Ömer Çelik’in açıklamalarından satır başları:
Dün son derece üzücü bir olayla karşılaştık. Keçiören Hastanesi’nde sağlık çalışanlarımıza yapılan saldırıyı kınıyoruz. Tüm dünyaya örnek olacak bir fedakârlık ve vatanseverlik içinde çalışan sağlık çalışanlarımıza göz bebeği gibi davranmamız gerekir. İnsanların acıları olabilir, üzüntüleri olabilir, ama unutmasınlar ki, sağlık çalışanlarımız o acıları dindirmek için çalışıyorlar.
Bu konuda AK Parti olarak yapılan saldırının adli sürecini takip edeceğiz.
Cumhurbaşkanımız kapsamlı bir konuşma yaptı MKYK’mızın başlangıcında. Teşkilatlarımızla ilgili bir değerlendirmesi oldu. İlçe kongrelerimiz devam ediyor. Kongrelerimizdeki coşku, katılım, tecrübe ile değişimi bir ara götürme kapasitesinden memnuniyetlerini ifade ettiler.
Bizim üye sayımız bizden sonra gelen partinin oy sayısıyla eşit, hatta daha fazla. Bu AK parti’nin kitle partisini gösteren bir şey. Ekim’den itibaren bazı illerde il kongrelerimizi gerçekleştireceğiz.
Yüzyüze eğitim kademeli olarak başladı. Ana okullar ve 1. sınıflar için yüzyüze eğitim sözkonusu. Öğrenci kardeşlerimize, öğretmenlerimize, velilerimize sağlıklı bir dönem diliyoruz. Eğitimle ilgili bir sürü tedbir alındı. Sağlık Bakanlığımız ve Milli Eğitim Bakanlığımız çeşitli denetim mekanizmaları kurdular.
Gönül isterdi ki 18 milyon öğrencimiz bu şekilde yapabilsin. 17 milyon öğrencimiz evlerinde devam edecek. 3800 denetmen okullarda Kovid’le ilgili tedbirlere uyulup, uyulmadığını denetleyecekler. Ayrıca okulla irtibatlı olan her kişinin HES kayıtları bulunacak. Risk durumunda anında müdahale edilecek. Bu dinamik bir süreç, dört hafta sonra ne olur, kestirmek güç.
Bir vicdan haykırışı olan Diyarbakır annelerinin nöbeti üçüncü yılı dolduruyor. Diyarbakır annelerinin ellerinden öpüyoruz, her zaman yanlarında olduğumuzu bilmelerini istiyoruz. Bu vicdan nöbeti ortaya çıkarken, Türkiye’deki en küçük olumsuzluğu manşet yapan uluslararası medya kuruluşlarının bu vicdan nöbetini görmemesinin altını çiziyoruz.
Bu vesileyle son derece yanlış bulduğumuz bir temas sözkonusu oldu. BM Çocuklar ve Silahlı Çatışma Özel Temsilcisi, terör örgütü PYD/PKK’nın kamuflajı olan SDG örgütünün yöneticileri ile video ile görüştü. Bunu şiddetle kınıyoruz. BM yetkililerini bu konuda uyarıyoruz. Tam da çocukları istismar eden, cinsel istismardan tutun da onları çocuk savaşçısı yapmaya kalkanlarla BM’nin görüşmesi bunu meşrulaştırmaktan başka bir anlama gelmez. Bu tutumu BM’nin terörle mücadele konusundaki ilkelerin açık ihlalidir.
Biraz evvel Cumhurbaşkanımızın BM’le ilgili olan konuşmasını hep beraber dinledik. BM sisteminin iç çelişkilerine, reform ihtiyacına vurgu yapan güçlü bir konuşma yaptı Cumhurbaşkanımız. Bu tip terör ilkelerinin ihlal edilmesiyle birlikte BM, artık kendi kurduğu prensiplere sahip çıkamayan teşkilat durumuna düşüyor. Bu dünya için, BM için iyi değildir. Çocuklarla ilgili BM kurumunun başındaki kişi PYD/YPG terör örgütünün ele başısıyla video konferans üzerinden görüşürse o zaman terör örgütlerine BM’nin söyleyeceği bir şey olmaz.
