen ve hiç aksatmadan uygulanan planlar sonuçlarını veriyordu artık.
Göç hızlanmıştı.
Hâlâ direnen aileler ise, ‘bari onlar kurtulsun’ diyerek çocuklarını anavatana yatılı okullara gönderiyordu.
Her türlü zorluğu, baskıyı sineye çeken Türk azınlık etnik kimlik inkârını bir türlü kabullenemiyordu.
Lozan Antlaşması ile emanet edildiği ülkesinde vatandaşlık görevini eksiksiz yerine getiren azınlık, karşılaştığı bu tavıra çok içerlemişti.
***
Artık sesi yükseltme zamanıydı…
Batı Trakya’nın ileri gelenleri, 29 Ocak 1988 tarihinde Gümülcine’de geniş katılımlı bir yürüyüş planladı.
Amaç yaşananları Avrupa ve dünyaya duyurmak, Atina’yı uyarmaktı.
Batı Trakya Türkleri ‘Artık yeter’ diyerek her yerden Gümülcine’ye akın etti.
Yollarda yürüyen on binler ‘Türküz’ diye haykırıyordu.
Batı Trakya’da tarihi bir gün yaşanıyordu.
***
‘Türküz’ diye haykıran grupların, farklı illerden takviye getirilen polislerle oluşturulan güvenlik duvarlarını aşması zor olmuyordu.
Azınlık ileri gelenlerin de uyarıları ile belirli gruplar şehir dışında tutuldu, ancak binlerce kişi Gümülcine’ye girmişti.
Atina’nın izin vermediği yürüyüş fazlasıyla etkili olmuştu.
Ancak polis şiddetine maruz kalan çok sayıda soydaş vardı.
Olaylar, çok büyümeden Türk azınlığın sağduyusu ile sona erdi.
***
İki yıl sonra bu defa 29 Ocak 1988’de yaşananları anmak için Gümülcine’de bir program düzenlendi.
Ancak bu defa karşımızda polis değil, karanlık güçler vardı.
Hastanede yatmakta olan bir Türkün yanındaki Yunan hastayı öldürdüğü yalanıyla kışkırtılan Yunan gruplar, Türklere ait işyerlerini yerle bir etti, yağmalar oldu.
Çok sayıda azınlık mensubu dövüldü.
Nezarethanede ölenler oldu.
Ve bütün bunlar polisin gözü önünde gerçekleşti.
***
Bugün Batı Trakya Türkleri, ‘Toplumsal Dayanışma ve Milli Direniş Günü’ olarak adlandırdıkları 29 Ocak’ları anıyorlar.
***
Peki yazının başından bu yana anlattıklarımdan sonra Batı Trakya’da ne değişti?
29 Ocak vatandaşlık hakları anlamında bir milat oldu.
Avrupa mecburen sesini yükseltti ve Yunanistan bu hakların büyük bölümünü vermek zorunda kaldı.
Ancak haksız uygulamalar hâlâ devam ediyor.
***
Lozan’dan kazanılmış azınlık haklarına gelince; değişen bir şey yok.
Maalesef bir arpa boyu yol alınamadı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), İskeçe Türk Birliği (İTB) lehine kararı, Atina tarafından 13 yıldır uygulanmıyor.
Yani Türk yazılı tabelalar asılamadı.
Hatta artık ‘azınlık’ kelimesi de kaldırılıyor artık…
Baskı ve son yıllara damga vuran ekonomik kriz nedeniyle iyice artan göç, Türk nüfusta ciddi erozyona neden oldu.
Türklerin büyük bölümünün yaşadığı kırsal kesimde köyler boşalıyor.
Gençler şansını Avrupa ülkelerinde arıyor.
Azınlık ilkokulları öğrenci yetersizliği gerekçesiyle kapatılıyor; sayı neredeyse yarıya indi.
Seçilmiş müftüler hâlâ görev yapamıyor.
Hatta Yunanistan camilere imam atamaya çalışıyor.
Vakıf malları dersen sorun yumağı…
***
Bu arada tıpkı 29 Ocak 1988’deki hak arama yürüyüşü öncesinde olduğu gibi Türkiye ile Yunanistan yeni bir sayfa açmak için hazırlık yapıyor.
İlk adım Doğu Akdeniz ve Ege merkezli istikşafi görüşmelerle atıldı.
Ayrıca mart ayında Kıbrıs’ta iki taraf yeniden masaya oturacak.
Kıbrıs ve Ege’deki en ufak bir anlaşmazlıkta ağır fatura ödeyen Batı Trakya, süreci dikkatle takip ediyor.
Umarım yarınlar daha güzel olur.
Milli Direniş Günümüzün 33. yıldönümünde kaleme aldığım bu acı hikâyeyi, ileride çocuklarımız da yazmak zorunda kalmaz.