Başbakan Ahmet Davutoğlu, birçok ülkenin Arap toplumu içerisinde Ortadoğu’da demokratik ve sağlıklı bir dönüşüm olsun diye çok çaba sarf ettiğini ve bu nedenle Arap gençliğinin demokratik taleplerini desteklediğini belirterek, “Ama maalesef Ortadoğu’da demokrasiyi desteklemek yerine bazı otokratik yaklaşımları ve terörist grupları da destekleme durumları ortaya çıktı. Şimdi hem Türkiye için hem bölgedeki bütün ülkeler ve dünyadaki ülkelerin geri kalanları için çok önemli bir tehlike, tehdit var” dedi.
Davutoğlu, Uluslararası Finans Enstitüsü’nce The Four Seasons Bosphorus Hotel’de gerçekleştirilen “Türkiye’nin Dönem Başkanlığında G-20 Gündemi” konferansı kapsamındaki akşam yemeğinde konuklara hitap etti.
İstanbul’un dünya ekonomisini ve siyasetini konuşmak için doğru yer olduğunu ve kentin geçmişte İpek Yolu bağlamında dünyanın geleneksel ekonomik yapılarının merkezinde bulunduğunu anlatan Davutoğlu, İstanbul’un Sanayi Devrimi’nden sonra da önemli bir şehir olmayı sürdürdüğünü dile getirdi.
Davutoğlu, İstanbul’un bugün de çok dinamik bir dönüşüm sürecinde olduğunu vurgulayarak, dünyanın ekonomi ve finans merkezlerinden biri yapmak istedikleri kente, yılda 150 milyon yolcu kapasitesi olması planlanan dünyanın en büyük havalimanını inşa ettiklerini, geçen yıl da Asya ile Avrupa’yı İstanbul Boğazı’nın altından birleştirdiklerini söyledi.
Sovyetler Birliği’nin çökmesi, soğuk savaşın sona ermesiyle uluslararası sisteme liberalizm, ekonomik büyüme ve demokrasi temelli bir iyimserliğin hakim olduğuna işaret eden Davutoğlu, o günden bugüne büyük bir teknolojik dönüşüm yaşandığını ancak dünya sistemindeki uluslararası yapılar bakımından çeşitli sorunlar olduğunu kaydetti.
“Bütünsel ve kapsayıcı bir güvenlik yoksa, dünyada kimse güvende değil”
Başbakan Davutoğlu, krizleri ve kriz yönetimini anlatmak için “deprem” kavramının iyi bir benzetme olduğunu belirterek, son 25 yılda 4 büyük deprem yaşandığını, ilk depremin SSCB’nin 1990’daki çöküşünden sonra yaşanan jeopolitik deprem olduğunu dile getirdi.
Davutoğlu, “Balkanlar, Doğu Avrupa, Orta Avrupa, Karadeniz, Kafkasya ve Orta Asya dönüşüm geçirdi. AB ve NATO’nun izlediği iyi strateji sayesinde Orta Avrupa ve Doğu Avrupa’da pozitif bir dönüşüm gerçekleşti. Ancak Balkanlar’da çeşitli sorunlar yaşandı ve bunlar hala Bosna-Hersek’te ve Kosova’da gördüğümüz gibi geçerli. 20 yıl sonra hiç kimse Ukrayna gibi istikrarlı bir ülkenin bugün yaşadığı krizi yaşayacağını beklemiyordu. Bu bize jeopolitik kaymanın ve onun artçı şoklarının devam ettiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.
İkinci depremin 2001’de ABD’de yaşanan 11 Eylül saldırıları olduğunu anlatan Davutoğlu, “11 Eylül büyük şehirlerde yaşayan ve terörü dışarıda, uzakta bir olgu gibi görenler için büyük bir şok yarattı. 11 Eylül gösterdi ki eğer bütünsel ve kapsayıcı bir güvenlik yoksa, dünyada kimse güvende değildir. Son olarak Paris’teki saldırılar, 11 Eylül güvenlik depreminin artçı şoklarının sürdüğünü gösterdi” diye konuştu.