Doğu Akdeniz’deki gelişmeler sıcaklığını koruyor. Bugün de sayın cumhurbaşkanımızın sayın Merkel ve Michel’le görüşmesi oldu. Türkiye bir diplomasi devletidir, bir müzakere devletidir. Uzun tarihimiz aynı zamanda diplomasi konusundaki deneyimimizin açık göstergesidir. Kazan kazan esasında bir sonuca varmak isteyen, hakkaniyet ve hukuk temelinde yürümek isteyen için Türkiye’den daha iyi muhatap ve ortak yoktur.
14 yıl sürmüş, 60 kez yapılmış istikşafi görüşmeler Çipras ve Miçotakis döneminde yapılmadı. Diplomatik mekanizmalara yanaşmayan taraf her zaman Yunanistan olmuştur. Oruç Reis gemisinin bakım ve tamir işleri için kısa bir ara vermesi diplomasi isteyenler için bir fırsattır. Meseleyi devlet aklıyla çözmek için bir irade sözkonusuysa Türkiye devlet adamlığı yaklaşma konusunda her zaman hazırlıklıdır ve desteklemektedir. Ama karşımızda ne zaman müzakere sözkonusu olduysa Yunanistan birtakım korsan anlaşmalarla sabote etti.
Oruç Reis bakım için limana çekildikten sonra habire sahada herhangi bir sonuç alamayanların sesleri diplomasi konusunda yüksek çıkınca, samimi diplomasi isteyenlere seslendik. Yapılan şey Türkiye kendi mavi vatanında Türkiye Cumhuriyeti’nin haklarını ve KKTC’nin kendi bölgesindeki haklarını korumaktadır. Maksimalist bir şekilde kimsenin kabul etmediği haritayla birtakım projelerin peşinde koşuyor Yunanistan.
Türkiye tehdit ve şantajdan vazgeçsin deniyor, Türkiye kime şantaj yapmış? Meis adasında provokasyon yapanlar onlar. Bölge ülkelerinin barış ve refahından kendisini sorumlu hisseden bir ülke olarak Türkiye büyük bir olgunlukla bu savaşı yürüttü.
Milli menfaatlerin korunması konusunda muhalefetin de duyarlı olması gerekir. Biz birileri sahada bize karşı fiili durum oluşturmaya çalışıp da karşımıza bir ittifak kurmaya çalıştıkları zaman sahada asla taviz vermeyeceğimizi söylediğimizde CHP’li arkadaşlarımız ‘Türkiye’yi yalnızlaştırdınız’ diyorlar. Daha sonra Oruç Reis’in bakım için fırsat bilin diyoruz, karşı tarafa sesleniyoruz. Bu sefer de arkadaşlarımız sırf muhalefet yapmak adına ‘taviz vermeyin’ diyor.
Sahadaki hareketinizi hamle, diplomasi alanındaki girişimlerinizi taviz olarak gören bir yapı varsa bu dış politikanın temel esaslarını bilmiyor demektir. Türkiye’nin dış politikasına uymayan bu yaklaşımlar en çok Yunan tarafından ve hasımlarımız tarafından bize karşı koz olarak kullanılmaya çalışıyor. Büyük bir devlet tecrübesiyle bölge barışından sorumlu akil bir devlet olarak, akıllı bir güçle bunu yönetmeye hazırız.
Diplomasi isteyenler için Türkiye’nin diplomasi kapasitesi kazan kazan zeminidir. Ama bunun yerine diplomasi istemeyip sahada fiili durumda gasp etmeye çalışanlarına karşı TSK’nın Türkiye Cumhuriyeti’nin hak ve menfaatlerini koruma konusundaki kararlılığı asla test edilemez. Bugün devlet adamlarının üzerine düşen çatışmalardan kaçınmaktır. Lozan Anlaşması’yla silahsızlandırılmış adaları silahlandırmak değildir. Mavi vatanımızda hareket eden gemileri taciz etmek, tedirgin etmek devlet adamı değildir, şımarıklıktır.
