“Ruh ışığı ardlarından aydınlattıkça, cisimler ve vücutlar bu dünyada görünür olurlar. Işık sönünce vücut kaybolur gider, geriye bomboş bir dünya kalır!”
Platon

Bursa’nın yalnızca tarihi, turizmi ve sanayisiyle değil; kültürün ve mizahın gölgesinde büyüttüğü karakterleriyle de övülecek çok yanı var. Bu karakterlerden belki de en çarpıcı olanı, 2006 yapımı “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filmiyle karşımıza çıkan yönetmen Ezel Akay. Kendisi, bir Bursalı olarak, hemşehrilerinin tarih boyunca üzerine titrediği bu gölge kahramanlarını modern sinemanın büyüsüyle yeniden yorumlayarak bizlere sunmuştu.
Yakın zamanda filmi tekrardan belki 5. defa olacak şekilde izledim…
Film yalnızca görsel ve müzikleri dikkate alındığında işitsel bir şölen değil, aynı zamanda tarihsel taşlamalarla dolu. Zekice yazılmış, dili 13. yüzyıl Türkçesi’ne en yakın olacak şekilde kurgulanmış senaryo ve hikaye örgüsünü takip ederken, aslında bu topraklarda 600 küsür yıldır birçok şeyin değişmediğini de görüyoruz. Senaryo yazımında Ezel Akay ile birlikte kalemi eline alan Levent Kazak, klasikleşmiş figürleri, nostaljinin tuzağına düşmeden ele alırken, Karagöz’ün patavatsız yörük doğallığı ve Hacivat’ın entelektüel, biraz da içten pazarlıklı zarafeti, dönemin siyasi düzeniyle çarpışıyor. Haluk Bilginer, Karagöz performansı ve filmde kullandığı ağız için ayrı ayrı okumalar, gözlemler ve çalışmalar yapıp, karakteri inşa etmiş ve mükemmel bir iş çıkarmış. İnsanın Karagöz’ün yanına oturup, zaman zaman cahilliğini ve duymayan tek kulağını örttüğü muzipliği, zaman zamansa hayat hakkındaki sade ama bir o kadar da felsefik olan çıkarımlarını dinlerken uzaklara dalası geliyor.
İneği Altun’un hastalandığı sahnede, ineği koynuna alıp sarfettiği sözler:
-Anaa, anaa altun ölmiye galktuu ana nerdesün! Nice yoldaşluk ettüük, tezeğinle pilav bişürdüük, buzalarını obayı basan Tatar’a verdüük. Sütünüle serpüldüük, şimdiye kadar beynürünü yedüük, sütünü içdüük, hasta babacıma şifa ettüük, buzağılarını yedüük, derilerini ayacıklara çarık ettüük akçakızı çadıra yama ettüük yol bitti deyü bırakma kendünü galk! bak şehürlü sığırlara hepüsünün keyfi yeründe!
Ayşe Hatun’a evlilik teklifi edip, ellerinin gölgelerinin birleştiği sahnedeki sözleri:
-Ayşe gadın, benüm ol! Elini vir… Bebücüklenelim!