Üçüncü büyük depremin ise 2008 yılında yaşanan küresel finans krizi olduğunu, başlangıçta finans sektör içerisinde başlayan ancak sonra bir ekonomik soruna dönüşen krizin, ardından da sosyal bir problem olarak da birçok ülkede görülmeye başladığını aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Çünkü işsizlik gibi konular ortaya çıktı ve Avrupa içerisindeki birçok ülkeye bakıyoruz, sosyal istikrarsızlık var. Hükümet krizleri meydana gelirken, siyasi krizlere de neden oldu. Avrupa içerisinde siyasi değişimler yaşandı. Son 7 yıl içerisinde bunları görüyoruz. Avrupa’nın içerisinde bile bu finansal ve daha sonra da ekonomik krizin sosyal bir sıkıntı yarattığını ve beraberinde de siyasi istikrarsızlığı getirdiğini hepimiz gözlemliyoruz. Bazen baktığımız zaman yabancı, İslam düşmanlığı, göç karşıtı yaklaşımlar bunlar gerçekten şok edici şeyler. İnsanlığın geleceği açısından çok dikkatli olmamız gerekiyor.”
“2008 yılındaki finans krizinin hala artçı şoklarının olduğunu görüyoruz”
Davutoğlu, 1925 yılında yaşanan ekonomik krizin ardından dünyada faşist, ırkçı ve yabancı düşmanı yaklaşımların ortaya çıktığını, bu tip yaklaşımların Avrupa içerisinde ve diğer yerlerde de yükselişe geçtiğinin görüldüğünü vurgulayarak, bu açıdan dikkatli olunması gerektiğini bildirdi.
İşsizlik olduğunda ilk reaksiyonun başkalarını suçlamak olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şu değerlendirmede bulundu:
“Mesela 1930’larda Yahudileri suçladılar, daha sonra ise Afrikalıları ve Müslümanları suçluyorlar. Bu hepimizin için çok önemli bir sıkıntıdır. Solcu veya sağcı marjinal siyasi hareketlerin şimdi ana akım siyasi hareketler olarak yükselmeye başlaması da çok yakından izlenecek bir şeydir. Syriza, Yunanistan’da demokratik bir süreçtir. Sayın Çipras ile aralık ayında Atina’yı ziyaret ettiğimde bir araya geldim. Tamamen saygı duyuyorum ama bu şunun da göstergesidir. Ekonomik krizler, ana dinamikleri temel anlamda siyasi değişimlere yönlendiriyor. 2008 yılındaki finans krizinin hala artçı şoklarının olduğunu görüyoruz.”
“Terör veya otokrasi Ortadoğu’da birer seçenek değil”
Davutoğlu, dördüncü büyük depremin ise siyasi ve güvenlik konusunda Arap Baharı’ndan sonra Ortadoğu’da başlayan radikalleşme olduğunu aktararak, “Şimdi de DEAŞ tipi bir sıkıntı var önümüzde. Birçoğumuz esasında çok çalıştık, çok çaba sarf ettik Arap toplumu içerisinde Ortadoğu’da demokratik ve sağlıklı bir dönüşüm olsun diye. Bu nedenle Arap gençliğinin bu demokratik taleplerini destekledik. Ama maalesef Ortadoğu’da demokrasiyi desteklemek yerine bazı otokratik yaklaşımları ve terörist grupları da destekleme durumları ortaya çıktı. Şimdi hem Türkiye için hem bölgedeki bütün ülkeler ve dünyadaki ülkelerin geri kalanları için çok önemli bir tehlike, tehdit var” diye konuştu.
