Bir doğum günü daha geride kaldı.
Türkiye Cumhuriyeti, yeni yaşına yeni umutlarla girdi.
Hedef belli.
29 Ekim 1923’te “Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır.” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ü haklı çıkarmak tüm ülkenin amacı olmalı.
Yani terör belasından kurtulmuş tam bağımsız ve demokratik bir ülke olarak dünyanın en büyük ekonomileri arasına girmek için çalışmalıyız!
Adil gelir dağılımı ve fırsat eşitliği zemininde büyüyen bir ülkeyi yaratmanın önemi de ortada.
Geçmişin hatalarından ders çıkararak değişen küresel koşullara hızla adapte olma zorunluluğu ile karşı karşıyayız.
Treni yine kaçırma lüksümüz yok.
Oysa trenin fazlasıyla hızlandığı günlerdeyiz.
Çok yoğun bir rekabet ve gelişim söz konusu dünya sahnesinde!
Bilişim merkezli yüksek teknoloji yarışında geride kalanın söz sahibi olamayacağı bir ekonomik ve sosyal düzen şekilleniyor.
Endüstri 4.0 çocukların bile bildiği kavramlar arasına girdi.
Bu dönüşümün bir de 5.0 versiyonu var.
Yapay zekanın tüm üretim süreçlerini yeniden şekillendirdiği günlerin başındayız!
Birçok üretim havzasının eski önemini yitirebileceği günlerden geçiyoruz.
Ve birçok mesleğin de hızla tarihe karşıma sürecine doğru yol alıyoruz!
Tüm bu baş döndürcü hıza yetişmek zorundayız.
Ve sadece bilişim ve teknoloji alanında değil asıl bilgi ve bilim zemininde alınması gereken mesafeler var.
Çünkü yüksek seviyede bilimsel bilginin üretilmediği ülkelerde teknolojik ve ekonomik gelişim de dışa bağımlılık nedeniyle zayıf kalmakta!
Yani fizik, kimya, matematik ve tıp başta olmak üzere temel bilimlere de yoğun bir yatırım yapma şartı var.
Tabii ki en küçük yaşalardan itibaren bireyleri eğitimle şekillendirirken tüm bu ihtiyaçlara göre bir eğitim sistemini dizayn etmenin zorunlu olduğunun da altını çizelim.
Neticede kendini de ülkesini de geliştirme potansiyeli taşıyan bireylerle küresel bir mücadeleye girişme şansımız olur!
Hangi sektörlere odaklanmalı?
Dünya ekonomisinde güçlü ve istikrarlı bir yer edinmek için sektörel bir ayrışmaya da ihtiyaç var.
Her sektöre aynı önemi vermeye kalktığımızda tümünde geride kalma ihtimalimiz var çünkü.
Rekabet gücümüzün yüksek olduğu alanlara odaklanmakta fayda var.
Otomotiv ve tekstilde hala ciddi bir güce sahibiz.
Ama geliştirmek kaydıyla!
Yoksa bu alanlarda eski performansımızı bile arar hale gelebiliriz.
Diğer yanda makine sektöründe, robotik sistemlerde, beyaz eşya üretiminde, savunma ve havacılıkta, enerji endüstrisinde ve tıbbi cihazlar alanında da gelişim şansımız hayli yüksek.
Ancak, akıllı donanımların yani bilişimin öncü olduğu yenilikçi ürünler ve üretim anlayışıyla tabii ki!
Sözün özü; ihracatımızda yüzde 4’ü aşamayan yüksek teknoloji payını hızla yükseltmeliyiz.
Yoksa dışa bağımlılıktan kurtulma şansımız olmaz.
2018’in dış ticaret karnesi tabloyu net biçimde özetlemekte.
Yüksek teknolojili ürün ithalatı 23,7 milyar dolar olarak kayıtlara geçerken ihracat 5,5 milyar dolar seviyesinde kalmış geçen yıl!
2013 – 2018 dönemi kapsayan 5 yıllık süreçte ise Türkiye’nin yüksek teknolojili ürünlerde verdiği toplam dış ticaret açığı 107,6 milyar dolar gibi düşündürücü bir seviyeye ulaştı.