Daha önce çok da fazla sinema deneyimi olmayan Beyazıt Öztürk bile, filmin güzelliği ve Hacivat karakterini içselleştirmesinden, Haluk Bilginer karşısında hiç sırıtmıyor hatta zaman zaman, performans anlamında belki de üzerine bile çıkıyor. Hacivat’ın Karagöz’e hafif sarhoş halde saymayı öğrettiği sahne, ikilinin arasındaki dostluğu göstermesi açısından gözlerimi dahi yaşartmıştı… Bu arada Hacivat rolü için ilk etapta Beyazıt Öztürk yerine Ata Demirer düşünülmüş. Ata Demirer’i de severiz ama Beyazıt Öztürk rolünün hakkını fazlasıyla vermiş. (Trakya şivesiyle konuşan Hacivat sahnesi, çık aklımdan!)
Filmde küçük küçük ama dikkatlice düşünülüp işlenmiş detaylar var.
Hacivat pazarda gezdiği esnada yatay durarak pişirilen kebabın tadına bakıp beğenir. Tadı güzel ama bunu dik yaparsan yağı üstüne akar, daha da lezzetli olmaz mı diyerek tavsiyede bulunur. İlerleyen sahnelerde ise kebapçı bu tavsiyeyi dikkate alır ve bugün iskender kebapta olduğu gibi eti şu anki dik vaziyette pişirdiği görülür. Hatta dükkan mavi renkli olup, lacivert süslemeleri vardır ve bugün ilk Bursa Kebabı yapılan işletmeye selam dahi çakılmıştır!
Halkın bu kadar sevdiği ve herkesi güldüren bu iki karakterin öldürülmesi – ya da başka bir rivayete göre sürülmeleri – olsa olsa birilerinin politik çıkarlarına ters düştüğü içindir fikrinden yola çıkarak bu filmi çekmek istediğini anlatıyor Ezel Akay röportajlarında. Filmin üzerinden yaklaşık 20 yıl geçmesine rağmen hala daha röportaj istekleri alması ve söyleşilere davet edilmesi ise yaptığı filmin ne kadar zamansız olduğunu gösteriyor.
Filmde Türk toplumunun Osmanlı’nın kuruluş aşamasındaki değerlerden nasıl koptuğunu, bacılar grubu ile gördüğümüz, savaşçı kadınların toplumdan nasıl dışlandığını, yolsuzluğun iktidara nasıl yanaşmaya çalıştığını, farklı çıkan seslerin nasıl yok edildiğini üzülerek görüyoruz.
-Avrat bacı dediğin evde tereyağlı dolma yapar…
-Bacılar Şeyh Edebali’nin mirasıdır, ağza alanın ağzı temiz ola!
-Arap ülkelerinde teze bir fikir vardır. Adı rüşvettür. Her kim ki işi devlete düşer ise vereceği işini yaptırmak içün paradur. İş ne kadar zor ise rüşvet o kadar büyür. Rüşvet ünen hallolmaz iş kalmaz. İcabında cenk ederken kılıcın açamaduğu kapuyu rüşvet açar.
Filmin çekildiği dönemde Orhaneli’nin bir köyüne plato kurulmuş ve hatta sonrasında bu plato bir süre daha orada kalmış ve o dönemin Bursa’sı okul gezilerinde öğrencilere dahi gezdirilmiş. Filmi izlerken, “Burası Tophane’de şimdiki saltanat kapının çevresi olmalı, Ulucami inşaatı yapıldığına göre şu arkada görünen cami Orhan Camii demek ki.” minvalinde akıl yürütmeler eşliğinde durdura durdura, sete ve arka plana verilen emeği sindirerek izlemek, bir Bursalı olarak inanılmaz keyifli. Pazardaki esnafın dükkanlarının isimlerine kadar, o dönemde kullanılan dil Arap alfabesiyle doğru olacak şekilde danışmanlık alınarak yazılmış, oldukça hassas ve tarihsel bir sorumluluk alındığının bilincinde olarak yapılmış bir işten söz ediyoruz.
Bana kalırsa okullarda okutulan Osmanlı tarihi derslerine başlamadan bu film kesinlikle öğrencilere izletilmeli. O dönemi bu kadar güzel betimleyecek ve sevdirecek başka bir eser olamayacağını düşünüyorum.
-Bursa’da çok kilise var dirler?
-Ee?
-E madem vakit eksük, cami de istersüüz, çaksanıza minareyi kilisenin çatusuna!
-O kilisenin gideni vardur.
-Kilise var ise, gideni de var ise, gazamız ne güne durur.
-Çünkü gadu efendü, şehrün zaptı er geç olur, çelik kılıç demir kapıları açar, amma gönülde aynı zapt olmaz. Gönül kapısın heç bir kılıç açmaz!”
Şimdi ise sizlere filmdeki bazı sahnelerin ünlü ressamların bazı çizimlerine çaktığı selamlardan bahsetmek istiyorum:





Hasılı, Hacivat ve Karagöz, devletin kurucu değerlerinden uzaklaşmış, farklı hiçbir sese tahammülü olmayan, yozlaşmış çıkar gurubuna karşı kaybetmiş ancak bu şanlı kaybedişleriyle de efsaneleşmiş kahramanlarımızdır! Film girişindeki Kam Ana’nın falının dediği gibi: Sultanların namı unutulur ancak Karagöz ve Hacivat’ın namı unutulmaz!

Ezel Akay’a ve Levent Kazak’a Karagöz’ü ve Hacivat’ı bu kadar iyi anladıkları ve anlattıkları için şükranlarımı sunarken kendilerine bir çağrı yapmak istiyorum. Kültürümüzde böyle titizlikle işlemeyi ve anlatılmayı hak eden bir sürü karakterimiz var. Mesela Evliya Çelebi! Sizlere Evliya’nın nasıl bir karakter olduğunu göstermek açısından kendisinin Seyahatname’de Trabzonlular ve hamsi balığı hakkında yazdıklarını aktarıyorum:
“Trabzonluların uğruna kurban olup, kavga edip kan akıttıkları hamsi balığı vardır. Balık tellalları hamsi geldiğini duyurunca cemaat ve imam ‘Namazın kazası olur ama hamsinin olmaz.” diye namazı bırakıp limana koşarlar. Balığın suyunu akıtarak taşıyana kızarak ‘Bre palığın suyın ya ne akıdırsın, suyına bir pilavcık salsana’ diye birbirlerine şaka ederler.”
Elimizde Evliya’nın Seyahatname’de yazdığı bunun gibi abartılı ve gerçeküstü birçok malzeme var. Tıpkı Karagöz gibi oldukça muzip bir karakter olduğu yazdıklarından belli. Ezel Abi ve Levent Abimiz, bir Evliya Çelebi Serisi yapsalar ve hatta yine muziplikleriyle bildiğimiz Cem Yılmaz ya da bu kez kendisi gibi Bursalı olan Ata Demirer başrolde olsa, ortaya mükemmel bir dizi çıkmaz mıydı?
Filmin adı eski dilde seyyah demek olan Haneberduş olsun diyorum. Yapay Zeka sağolsun, filmin afişi hazır. Bundan sonrası Ezel Akay ve ekibinde!