Terör veya otokrasinin Ortadoğu’da birer seçenek olmadığını vurgulayan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“İşte bu travma Ortadoğu’da bu büyük şok, sadece Ortadoğu’yu değil, Suriye’de belki bir Japonu veya Ürdünlü bir pilotu etkiledi. Bu insanların hepsi tehlike altında artık. Türkiye de tüm bu olup bitenin tam da merkezinde. Jeopolotik bir şoktan bahsettim 1990’larda. Biz gene merkezdeydik o zaman. 11 Eylül olduğunda yine merkezdeydik. İspanya ile Medeniyetler İttifakı hareketini başlattık. Dışlayıcı bütün yaklaşımları önleyebilmek için ortak bir kaderimiz olduğu hissiyatını insanlığa yayabilmek için buna başladık. Türkiye, finansal ve ekonomik krizle başa çıkma konusunda performansı en iyi olan nadir ülkelerden bir tanesiydi. Son 12 yıl içerisinde siyasi istikrar sayesinde ve sürekli devam eden demokratik süreç neticesinde ki üç genel, iki yerel, bir cumhurbaşkanlığı ve iki referandum yapıldı, bu 11-12 yıl içerisinde -ve ben de İstanbul il kongresinden geliyorum haziran ayında da yeni seçimler var- bizim başarımız hep test edildi, sınavlardan geçti bu demokratik seçimler vasıtasıyla.”
“Bütün istatistiklerde ekonomimiz büyüyor”
Davutoğlu, Türkiye’nin ekonomik performansı ile 2001 yılındaki ekonomisi kıyaslandığında müthiş bir değişim görüleceğini dile getirerek, “Ama bütün perspektiflerden, tüm bakış açılarından bütçe açığımız sadece yüzde 1,4, borcumuzun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 13’lerde. Daha önceleri yüzde 25-30’lardaydı. Bütün istatistikler gösteriyor ki Türkiye bir başarı öyküsü yaratmıştır” diye konuştu.
İşsizliğin bütün ülkeler için çok büyük bir sıkıntı olduğunu ifade eden Davutoğlu, Türkiye’nin çok başarılı olduğunu ve geçen yıl 1 milyon 500 binin üzerinde yeni istihdam oluşturduklarını söyledi.
Davutoğlu, küresel krizden bu yana 6 milyona yakın yeni istihdam oluşturduklarını vurgulayarak, “Gayrisafi yurt içi hasılamız neredeyse 800 milyar doları geçti. Kişi başına düşen milli gelirimize baktığınız zaman bu da 19 bin doları geçti. Türkiye şimdi üst orta gelir grubu ülkelerden birisi haline geldi. Gelecek için de gerçekten güzel bir vizyonumuz var. 2023 vizyonu ki Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yıl dönümü olacaktır ve dünya ekonomisindeki önde gelen ülkelerden biri olacağız” değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye’nin 6. en büyük turistik destinasyon olduğuna işaret eden Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Turizmimiz de yükseliyor sizin de buraya gelmenizle birlikte. Ben bunun önerisini de yaptım toplantı öncesinde. Uluslararası finans yerine başka bir toplantı yapalım hem kendi turizmimizi hem uluslararası finansal istikrarı destekleyelim. Esasında Avrupa’daki en büyük tarımsal üreticiyiz. Dünyadaki en büyük 6. tarımsal üreticiyiz. Bütün istatistiklerde ekonomimiz büyüyor. Şu anda cari açığımız azalmakta, enflasyonumuz büyümekte. Bütün pozitif istatistikler gösteriyor ki Türk ekonomisi büyümeye devam edecek ve dünyadaki, Avrupa’daki ve OECD ülkeleri arasındaki en hızlı büyüyen ekonomilerden biri olacağız.”
“Türkiye bir istikrar ve ekonomik kalkınma adası olarak durmakta”
Başbakan Davutoğlu, toplantıya Türk ekonomisini methetmeye gelmediğini ancak bazı insanların kendisine “Bu kritik, sıkıntılı dönemde ülkeleri siz nasıl sınıflandırıyorsunuz?” diye sorduğunu ifade ederek, “Ben de şunu söylüyorum; hem vizyonu hem iyi bir yönetimi hem de yönetilebilirliği olan ülkeler vardır. Bunlar yükselecek olan ülkelerdir. Bu ülkeler istihdam, yatırım çekerler, istihdam yaratırlar. İkinci kategoriye baktığımız zaman ise vizyonu, vizyoner liderleri olmayan ülkelerdir ama bir şekilde yönetilebilirlikleri vardır. Statükoyu tutarlar. Ancak üçüncü bir kategori olan ülkeler de var. Ne vizyonları var ne yönetilebilirlikleri ne de hükümetleri var. Suriye gibi, Ukrayna gibi… Bu ülkeler ya bölünüyorlar ya da çöküyorlar. Türkiye’nin etrafında 6, hatta 8 ülkeyi bu kategoriye sokabiliriz. Bu farklı ortama, bu zorlu ortama rağmen, Türkiye bir istikrar ve ekonomik kalkınma adası olarak durmakta” şeklinde konuştu.
