NBA’de yakın zamanda arka arkaya şampiyon olan Golden State Warriors ile zirve noktasına çıkan “pace and space” hücumu son yıllardaki modern basketbol anlayışının temeli olarak görülüyor.
Pace and space; yani “alan paylaşımı ve tempo” aslında modern basketbolun arayışı olan hücum oyunu da diyebiliriz. Pace: Takımın temposunu tarif ediyor, yani takımın olabildiğince hücumları hızlı bitirmesi, sete oturup 24 saniyeyi tamamiyle kullanmak yerine bir an önce şutu bulup, skora çabuk ulaşmak. Space: Golden State ofansını baz aldığımızda üçlük tehdidi üzerine karşı takımın savunmacılarının bu tehdide yani şut tehditine yönelmesinden dolayı boyalı alanı boş bırakmaları üzerine yani 3’lük tehdidinden korktuğunuz bir adam bir anda şuta kalktığında önünde iki savunmacı yükseldiğinde o adamın içerideki boş adamı görmesiyle şutunu pasa çevirip, boş adama pas attığını düşünün, bütün bu durumun kombinasyonlarını yapılan hücumlarda görürüz, dahası artık pek çok takımın da oyuncu özellikleri ve kadro yapılarını bu plana uyum sağlayacak şekilde kuruyor.
Pace and space‘in atası olarak bilinen “run and gun” hücumunu hatırlarsak. Defanstayken topu al, sprinter’a ilet, 5 saniye geçmeden basketi at veya asist yap şeklinde özetleyebiliriz. Genelde atlet gibi koşan 2-3 eleman, iyi şut sokan ve iyi smaç yapan başka bir oyuncuyla en iyi verimi alırsınız. Pace and space sistemi; temelde “run and gun” sistemi ve Koç David Arseneault’un literatüre “Grinnell System” olarak geçen sisteminin eksiklerini gideren sistemdir. (Sistemin işlemesi için her maç ne kadar top kullanılacağından ne kadar ribaunt alınması gerektiğine dair koçun koyduğu hedefler vardır.) Grinnell ve run and gun sistemi ilk şutun doğru şut olduğunu düşünürken pace and space sistemi mümkün olduğu kadar hızlı şekilde doğru şutu bulmak üzerine kuruludur. 1980’lerde NBA’de moda olan run and gun da; şu an beğenilen NBA oyun hızı 1980’lerin herhangi bir senesinden çok daha hızlı değildir.
1990’ların oyununda o dönem NBA’de coaching’in popüler olduğu yıllardır, özellikle Phil Jackson Chicago’yu mümkün olduğu kadar az pozisyon ile oynamaya ve oynatmaya çalışmıştır. Zaten yüksek verimliliğe sahip “triangle offense”ın bu kadar tutmasının sebebi de oldukça yavaş ve tamamen doğru pozisyon odaklı oynanmasıdır. Daha sonra Mike D’antoni ile 2006 da tekrar gündeme gelen run and gun ve onun eksikliğini gidermek adına yapılan sisteme “small ball” dendi.
5 kısa ve şutörden oluşan sistem herkesin çembere atak gücünün ve şutunun yüzdeli olmasıyla bol bol penetre pas ve 1×1 oyunlar sonucu oyuncularının becerilerinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Bir diğer avantajda her eşleşmede üstünlük sağlayabilecekleri bir ters eşleşme ve pozisyon bulup ordan işlemek. Pozisyon sayısının artmasıyla herkes oyunun içinde ve kendisini takımda bir değer olarak hissedebiliyor. Bu sistemin gereği ise her oyuncunun asgari düzeyde topu yere vurabilme becerisi.
Avrupa’da “small ball” oynayan pek takım yok zira Avrupa’daki oyuncular yetenek olarak daha düşük oyuncular dolayısıyla set oyunu ön plana çıkıyor. Avrupa basketbolunda 2 metre üzeri olup topu yere vurmayı başarabilen isim az, bu tip oyuncuları da NBA hemen alıyor, zaten böyle oyuncular her zaman da çıkmıyor. Önümüzdeki yıllarda NBA’den run and gun ve uzantılarının dönemsel olarak tekrar silineceğini tahmin etmek için falcı olmaya gerek yok, o zaman geldiğinde, bugün oynanılan oyunu harika bulanlar, oyunu sıkıcı bulacak ancak bazıları ise oyunun daha kaliteli olduğunu düşünecekler ve bu tartışmalar başka şekillerde devam edip gidecek.
Tekrar görüşmek üzere…