Adamın kızı evlenecek. Mahallesinde kızına talip olduğunu bildiği bir genç var. Yeterince tanımıyor. Kahvedeki arkadaşlarına sohbet esnasında çocuğu soruyor nasıldır diye. Arkadaşlarının hepsinin cevabı aynı; Şeker gibi oğlandır o. Neye yoralım ki, böyle alışılagelmiş. Karabiber gibi çocuktur deseler olmaz. Kırmızı pul biber gibi deseler yine olmaz. Bunlar acıdır çünkü. Ancak bunları kullananlar kanserden korunurken şeker ağırlıklı beslenenler ileride kansere yelken açıyorlar. Asıl konumuza giriş yapalım.
Tıp bilimi günümüzde pek çok yeni bilgileri bizlere aktarırken bu bilgilerin aksi yönde olanlarını da bilgi olarak aktarmaktadır. Kimi kaynaklar beyin dokumuz sadece şekeri kullanır derken günümüzde bazı beyin uzmanları bunu bir şehir efsanesi olarak görmektedirler. Bu uzmanlara göre beynimiz için en süper yakıt yağlardır. Hatta bu nedenle bazı nörodejeneratif (sinir hücrelerini tahrip eden) hastalıkların tedavisinde yağ temelli diyetlerin kullanılması gerektiğini de söylemektedirler. Yani şeker almazsak beyin aç kalır diye bir şey yok.
Batı dünyasında hastalarının sağlık durumunu değerlendiren bazı hekimler hastanın kolesterol değerlerini değil hemoglobin A1c değerlerini (3 aylık şeker ortalamasını gösteren değerdir) temel alıyorlar. Çünkü bilinenin aksine tek başına kolesterol değerlerinin tehdit oluşturduğu hastalıklara çok nadir rastlanılmaktadır. Oysa kanda şeker düzeylerinin belirli bir oranda artması bile kalp damar hastalıklarının oluşumu için sigara, alkol, hareketsiz yaşam kadar etkili olmaktadır.
Şekere karşı açtığı savaş ile tüm dünyada tanınan ABD’li ünlü Prof Dr. Lustig diyor ki: İlk insandan beri atalarımız şekere 2 yoldan ulaşabiliyordu. Ya birkaç ay boyunca bulabildikleri meyvelerden ya da arıların yaptığı baldan. Oysa son yıllarda şeker neredeyse tüm işlenmiş gıdalara ekleniyor ve tüketicinin seçenekleri çok sınırlı. Doğada şekere erişmek aslında çok zor bir iştir. Ama insanoğlu bunu da başardı.
Son günlerde takip ettiyseniz yazılı ve görsel medyada ülkemizde 10 yıl içerinde şeker hastalığının nereden nereye geldiğini gözlemlemişsinizdir. Rakamlar korkunç. Pek çok kronik hastalığın temelinde yatan insülin direnci, tahmin edemeyeceğiniz oranda ölümlere yol açıyor. Ne terörden kaybettiklerimiz, ne trafik kazalarında kaybettiklerimiz bu rakamlara ulaşamaz.
Ne kadar şeker tüketirsek, vücudumuza yolladığımız “şekeri yağa çevir’’ mesajı da o derece güçlenir. Sigara icat edilmeseydi akciğer kanserleri nasıl daha az görülecek idi ise, şeker oranı yüksek besinleri benimsemeseydik obezite de daha az görülecek idi.
Son zamanlarda kabul gören görüş şudur: Şekerin vücudumuza fazla alınması vücuttaki protein ve yağ moleküllerini yapısal olarak bozar. Bozulan proteinler de vücudun trafiğini bozar. Trafiğin bozulması öncelikle yolların (damarların) hasarlanması ile başlar. İlerleyen zamanlarda daha derin çukurların, tümseklerin oluşması ile iyice işlemez hale gelen yollarda araçlar sıkışır, gidecekleri yere gidemezler. İç ticaret durur, yolcular, taşınması gereken tüm canlı ve cansız ihtiyaç maddeleri taşınamaz olur. Sonuçta trafik durur.
Şeker hastalığı sonun başlangıcıdır unutmayın.