“25 senedir atılmış tek bir adım yok”
Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Bizler uzun uzadıya toplantılarda BM’nin reforme edilmesi gerektiğini konuşuyoruz neredeyse 25 senedir ama bunun için atılmış tek bir adım bile yok. Ne yapıda ne de misyon açısından” dedi.
Uluslararası kuruluşların 2. Dünya Savaşı sonrası dünya yapısına göre tesis edildiklerini ve bunların adeta modalarının geçtiğini söyleyen Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Bütün uluslararası kuruluşlarda 1990’ların başında bir elden geçirme yapılması gerekmekteydi 17. yüzyıldan şu ana kadar her büyük savaştan sonra uluslararası ekonomik ve siyasi düzenin yeniden ayarlandığını görüyoruz. 30 Yıl Savaşları’ndan sonra Westphalia Konferansı yapılmıştı. Napolyon Savaşı’ndan sonra Viyana Kongresi toplanmıştı. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Milletler Cemiyeti kurulmuştu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler kuruldu ve Bretton Woods sistemi kuruldu. Dünya Ticaret Örgütü ve IMF kuruldu. Esasında Soğuk Savaş da büyük ölçekli bir savaştı ve her şey değişmek durumdaydı ama hala mevcut yapılar devam ediyor. Hala aynı BM yapısı içindeyiz. 5 tane ülke Güvenlik Konseyi’nde veto gücüne sahip. Suriye konusunda şu sebepten veya bu sebepten, Ukrayna konusunda fikir birliğine varamadıklarında bizler oyunun bedelini ödüyoruz. Son 4 sene içinde tek bir kapsayıcı veya konsensüsle alınan bir karar yok, Suriye ile alakalı. Bizler uzun uzadıya toplantılarda BM’nin reforme edilmesi gerektiğini konuşuyoruz neredeyse 25 senedir ama bunun için atılmış tek bir adım bile yok .Ne yapıda ne de misyon açısından.”
Dünya Ticaret Örgütünün çok daha etkili olması gerektiğini kaydeden Davutoğlu, birçok ülkenin prensipte uymasına rağmen birçok ülkenin kısıtlayıcı politikalar uygulamayı sürdürdüğünü ifade etti. Dünya ticaretinin yüzde 6-7 artması gerektiğini anlatan Davutoğlu, “Temel parametrelerini değiştirmemiz gerekir dünya ekonomisinin” ifadesini kullandı.
Davutoğlu, son 25 yılda mevcut uluslararası kuruluşları dönüştürmenin başarılamadığını ancak bu konuda G20’nin mevcut uluslararası kuruluşlar arasında bir başarı örneği vurguladı.
G20’nin P5’ten çok daha kapsayıcı olduğunu aktaran Davutoğlu, G20’nin çatışma çözümleme, görüş alışverişinde bulunma mekanizması olma özelliği açısından en iyi seçeneklerden birisi olarak durduğunu bildirdi.
G20 zirvelerinde 20 ülkenin liderlerinin bir araya geldiğini ve birçok şeyi çözebilecekleri konusunda beklenti oluştuğunu aktaran Davutoğlu, “G20 bu beklentiyi karşıladı mı karşılamadı mı? En azından şunu söyleyebiliriz: G20 soğuk savaş sonrasındaki döneme adapte edilmiş tek uluslararası organizasyon olarak karşımızda çıkıyor” dedi.