Türk milletinin ve devletinin temsilcisi olan sayın Cumhurbaşkanımıza o iğrenç manşetleri atmak o devlet adamları ve halk için utanç vesilesidir. Türkiye’nin devlet aklı bütün bu sorunları kapasiteye sahiptir. Sahada çatışmaya girmek herkesin yapabileceği işler. Diplomatik geleneğe sahip devletler bütün bunlardan kaçınarak sorunu çözerler.
Sahada ise hak ve menfaatlerimizi gasp etmek isteyenlere bunu denemelerini asla önermeyiz. Bunun sorumlusu biz olmayız. Biz müzakere ve diplomasi devletiyiz, köklü bir devletiz, bu sorumluluk içerisinde hareket ediyoruz.
Güney Kıbrıs’ın ABD tarafından cesaretlendirilmesi negatif bir katkı sağlamaktadır. ABD tarafsızlığını kaybedecek şekilde hem silah ambargosunu kaldırdı, hem de Rum tarafını askeri eğitim programına dahil etti. Daha sonra Pompeo Kıbrıs adasında sadece Rum tarafını ziyaret etti. Bu sağlıklı ve sonuç alacak bir yaklaşım değil. Türkiye Cumhuriyeti bir NATO ülkesidir. Bağımsız ve egemen bir devlet olan KKTC’nin garantörüdür. Türkiye Cumhuriyeti devletine, KKTC’ye karşı saldırgan bir tutum içerisinde olan Güney Kıbrıs Rum kesimini radikalleştiren, olumsuzluklar konusunda cesaretlendiren tavırlar ortada sadece kaos çıkarmaktan başka bir şey çıkarmaz. Bundan zarar gören biz olmayız.
Dünya durdukça Türkiye’nin tavrı bu olacak. KKTC’ye hiç kimse ikinci sınıf muamele yapamaz. Rumlar, Türkleri eşit paydaşları olarak görmeliler. Kıbrıs Türklerinin çözümden yana oldukları ortaya çıktı. Referandumda Türk tarafı evet, Rum tarafı hayır verdi. Cezalandırılan Türk tarafı oldu. AB’nin Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC’nin olumlu davrandığını söylediler ama Güney Kıbrıs kesiminin şımarık radikalizmini desteklemekten geri durmadılar.
ABD’den beklediğimiz tarafsızlık pozisyonuna geri dönmesidir.
Hepimizin gündeminde Libya konusu sıcaklığını korumaya devam ediyor. Meşru hükümetin çağrısıyla oradaki kardeşlerimize yardım eden Türkiye Hafter güçlerinin gerilemesinde büyük bir çaba ortaya koymuştur. BM Konseyi kararları doğrultusunda Libyalılar tarafından yürütülecek siyasi süreçten yana olduğumuzu söylüyoruz.
Libya halkının içinde bölücü bir tutum içerisinde olan Avrupa’daki ülke Fransa’dır. Fransa’nın Hafter güçlerine destek verdiği dönemde Tarhana’da masum insanları toplu mezarlara dolduruyordu. Bunlar ortaya çıktıktan sonra Fransa utanmak ve özür dilemek yerine, kendi dış politikasındaki ahlaki cari açığı Türkiye’ye sataşmakla kapatmaya çalışıyor. Fransa’nın hukuki, ahlaki, siyasi cari açığı çökmüştür. Cumhurbaşkanımıza saldırarak bu açığı kapatamazsınız.
Türkiye kıyıdaş ülkeler arasında müzakere zeminini desteklerken Fransa bütün bu süreçten kimsenin satın almadığı savaş uçaklarını satmak gibi bir sonuç çıkarmıştır. İnsan haklarından, hukuktan bahsedeceksin, Tarhana’daki toplu mezarların arkasında olacaksın, sonuçta müzakere yerine savaş uçağı satan bir duruma geleceksin.
Kovid sürecinde ciddi bir şekilde dünyada temiz su kaynaklarına ulaşmak, su, gıda ile gündemler yeni bir bakış açısıyla ele alınıyor. Giderek dünyada su kaynaklarını kaybediyoruz. Bu su kaynaklarının yok edilmesiyle yeni bakterilerin insanlığın tehditle karşı karşıya olduğunu söylüyorlar.
