DİLEK ATLI
Türk yazınına katkılarıyla birbiri ardına deneme, günlük ve gezi kitaplarını yayımlayarak okurlarını her defasında farklı bir okuma serüvenine davet eden yazar Uğur Kökden’in son kitabı raflarda yerini aldı. Eksik Parça Yayınları’ndan çıkan ‘İsviçre Kahvehaneleri’ adlı kitap, Kökden’in her bölümünde farklı yönleriyle ele aldığı İsviçre’yi kültürel, siyasal, toplumsal olduğu kadar, kişisel gözlemlerle masaya yatırıyor.
► ‘İsviçre Kahvehaneleri’ adlı kitabınız 2004-2014 yılları arasındaki dönemde tutulan notları kapsıyor. Bu notların kitaplaştırılması fikri nasıl gelişti?
On yıl boyunca tuttuğum ‘İsviçre Günlükleri’, bu ülkede değişik aralarla bulunduğum sürelerde alınmış notlardan oluşuyor. Kuşkusuz, bu notlarla Batı’nın yüzünü Türkiye’ye taşımak istedim. ‘Batı’nın Doğu’daki Yüzü’ 2003 yılında yayımlanan bir başka kitabım. Ancak, böylesi çok boyutlu (kültürel, toplumsal, coğrafi, siyasal, kişisel) bir günlüğü ortaya koymak kolay olmuyor. Okur için de değişik bir tür; yazar için de bir bakıma böyle.
► İsviçre sizin yaratım evreninize neler kattı? Bu coğrafyayı siz nasıl tanımlıyorsunuz?
İsviçre’nin benim yaratım evrenime katkısı, büyük ölçüde, buranın yakın geçmişi nedeniyle oldu diyebilirim. Bir de, doğal olarak kimi yazarları ve sanatçılarıyla da özel bir etki yarattı bende.
Bu coğrafya, Avrupa’nın denizlerden uzak, ama göllerle süslenmiş, hem
Akdeniz’den hem de Kuzey’den ayrı özellikteki bir bölgesi. Zaten günlüklerimde İsviçre doğasını da, değişik bölgelere ve mevsimlere göre anlatmaya özen gösterdim.
► Lozan birçok bakımdan önemli bir şehir. Bu şehir hakkındaki notlarınızdan tadımlık ipuçları verir misiniz? Sizin için Lozan nasıl bir yer ve önemi nedir?
Lozan, kuşkusuz ki özel olarak yalnız benim için değil, aynı zamanda her Türk için önem taşıyan bir kent. Bunun da birincil nedeni, Lozan Antlaşması’na (Kasım 1922-Temmuz 1923) ev sahipliği yapmış olması. Elbette oraları oğlumla birlikte dolaştık. Gördüklerimi ve bende bıraktığı izlenimleri notlarıma aktardım.
Özel nedenlerime gelince, İsvicre’de Fribourg Hukuk Fakültesi’nde okuyan küçük oğlum Barış’ın o bölgede, yani Lozan’la Fribourg’un orta noktası sayılacak Lucens ilçesinde yaşıyor oluşumuzdu. Zaten ardından da, hukuk stajını ve ilk avukatlık çalışmalarını orada gerçekleştirdi. Ayrıca Lozan, Cenevre Yolu’nun da ana durağıdır. Öte yandan, Barış’ın çalıştığı gazete de orada yayımlanıyordu; elbette Fransızca dilinde: “Le Requérant”.
► İsviçre kahvehaneleri denince akla Paris kahvehaneleri ve tabii ki edebiyat ve sanat geliyor. İsviçre kahvehanelerindeki edebiyat ve sanat nabzını okurlar için özetler misiniz?
Burada sözü edilen ‘İsviçre Kahvehaneleri’, aslında bir bahaneden başka bir şey değil; İsviçre’ye, onun değişik yerlerine yabancı bir bakışın bir tür aracı diyebiliriz. Ama, aynı zamanda benim için ve oğlum için bir çalışma mekânı. Paris’ten farklı olarak ikinci bir yurt, görüşme ve yakınlaşma kenti değil. Çünkü İsviçre’de bizler birer yabancıydık. Ülkemizin uzağında kalmış, her an oraya dönecek kişilerdik. Nitekim, Paris kahvelerini ele alan iki kitabım var: “Geçmişe Açılan Pencere” (YKY, 1997) ve “Paris Kahveler Atlas”(Kavis Yayınları, 2009).
Dolayısıyla, “İsviçre Kahvehaneleri”nde Paris benzeri bir edebiyat ve sanat nabzının attığını söyleyemeyiz.
► Seyahat etmek ve bunu kitaplarınızda okurlarınızla paylaşmak size nasıl hissettiriyor?
Yolculukları ve yolculuk izlenimlerini okurlarla paylaşmak, Türk edebiyatının çok eski ve nerdeyse geleneksel denecek bir türü. Evliya Çelebi ve onun “Seyahatnamesi”, bir örnek sözgelimi.
Yolculuklarımda bana daima bir sorumluluk duygusu eşlik etmiştir. Yalnız, 1960’lı yıllarda Kuzey Denizi’nde yaptığım bir vapur yolculuğu dışında. O gezi, somut bir nedeni olmaksızın nerdeyse benim intiharımla sonuçlanacaktı. Sözünü ettiğim ‘görsel’ sorumluluk duygusu da, sonuçta benim bir dizi denemeler yazmama yol açtı: “Tiksinti Çağı” (YKY, 1985), “Kuğular, Kanallar, Salkımsöğütler” (YKY, 2002), “Doğu Akdeniz Yakından”(Doruk Yayınları, 2008) ve “Kırk Kent, Kırk Düş” (Eksik Parça Yayınları, 2016) gibi.
Elbette günün gerekleri de bu ‘yurt dışı zamanın’ zorunlu programının dışında kalamıyordu. Yazılacak yazılar, dergiler ve yayınevleriyle ilişkilerim gibi… Hatta, ‘Bursa’da Yaşam’ dergisinde yayımlanmış olan “Bursa’da Su ve Zaman” denemesini de İsviçre’deyken yazmıştım. Tıpkı İsviçreli Mimar Le Corbusier’nin Bursa’daki çalışmalarına ilişkin notlarım gibi. Bu konuda, dostumuz Nahit Kayabaşı’yla ne çok telefon görüşmemiz olmuştu…