Sınıf arkadaşı 52 Nuri Akdeniz, o günleri şöyle anlatıyordu: “Süleyman’ı ya okul sıralarında ya da evlerinin penceresinden sokağa bakarken görürdük. O bize hiç uymazdı. Yaz tatillerinde bile ders çalışırdı. Bir gün babası Yahya Çavuş’a, ‘Atatürk’ün kurduğu rejime göre siz de mebus (milletvekili) olabilirsiniz’ dediğini hiç unutmam.”
İslamköy’lü Süleyman, Afyon Lisesi’nin ‘Parasız Yatılı’ öğrencilerindendi. İlkokulu köyünde, ortaokulu Isparta ve Muğla’da okumuştu. Afyon Lisesi’nin pansiyonunda kalıyor, ailesinden gelen mütevazı harçlığını da ölçülü bir şekilde kullanmaya çalışıyordu.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında kentliler, medeni kıyafetler giyiyor, erkekler fötr şapka takıyordu. Süleyman, köyünden şehre gidince, fötr şapkalı erkeklerle karşılaşıyor ve onları hayranlıkla seyrediyordu.
Bir elimde odun, bir elimde boyum kadar çanta
Süleyman Demirel, medeniyetçilik mücadelesine girişinin nedenlerini şöyle anlatır:
“1934 yılını hatırlıyorum. Ümit ve bereket olan yeşil, o yıl köyümüze uğramamıştı. Bir yılın ekmeği, yeşilin içinde gizliydi. Ama 1934 kuraklık ve kıtlık yılı oldu. Köylü, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın kız topluca yağmur duasına çıktık. Ben de onların arasındaydım. Büyüklerin dualarını, çocukların ise bağrışmalarını hiç unutmuyorum.
İşte o gün bugün kuruyan başağın arkasından gidiyorum. Kuruyan başak, Türk köylüsünün ümididir. Tane, dolmadan kurumuşsa, solmuş demektir. Çaresizliğe terk edilişinin işaretidir. Medeniyetçilik mücadelesine beni iten, köylünün o kış çektiğidir. Ailemizde, eli tutan herkes çalışırdı. Evimizdeki işimizin dışında oyun oynamaya pek vakit bulamazdık. Okula giderken, elimize bir de odun alırdık. Çünkü okulda yakacak yoktu.
Okul yolunda beni çok yoran bir çantam vardı. Çantam neredeyse benim boyum kadardı. Bir elimde odun, bir elimde koca çanta, ayaklarımda da çok büyük ayakkabılarla uzun yol yürür, okula ulaşırdım.”
‘İstanbul gızları gapmasın’ diye
Afyon Lisesi’nden 1941 yılında mezun olan Süleyman Demirel, bu defa ikinci gurbet hazırlığına koyuldu. İstanbul’daki Mühendis Mektebi’nin (İstanbul Teknik Üniversitesi) giriş sınavlarını kazanmıştı. Bu yüksekokulda da devlet hesabına okuyacak, evine yük olmayacaktı.
Yola çıkmadan önce, ailesi İstanbul kızlarının aklını çelme ihtimaline karşı tedbir amacıyla, Süleyman’ın başını bağlamak istiyordu. Öyle de oldu. Tabii bu kararda, iki gencin de rızası vardı. Süleyman, babası Yahya Çavuş’un teyzesi olan Sâkine Hanım’ın torunu Nazmiye Şener’le nişanlandı.
Köyden kente doğru yolculuk başladı. Süleyman, yıllar önce açılış töreninde hazır bulunduğu Bozanönü İstasyonu’ndan babası Yahya Çavuş tarafından uğurlandı. İlk defa denizi görecekti. Haydarpaşa İstasyonu’na ulaştı. Şehir Hatları vapuruna binip Asya’dan Avrupa yakasına geçti. Ardından da Gümüşsuyu’ndaki Yüksek Mühendis Mektebi’ne kaydoldu.
Üniversite arkadaşı Hasan Vardar, Süleyman Demirel’i şöyle anlatıyordu:
“Çok temiz bir vatandaştı Süleyman Demirel. Kendisini İstanbul Teknik Üniversitesi’nde tanıdım. Önce Makine Fakültesi’ne kaydolmuş, daha sonra İnşaat’a geçmiş. Üniversitenin Arı dergisinde arkadaşlarımızın ortak duygusu şöyle yazılmıştı: ‘Süleyman Demirel, Makine Fakültesi’nin İnşaat Fakültesi’ne bir hediyesidir’.”