Temiz su kaynaklarının değerlendirilmesi konusunda 2002’den bu yana cumhuriyet tarihimizin en fazla içme suyu tesisi inşa edildi. İçme suyu kullanım miktarı açısından 2004 yılında 5 milyar metreküp iken 2020 yılında 7 milyar metreküp oldu.
Burada özel sektöre de destek verilmiştir. Türkiye’nin pozitif ivmeyi koruduğunu ifade etmek isterim.
Biliyorsunuz sayın Selçuk Bayraktar paylaştı. Türkiye’nin uçan arabası Cezeri kamuoyuyla tanıştı. Burada kişi taşımaktan, şimdilik tek kişi taşıyor, ileride daha çok kişi taşıyacak. Şehir hayatını baştan sona değiştirecek teknolojiye hazır olmamız gereken önemli bir vizyon ortaya koymuştur. Sayın Bayraktar’ın açıkladığı 9 ay gibi kısa sürede tamamlanması Türk çalışanlarının geldiği noktayı göstermesi açısından önemli.
Türkiye görüşmeye devam etti. Şimdi de görüşmelere başlanabileceği ilan edilmiş oluyor. Bunun bir çerçevesi olması lazım. Sayın Cumhurbaşkanımız açıkladı, hangi prensipler temelinde konuşacağız? Birileri maksimalist talepleri masaya koyup, kendi haklarınızdan vazgeçin derse orada müzakere olmaz. Türkiye açısından istikşafi görüşmelere başlamak açısından hiçbir sorun yoktur. Çerçeveyi arkadaşlarımız çalışacaktır. Daha önce de buna hazırdık. Yunanistan Mısır’la anlaşmayı yapınca maalesef akamete uğradı.
AB yetkililerinin beklentisi şuydu, biz müzakerenin başladığını görmek isteriz dediler. Biz de sürekli diplomasi ve müzakere konusunda Türkiye’ye telkinde bulunuyorsunuz. Siz bunları Yunan tarafına söyleyin. Siz bize müzakere diyorsunuz Meis adasına çıkılıyor, Mısır’la korsan anlaşma imzalanıyor. Türkiye yumuşak ve sert gücünü nerede nasıl kullanmasını bilen binlerce yıllık tecrübeye sahiptir.
AB zirvesine gidildiği zaman esasında ilk göç anlaşmasında bir çerçeve ortaya konulmuştu. Türkiye’nin üzerindeki yükü almak için birtakım maddi yardımlar sözkonusuydu. Maddi yardım işin bir tarafıydı. Vize serbestisi, fasılların açılması, Gümrük Birliği’nin güncellenmesi. Göçmen anlaşması imzalandıktan sonra tuttular diğer maddeleri yok sayıp göçmen meselesi üzerinden yürümeye çalıştılar. Bunu da sadece 3 milyar Avronun nasıl serbest bırakılacağıyla ilgili düzeye indiler. Onu da yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Hiçbir şekilde sahadaki göçmen gerçekliğine yetişen dinamik mekanizma kuramadılar. Geçen Macron bile diyor ki, Türkiye göçmen konusunda ortağımızdır, diğer konularda karşı karşıyayız. Öyle bir dünya yok! Biz son zamanlarda sayın Merkel’in arabuluculuk tavrını olumlu buluyoruz. Türkiye’ye şimdiye kadar vize serbestisinin verilmiş olması lazımdı, göçmen anlaşmasının sahadaki yükün ağırlığının artması sebebiyle yeniden güncellenmesi lazımdı. Müttefiklerimizden, AB içindeki muhataplarımızdan Türkiye ile ilgili pozitif bir ajandaya geçmelerini istiyoruz.
