Sattıklarımızdan kazandığımız para aldıklarımızı ne oranda karşılıyor?
Teknik olduğu kadar da döviz üzerinden günlük hayatımıza da yansıyan bu soruya son verilerle yanıt verelim.
Türkiye’nin ihracat gelirleri eylülde 2016’nın aynı ayına oranla yüzde 8,7 artarak 11 milyar 848 milyon dolara çıktı.
Ancak ithalat tarafındaki hızı çok daha büyük.
Eylülde yüzde 30,6 artan ithalat 19 milyar 982 milyon dolar olarak kayıtlara geçmiş durumda.
Neticede ithalatla ihracat arasında iyice açılan makas dış ticaret açığını da tam yüzde 85 oranında bütmüş vaziyette!
Ve neticede eylülde dış açık 8 milyar 135 milyon dolara yükseldi.
Kritik bir gösterge sayılan ihracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 71,3’ten, yüzde 59,3’e düştü.
Yani dünyaya sattığımız ürünlerden kazandığımız para dıştan aldıklarımız karşılamakta giderek yetersiz kalıyor.
Kısacası bu cepheden döviz kurlarını yukarı yönlü baskılayan bir hava yükseliyor!
Peki sorun nerede?
Hem ihracatta hem de ithalatta yapısal manzara pek de iyi sayılmaz.
Çünkü ihracatın geçen yıla oranla artış hızı yeterince yüksek değil.
Ayrıca bu yıl içinde düşen bir ihracat trendinin izleri var karşımızda.
Ağustosla yapılan arındırılmış karşılaştırmada görüyoruz ki; mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış seriye göre ihracat yüzde 5 azalmış!
İthalat tarafında ise zamlı enerji faturasının yükü giderek kabarıyor.
Ve buna kısa vadede üretecek çaremiz de yok.
Aradabir kabaran altın ithalatının gereksiz yükü de sırtımızda ne yazık ki!
Ancak bu yüklerin azaldığını farzetsek de kronik bir baskı daha var.
İmalat sanayi ürünlerinin toplam ithalatımızdaki payı yüzde 82,3 seviyesinde.
Kronik teknoloji yükü
Üstelik yüksek teknoloji ürünlerinin payı yüzde 14,6, orta yüksek teknolojili ürünlerin payı ise yüzde 40,9 seviyesinde.
Yani muadilleri Türkiye’de de üretilen yabancıların makinelerine…
Ve model takıntısı yaşadığımız bilişim ürünlerine tonla para savuruyoruz!
Buna karşın eylülde payların bir miktar artmasına karşın yüksek teknoloji ihracatımız payı yüzde 3,9 seviyesinde kalmış durumda.
Neyse ki orta yüksek teknolojili ürünlerin payı yüzde 35,6’da seyrediyor.
Sosyal ve ekonomik beyin fırtınası
Türkiye’nin hızla değişen dünya koşullarına ayak uydurma süreci büyük önem taşımakta.
Yani siyasal, sosyal ve ekonomik anlamda zorlu bir mücadele alanı var küresel çapta.
Peki başarılı olmak için ülke olarak neler yapılabilir?
Bu soruya yanıt arayan akademisyenlerin buluşma noktası Bursa oldu.
Bugün Bursa merkezli düşünce kuruluşu olan Ekonomik, Siyasal ve Stratejik Araştırmalar Merkezi TESAM’ın düzenlediği kongre birçok kritik konuya mercek tutma görevi üstlenmiş durumda.
Çünkü Uludağ Üniversitesi Mete Cengiz Kültür Merkezi’nde TESİAD’ın işbirliği ile düzenlenen İkinci Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi’ne 50’den fazla akademisyen katılıyor.
Kongredeki ana tema ise “Medeniyetler düzeyinde ekonomik, siyasal, sosyal ve güvenlik boyutları ile Türkiye’nin gelecekteki konumu”.
Yani 09:30’dan itibaren gün boyu AB ilişkilerinden Ortadoğu coğrafyasına, göçün çok yönlü etkilerinden ekonomik gidişata birçok konuda Türkiye’nin geleceği masaya yatırılıyor.
Kısacası pek çok önemli uzmanı ilk ağızdan dinleme imkanı sunan bir beyin fırtınası var Bursa’da.