Davutoğlu, G20’nin gücünü esnek karakterinden aldığını ve tüm liderlerin samimi bir şekilde görüşlerini ortaya koyduğunu dile getirdi.
“G20 doğru platform”
Türkiye’nin dönem başkanlığında önemli konulardan birisini “çevre” olarak belirlediklerini ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bakanlığım döneminde, 3 sene önce BM’de çevresel konularda bir araya gelmiştik. 56 tane Bakan, Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda çıkıp ulusal metinlerini okuyorlardı. Bu ne demektir? Siz ulusal pozisyonunuzu okuyorsunuz demektir. Çok sıkıcı da bir şeydi. 8-9 bakandan sonra ben sözü aldım arkadaşlarımızın, meslektaşlarımızın birçoğunun bu resmi metinleri dinlemekten gerçekten sıkıldığını da gördüm ve ben dedim ki: ‘Ben ulusal metnimizi okumayacağım size, hissiyatımı sizinle paylaşmak istiyorum’ dedim ve biz dışişleri bakanlarıyız, ulus devletlerin dışişleri bakanlarıyız. Tabii ki ulusal pozisyonumuzu koruyacağız ama çevre konusu söz konusu olduğunda bizler ulus devletlerin dışişleri bakanları olarak konuşmamalıyız. Biz ‘İnsanlığın içişleri bakanı olarak konuşmalıyız’ dedim. Çünkü insanlık yoksa, insanlığın var oluşu yoksa ulusal bir çıkar da olamaz.”
Aynı şekilde G20 ülkelerinin birbirlerine karşılıklı bağımlılık içinde olduklarını, ülkeler içinde olan bir durumun diğerlerini öyle ya da böyle etkilediğini anlatan Davutoğlu, “G20 liderleri bir masa etrafında bir araya geldiklerinde şunu düşünmeleri lazım: ‘Bizler dünya ekonomisine yön veriyoruz. Tek bir vücut olarak bunu yapmamız lazım, farklı pozisyonlarda müzakere ederek değil. G20, bunu yapmanın doğru platformudur” diye konuştu.
“Kapsayıcılık her türlü krizin çözümünde anahtardır”
G20 dönem başkanlığı ile Türkiye’nin küresel krizin çözümüne katkı yapma şansını ele geçirdiğini söyleyen Davutoğlu, şöyle devam etti:
“Uluslararası çerçeveye dayalı olarak bizler çok sayıda sıkıntılı konuyla karşı karşıyayız. Jeopolitik, güvenlik, ekonomik sosyal ve G20 doğru platform ise ki öyle biz Türkiye dönem başkanlığı içinde bakanlarımızla ve diplomatlarımızla şöyle bir planlama yaptık: Belli prensiplerin altını çizmeyi kararlaştırdık ve 3 tane İngilizce’de ‘I’ harfiyle başlayan, kapsayıcılık, uygulama ve yatırım. Niye bu üç tane ‘I’dan bahsediyoruz. Kapsayıcı bir yaklaşımınız olmazsa hiçbir sorunu çözemezsiniz. Neden Birleşmiş Milletler sistemi bazı sıkıntıları çözemiyor? Çünkü P5 yeteri kadar kapsayıcı bir noktada değil. Afrikalı yok, Müslüman yok, başka grup ülkelerinden kimse yok ama G20 içinde gerçekten küresel bir toplumdan bahsediyoruz Afrikalılar, Asyalılar, Avrupalılar, Amerikalılar var, Müslümanlar var. Hristiyanlar, Budistler hepsi orada. Hepsi aynı masa etrafında. Bu kapsayıcılık hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzeyde her türlü krizin çözümünde temel anahtardır.”
Başbakan Davutoğlu, kapsayıcılığın hem ulusal hem de uluslararası düzeyde her türlü krizin çözümü için temel anahtar olduğunu, kapsayıcılığın olmaması durumunda sosyal uyum, sosyal istikrar ve demokratik bir süreç olamayacağını söyledi.