Cumhurbaşkanımızın tavrını herkes biliyor. Birtakım kurallara riayet edildiği müddetçe sayın Cumhurbaşkanımız müzakere mekanizmalarını işletme konusunda her zaman destek verir. Uluslararası ilişkilerde gerçek demokratik kültür budur. Çatışma üretmek kolaydır. Çatışma üretmek için zekaya, vizyona, projeye gerek yok. Bu dünyanın her yerinde oluyor. Asıl diyalog, müzakere üretmek için devlet tecrübesine ihtiyaç vardır. Sayın Macron bu bölgeye Rum kesimine destek vermek için savaş uçakları ve gemileriyle gelirse TSK buna müsaade etmez. Ama sayın Macron Türkçe tweet atıp konuşalım derse karşısında son derece tecrübeli devlet başkanı olarak sayın Cumhurbaşkanımızla bu imkana kavuşacaktır. Diyalog her zaman iyidir, müzakere her zaman iyidir. Bazen bu kadar sertlik varken ne görüşeceksiniz deniyor. Asıl çatışma riski varken görüşülür. Gerçek devlet tecrübesi orada ortaya çıkar.
Bir gün güvenlik forumuna katılmıştım. Fransız muhataplarımız vardı. Onlara sormuştum ‘insan hakları diyorsunuz silah satmaya devam ediyorsunuz’. Birisi bana bizim çift vitesli politikamız vardır hem eleştiririz hem silah satarız dedi. Ben buna ahlaki, siyasi, ticari cari açık diyorum. Rafael savaş uçaklarını ilk defa bir AB ülkesine sattılar. Akdeniz politikası açısından bakarsak. Yunanistan açısından düşünelim, Fransa size sahip mi çıktı? Sadece uçak sattı. Fransa AB vizyonuyla değil tam tersine özel çıkarlarla hareket ediyor. Libya ve Suriye’deki boşa düşmüş politikasını Akdeniz’de kapatmaya çalışıyor. Macron’un kişesel olarak yürütmeye çalıştığı dış politika çökmüştür.
İstikşafi görüşmeler başlayabilir. Bununla ilgili hazırlık sürüyor. Çerçeve, prensipler belli olacak. Masaya oturduğumuzda hangi prensiplerle neyi konuşacağız? Tarih belirlenir, yer belirlenir. Onunla ilgili bir tarih verilmemiştir. Kesinleştiği zaman onu size biz uygun bir şekilde bildiririz. Sayın Merkel’in AB içerisinde bir ağırlığı var, önemli tecrübesi var. Bu çerçevede arabuluculuğu, diplomasi kanallarını destekleyen bir tavır içerisinde. Sayın Michel’in katılmadığımız havuç sopa gibi benzetmeleri oldu, Cumhurbaşkanımız o konuda kendisini uyardı. Muhataplarımızı ikna etmişlerse olumlu bir atmosfer diyebiliriz. Biz bir konuyu kapattık, onu bir tarafa atalım diğerlerine geçelim diye müzakere olmaz. Tamamında olur. Sürecin nasıl işleyeceğini göreceğiz.
Sayın Borel’in AP’de Türkiye’ye saldırılara son derece basiretli cevaplar verdiğini, müzakerelerden yana olduğunu biliyoruz, takdirle karşılıyoruz. Fakat Türkiye’yi Çin ve Rusya gibi imparatorluk arayışında göstermek Türkiye’yi olumsuz etiketlemektedir. Türkiye NATO üyesidir, AB ile tam üyelik müzakereleri yürüten bir ülkedir, OECD üyesidir. AB ile ilgisi olmayan Çin ve Rusya ile aynı kategoride değerlendirmek sayın Borel’in vizyonuna yakışmamış. Herkes kendi tarihi havzasıyla ilgilenmek konusunda bir faaliyet içerisine girmeyi kendine hak görüyor, fakat Türkiye kendi tarih havzasıyla ilgilendiği zaman eksen kayıyor deniliyor. Demek isteniyor ki biz Afrika ile Asya ile ilgilenmiyelim, Balkanlar’a hiç uğramayalım.
Sayın Borel imparatorluktan bahsedecekse Fransa’ya baksın. Türkiye Cumhuriyeti emperyalist bir devlet değildir. Emperyalizm de geçmişinde yoktur. Türkiye ile ilgili kullanılan dil konusunda daha titiz bir yaklaşım bekliyoruz.
Bütün vatandaşlarımızdan istirham ediyoruz, maske, temizlik konusunda duyarlı olalım. Sosyal mesafe demiyorum, fiziki mesafe diyorum. Her sabah mottomuz günaydının yanına maske, mesafe ve temizliği koyalım. Aziz milletimize saygılarımızı arz ediyoruz.