DİLEK ATLI
Alakarga Yayınları’ndan çıkan Ölümsüz Hüzünler Kitabı adlı roman, bireyin kendi olma savaşını hikayenin temel meselesi yaparken, varlığı belirsiz olan Öykü adındaki kadının peşine düşen anlatıcı, toplumsal meselelere de değinmeden edemiyor.
Ölümsüz Hüzünler Kitabı ile ilgili sorularımızı yanıtlayan Budakoğlu, hikayede okuyucuyu nelerin beklediğini açıkladı.
Ölümsüz Hüzünler Kitabı için nasıl bir yazım süreci geçirdiniz?
Hikâyenin ilk ve son cümlesi arasında üç-dört yıllık bir süre var. Fikrin aklıma düşmesinden itibaren neredeyse her gün zihnimde kurguyla ve cümlelerle oynadım, notlar aldım. Zihnimde yazıp bitirmediğim hiçbir bölümü, cümleyi kâğıda dökmem. Metnin bütünlüğünün kopmaması için yalnızca uzun tatil zamanlarında fiilen yazıya geçiriyorum. Bu da aslında, birkaç yıl boyunca metinle birlikte yaşamak anlamına geliyor.
Ölümsüz Hüzünler Kitabı’nda bireyin kendiyle ilgili savaşım hâli, hikâyenin bütününe nasıl etki ediyor?
Bireyin kendi olma çabası, belki de savaşı, romanın temel problemi. Yaşadığımız toplumda hepimize biçilen bir rol, yaşam tarzı, belirli refleks ve reaksiyonlar var. Biz bu kuşatıcı ve bence nispeten baskın ortamda ne kadar kendimiz olabiliyoruz, Ölümsüz Hüzünler Kitabı bunu sorguluyor. Cinayetler, kaos, siyasetin eziciliği gibi alt örgülerin hepsi, bu soruyu açmaya çalışan yardımcı öğeler.
Roman kişisi, Öykü adında birinin peşine düşüyor. Serüvenlerle dolu bu arayışta okuyucuyu neler bekliyor?
Öykü, varlığı belirsiz bir karakter. Zaten kahraman da onunla ilgili neredeyse hiçbir şey hatırlamıyor. Yalnızca evlerine ilk televizyon aldıkları gün, Öykü’nün mutluluğu var aklında. Bir yandan şehirde kadın cinayetleri işleniyor; yani elini çabuk tutmak zorunda. Öykü’yü arayışında kahraman bir yanıyla şehri, suçun kaynağını ve ne olduğunu, toplumun işlenen suçlardaki rolünü de çözmek zorunda kalıyor. Bir yanıyla da metin, kendisiyle benzer noktalardan geçen romanlarla kesişimler yaşıyor.
GERÇEKLİĞE BAKIŞIMIZ…
Romanın içinde yazan bir kişi, roman kahramanı olabiliyor. Ya da romanda yaşayanla onu yazan aynı kişi. Karışıklığı sevdiğiniz doğru mu?
Gerçeğin nerede bittiği, kurgunun nerede başladığı, üzerine çokça düşündüğüm bir konu. Hep aynı gerçeklik düzleminde kalmak, katlanılması güç bir düşünce. Romanda da bunu içeren üç katman var: yazarın dünyası, metnin dünyası ve metindeki filmin dünyası. Bu üç katman arasındaki geçişler, gerçekliğe bakışımızı da sorgulamanın bir yolu. Burada iyimserliğimi daha çok kurmacadan yana kullandığımı da söyleyebilirim: çünkü kurmacanın, sıkıcı ve yıpratıcı gerçeklikten bir çeşit intikam alma biçimi olduğuna inanıyorum.
Romanın dili oldukça ilgi çekici. Dilin biçimsel yapısıyla oynamalar var. Bu yolu neden seçtiniz?
Dil, konudan ya da kurgudan bağımsız bir öğe değil: hatta bence metnin köşetaşı. Benim için nasıl anlattığınız, neyi anlattığınız kadar, hatta belki de ondan daha önemli bir olgu. Dilin olağan yaradılışından sapmalar, kurgunun tekdüzeliğini kırmak; yorumlar ve boşluklar oluşturmak için tercih ettiğim bir yöntem. Çünkü hayatta her şeyi anlamlandırmak, tekil anlam üzerinde yaşamak mümkün değil. Ben, boşluğun da anlama dâhil olduğunu düşünüyorum.
İz bırakan isimler
Türk ve dünya edebiyatından hangi isimlerin sizde izler bıraktığını söyleyebilirsiniz?
Ölümsüz Hüzünler Kitabı’nda; Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Korkuyu Beklerken, Kara Kitap, Dava, Fındık Sekiz, Aylak Adam, Görünmez Kentler gibi kitaplardan metinlerarası geçişler; Eco, Thomas Bernhard, Proust, Cioran, Borges gibi yazarlara atıflar olması, bu sorunun kısmî bir cevabı olmalı.