‘Ödeşmenin en iyi yolu yazmak’

Şair ve yazar Onur Caymaz, son kitabı Herkes Yalnız ile direksiyonunu yeniden öykü dünyasına kırdı. Ödeşmenin en iyi yolunun yazmak olduğunu düşünen Caymaz, “Nicedir hikâye yazmadığımı fark ettim, özlemişiz birbirimizi” dedi.

‘Ödeşmenin en iyi yolu yazmak’

DİLEK ATLI

Onur Caymaz, edebiyatımızın üretken kalemlerinden biri. Şiir, roman ve öykü kitaplarıyla tanınan Caymaz, bu defa öykülerle okur karşısında. Yazar, Kırmızı Kedi Yayınları’ndan çıkan Herkes Yalnız hakkındaki sorularımızı yanıtladı.

 

Bu hikayeler bu kitaba neden girmek istediler?

 

Aslında oturmuş, altı yıldır yazmaya çalıştığım romanımla uğraşıyordum. Fakat bir gün, eski polis muhabiri olan eşimden, kitaba adını veren hikâyeyi dinledim. O günden sonra üzerinde çalıştığım romana bakamaz olmuştum. Bir şekilde bu hikâyeyle; bu hikâyedeki beyaz çorapların anısıyla ödeşmek zorundaydım. Bunun da en iyi yolu sanırım yazmaktı. Yazarken nicedir hikâye yazmadığımı fark ettim, özlemişiz birbirimizi. Birbirine benzer öğelerle oluşturduğum bir yapının içine girebilecek birkaç hikâyem daha duruyordu cepkenimde, oturdum onları da yazdım. Sonrası Herkes Yalnız işte.

 

ŞİİRSİZ OLMAZ…

Kitap bizi Şah İsmail Hatayi’ye ait mısralarla karşılıyor, Yunus Emre ile yolcu ediyor. Neden bu kitaptalar?

 

Şiir olmadan olmaz. Şah Hatayi, bir derdim var, bin dermana değişmem diyor. Derdi olmayan kişilerin yazı yazmasını bir türlü anlamlandıramadım. Bir kitabı kapattıktan sonra şunu sorarım hep: Yazar bu kitabı ne için yazmış acaba? Ne canını yakmış, neye kafayı takmış da oturmuş bir kitap yazmak gibi büyük bir işe durmuş? Kapatırken de Yunus tabii. Bir çizgi, birinden diğerine. Yunus’u seçmemin özel sebebi de hayatımla çok örtüşen iki dize olmasıydı, onlar kitabın sonuna, hem kendi adıma hem de hikâyedeki kahramanım adına çok uygun düşüyordu. Bir de bu şairlerin nasıl eskimediğini göstermek gibi bir derdim vardı. Bunlar gibi büyük adamlar hiç eskimeyecek.

 

Kitabınıza ismini veren Herkes Yalnız öyküsünde varlık ve yokluk duygusunun neredeyse aynı olan şiddetine vurgu yapılıyor. Bunun yalnızlıkla ilgisini anlatır mısınız?

 

Edip dedik, şiir dedik, yine onun bir dizesini söyleyeyim: “Bir kişi bile değilim yalnızlıktan” Yalnızlık… Herkes Yalnız, gücünü sanırım hikâyesinin “yaşanmış” olmasından, gerçekten alıyor. Gerçek her şeyin babasıdır der Dostoyevski. Ve evet, var olanla yok olan… Çok doğru görmüşsün, aslında birbirinden hiç farkı yok. Bir ve sıfır yan yana. O yüzden yazmaya çalıştığım yeni romanın adı Sıfır… Yalnızlığı soruyorsun. Bunların yalnızlıkla ilgisini. Yokluğu anlayabilmek için yok olmak gerekir, insanın yokluğa en yakın olduğu yer de yalnızlık. Bir kişi bile değilsin…

 

Aynı öyküde eşya biriktirmekten, eşyaların ne olacağından söz ediyor. Sizi bu konuda düşünmeye iten hikayede geçtiği gibi çöp evler miydi?

 

Ölenlerin ne olacağı. Ölenden kalanların. Ölenle giden arasında fark olmadığı. Gidenin de bir tür ölü olduğu. Ölenlerin yaşayanlardan çok oluşu… Çöp evler hem bunlara dair metafordu, hem de sanayileşmenin kıyısında bir toplumun tüm deliliğini, yalnızlığını, çaresizliğini yansıtıyordu. Bir de o gazeteci kızların yaşamına daldığımda, hikâyenin kendi zaman diliminde, bu çöp ev olgusuyla karşılaşmıştım. Bunlar diyebilirim.

 

‘Aşk: Hiçbir Şey’ öykünüz Kieslowski için. Yönetmen Krzysztof Kieslowski mi? Sizi hangi filmi etkiledi en çok?

 

Kieslowski’nin Dekalog serisi vardır. Bardakların, sütlerin, şişelerin, ölümün her bölümde göründüğü, nefis bir şiir gibidir. On Emir’i on film şeklinde işlemiştir burada usta yönetmen. Bu serinin 6. bölümü de 6. emir, yani “zina etmeyeceksin” üzerine çekilmiştir. Bir diğer yorumla, aldatmayacaksın. Daha sonra seri içinde ünlenip sivrilen film Aşk Üzerine Kısa Bir Film diye anılmaya başlanır. Hikâyedeki Magda’yı Grażyna Szapołowska, Tomek’i Olaf Lubaszenko oynar.

‘Yazılanlarda gerçek payı var’

 

Bu kitapta yazılan öykülerin ne kadarı gerçek hayattan izler taşıyor? Yazarın yaşadığı ülke onun kalemini nasıl etkiler?

 

Bu kitapta yazılanların birçoğunda gerçek payı var. Woolf diyordu galiba, bir şey yazılmadığı zaman olmamış sayılır diye. Yazınca oldu hepsi. Gerçek kıldık hepsini. Yazarın yaşadığı ülke diyorsun… İnsan yaşadığı yere benzer diye yazar Cansever bir şiirinde. İster istemez bu ülke de bizi kötü etkiliyor. Tanpınar, bir yerde, bu ülke, evlatlarına kendisinden başka şeyle uğraşma imkânı vermiyor der. Tam da bu. Ama tabii ki birebir etkilerden söz etmek mümkün değil. İşyerinde öğlen yemeğine çıktığım zaman çevredeki lokantaların önüne dağılmış Suriyeli çocuklardan diğerlerine dek… Hepsi can acıtıyor. Kitapta Polis adlı hikâye biraz da bunu anlatır.

HABERİ PAYLAŞ
ilk yorumu sen yap

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz..
X