İngiliz Deniz Tarihçisi ve Parkinson Yasası’nın Yazarı C.Northcote Parkinson’un çok güzel bir sözü var. Ertelemek inkârın en ölümcül türüdür der. Gerçek hayatta bunun bir çok örneğini mutlaka yaşamış veya gözlemlemiş olabilirsiniz. Saklamadan, doğruca, açıkça söyleme, benimseme durumu, kabul ve doğrulama anlamını taşır buna ikrar diyoruz. Bir şeyin varlığını kabul etmeme, yok sayma, yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu saklama, gizleme, anlamını taşır ki buna da inkâr diyoruz. Konumuzla ilgisini aşağıda açıklayacağım.
Hepimizin duyguları, düşünceleri, umutları vardır. Yapmak istediğimiz ve bunu gerçekleştirdiğimiz zaman bizi çok mutlu edecek işlerimiz de öyle. Brezilya’lı yazar Paul Coelho, bir sabah uyanıp bir bakacaksınız ki her daim yapmak istediğiniz şeyler için vaktiniz kalmamış der. Plan kurarız ve bu planları uygulamaya sıra geldiğinde bir çok bahaneler üretiriz. Bu o kadar yaygın bir durum haline gelmiş ve sonuçta erteleme hastalığı (Procrastination, ağırdan alma) denilen bir durum ortaya çıkmıştır. Bunun en klasik örneği erteleye erteleye son gün sınava çalışan öğrencilerde görülenidir. Genelde iyi düşünmeden, o anki mutluluğunu hiçbir şeye değişmeyen, çabuk sıkılan ve işin özünde kendi kendilerini kontrol etme yeteneği bozuk olan bireylerde bu durum sık görülür.
Ben işin obezite boyutundayım. Yüzlerce hasta gördüm. İnanılmaz kilolar verdiler, kas kayıpları olmadan hem bedensel hem de ruhsal açıdan rahatladılar. Vücut yağ yüzdeleri ve bazı olumsuz tetkikleri kendilerine açıklandığında olayın sadece görüntü bozukluğu olmadığı, bu durumun devamı halinde depresyondan Alzheimer’a, kanserlerden kas ve eklem hastalıklarına, şeker hastalığından gece ani kalp ve nefes durmalarına kadar bir çok sıkıntı ile karşılaşabilecekleri kendilerine anlatıldı. Kıymetli okurlarım, yıllarca obezite ile mücadele eden bir hekim olarak şunu net olarak söyleyebilirim ki, beyniniz gerçekten zayıflamak istiyorsa siz zayıflarsınız. Çevremizde zararlı olduğunu bildiğimiz bir çok etken bizi ne durumlara sürükler diye bildiğimiz halde o an mutluluk verdiği için vazgeçilemez hale geliyor. Oysa zaman geçtikçe ve geri dönülemez noktalara gelince işin şekli değişiyor ama ölümcül darbe de maalesef ondan sonra geliyor.
Artık dünyada obezite bir hastalık olarak kabul ediliyor ve tıp kitaplarında hayli bir yer tutuyor. Obezite tedavisinde hekimin çok önemli rolü vardır ve becerisini sadece beslenme özelliklerini anlatarak yani gıdalarda şu vardır bu vardır diye değil aynı zamanda erteleme, öteleme hastalığını da yenerek hastaları bu durumdan kurtarmalıdır. Bugün Mars’a yolculuk yapan beyin eğer ikna edilir ise kilolarından da kurtulur.
SOKAKLAR MI SAĞIR, SAĞIRLAR MI SOKAKTA ?
Kıymetli okurlarım. Gürültü ile ilgili daha önceleri de yazılar yazdım. Yüksek sesler sadece rahatsızlık vermekle kalmayıp sağlığımızı da bozmaktadır. Kulaklarımızın içindeki 10 bin tüy hücresi duyduğumuz her sesi elektrik sinyallerine dönüştürüp beynimizin ilgili kısımlarına gönderir. Kronik gürültü bir müddet sonra bu tüy hücrelerinin tahribine yol açıp öncelikle yüksek frekanslı seslerin işitilememesine neden olabilir.
Maalesef yaşadığımız şehirde sokağa çıkma kısıtlaması saatlerinde bile arabasının müzik sistemini deneyen bir çok kişi (oldum olası bu nasıl bir davranıştır anlamış değilim), gecenin saat ikisinde egzozunu bağırtmaktan zevk alan kişiler bizim bu tüy hücrelerimizi diken diken ediyor. Acaba sağırmı bu insanlar diye kendi kendime çok düşündüm. Kolombiya Üniversitesi Otolaringoloji Bölümü’nden Prof Dr Ana Kim kronik gürültülerin ileride beyinde enflamasyon ile bunamaya yol açtığını söylüyor. İnsan olmanın belirli kuralları var ve ne yazık ki dışarıdan her gördüğümüz bu kurala uymuyor. Sadece güvenlik güçleri değil, herkes elinden geldiğince bu saygısızlara karşı mücadele etmeli. Kökten çözüm konusunda ise öncelikle ciddi eğitim gerekli. İnsana saygının ne olduğunu anlatmaya başlayarak başlayan.