Başa gelmeden bazı şeyleri anlamamız mümkün değil. Eğitim seviyesi ile de pek alakalı değil bu benim anlatacağım konu. Dilimizde öyle tat tomurcukları var ki onların esiri olduk. Çocukluk çağında başlayan bu esaret ancak ileride ya stent takılınca ya bir felç geçirince ya şeker hastalığı bir organımızı çürütünce bitiyor. O da bazılarında bitmiyor ya neyse.
Bazen midemizi küçülttüreceğimize acaba bu tat tomurcuklarını ve bunlardan beynimize giden sinir demetini kesersek bu iş nasıl olur diye düşünmedim değil. Öyle ya tat ve kısmen bazı kokular yedirdikçe yediriyor bizleri, doyduğumuzu anlamıyoruz. Kokain ve benzeri maddelerin beynimizde gerçekleştirdiği haz duygusunun aynısını tat duyusu organımız vasıtası ile bazı yiyecek maddelerini alarak gerçekleştiriyoruz. Hamur işi dolu tabaklar ile kadınlarımızın kabul günlerinde bu haz var. Pamuk şeker, saplı şeker ve benzerlerini ellerine tutuşturup parklarda gezdirdiğimiz çocuklarımızda bu haz var. Ağır bir yağlı ve proteinli akşam yemeğinden sonra alınan tatlılarla dolu masada bu haz var. Alkol almadan da bu haz alınabiliyor yani.
ABD’de yapılan istatistikler, bilimsel kaynaklarından çok yararlandığımız için ülkemizdeki istatistiklerden daha fazla göze çarpar. 1900’lerin başlarında ABD’de kanser görülme oranı % 3’lerde iken günümüzde % 30’ları aşmış durumdadır. Genetiktir diyemiyoruz. Genlerde bilimsel olarak bu kadar kısa bir sürede kalıcı bir değişiklik olamayacağına göre olay çevresel kaynaklı olarak düşünülmelidir. Çevre kirliliği, toprağın ve tohumların değişimi, omega-3 yerine omega-6 kullanımının artışı, trans yağlarla dolu gıdalar, katkılı gıdalar, pek çok toksin ile içlerimizin dolması, iyonize radyasyon ve betonlar ile kuşatılan bir ülkede insan hücrelerinin isyan ederek vereceği cevap tabii ki kanserleşmek olacaktır.
Dr. Mete Ekşioğlu olarak en çok üzüldüğüm konu ise küçük çocuklar. Kendilerine yeni bir hayat verilmiş. Bebekliklerini, çocukluklarını, gençliklerini yaşayacaklar. Oynayacaklar, okuyacaklar, sevip sevilecekler. Ama güneşi yeteri kadar alamayan beton binalar, verimliliği giderek düşen topraklar ile büyüyorlar. Çoğunun gıda diye bildiği şeyler beyaz undan yapılan ürünler. Paketler içinde market raflarında sergilenen, probiyotik, vitamin, lif ve vitamin değerlerinin ne olduğu bilinmeyen, fruktoz dolu içecekler ve yiyecekler ile yaşamlarını devam ettiriyorlar. Okullarımız ve ailelerimiz de bu konuda yeterli bilince sahip değil. Atalarımız genetik talimatlara uygun gıda alıp uygun hücre yaparken çocuklarımızın hücreleri ise ne yapalım bize bu gıdalar düştü diyerek kendilerini oluşturuyorlar. Büyüdüklerinde onlar da istatistikleri şişirecekler.
Ülkemin geleceği için, gelecek nesillerin sağlıklı olabilmesi için çocukluk çağından itibaren bu gidiş iyice irdelenmelidir. Nesimi ne güzel demiş: Nesimi’yim vay başıma, kan karıştı göz yaşıma, yağın istemem aşıma, yeter zehirin katmasın…