Davutoğlu, uluslararası sistemde kapsayıcı bir yaklaşım yoksa bir düzen kurulamayacağını dile getirerek, “Burada söz konusu olan ‘3 ı’ konusunda da biz şunu belirledik; İki tane gündemimiz olacak. Bunlar 3 tane ilke üzerine dayanacak. Bir tanesi köprü vazifesi göreceğiz. G-20 ile en az gelişmiş olan veya düşük gelirli kalkınmakta olan ülkeler arasında. ‘En az gelişmiş’ demiyoruz da böyle diyoruz” diye konuştu.
Türkiye’nin şu anda en az gelişmiş ülkeler konusunda BM içerisinde koordinatör ülke olduğunu ifade eden Davutoğlu, kendisi Dışişleri Bakanı iken hedefleri olan bu koordinasyonu Türkiye’nin 2020’ye kadar yapacağını, her yıl en az gelişmiş ülkelere 200 milyon dolarlık yardım yaptıklarını aktardı.
Davutoğlu, Türkiye’nin resmi yardım programının toplamının 3,5 milyar dolar olduğunu kaydederek, “Türkiye, dünyada belki de bu konuda en büyük donör ülke. Ulusal gelir konusunda da Türkiye donör olarak buna katkı yapmakta. Bu, düşük gelirli kalkınmakta olan ülkelerin dünya ekonomisinde daha aktif olmalarını istiyoruz. Bu sadece ekonomik adalet için değil. Ekonomik düzen dünyada sürdürülebilir olamaz. Eğer 650 milyon Afrikalı elektriğe ulaşamıyorsa, elektrik tüketemiyorsa veya ABD’nin birkaç eyaleti hatta New York’tan daha az elektrik tüketiyorsa düzeni sağlayamazsınız dünyada” ifadelerini kullandı.
Ekonomik adaleti tesis etmekle Afrika kıtasından diğer yerlere göçün de önüne geçeceğini vurgulayan Davutoğlu, aynı zamanda dünyada daha iyi bir ekonomik büyüme olacağını, gelişmekte olan piyasalar olmazsa dünya piyasalarının daha fazla büyüyemeyeceğini ifade etti.
Davutoğlu, “Akşam yemeğinde mideniz dolduysa daha fazla birşey yiyemezseniz. Eğer bu yemeklerin tamamını tüketmek istiyorsak yeni arkadaşlarımızın olması, yemeği daha fazla insanla paylaşmamız lazım. Yeni pazarlara ihtiyacımız var. Yeni pazarlarla ekonomik büyümeyi teşvik edeceğiz” dedi.
“G-20 ile en az gelişmiş ülkeler arasında köprü olmak istiyoruz”
Gelişmekte olan ülkelerde demografik yapının her geçen yıl daha da yaşlandığını ve dolayısıyla nüfus dinamizmine ihtiyaç duyulduğunu belirten Davutoğlu, nüfus dinamizmi düzgün yapılamazsa çok büyük kriz sebebi olabileceğini, bu dinamizmin iyi bir stratejiyle uygulanması halinde değer olarak ortaya çıkacağını, Türkiye’nin bu noktada G-20 ile en az gelişmiş ülkeler arasında bir köprü olmak istediğini, birinci ilkelerinin bu olduğunu anlattı.
Davutoğlu, ikinci ilkelerinin ise küçük ve orta ölçekteki işletmeler yani KOBİ’ler olduğunu belirterek, ulusal ekonomideki kapsayıcılıktan bahsediliyorsa KOBİ’lerin desteklenmesinin çok önemli olduğunu, Türkiye’de toplam katma değerin yüzde 55’i ve toplam istihdamın yüzde 75’inin KOBİ’ler tarafından üretildiğini, şirketlerinin yüzde 99’unu KOBİ’lerin oluşturduğunu ifade etti.
“KOBİ’ler ekonomik adaletin temel araçlarıdır ve ekonomik faaliyetin ülke sathına yayılması için de bir araçtır” diyen Davutoğlu, dünya ekonomisi içerisinde KOBİ’ler desteklenirse istihdam yaratılacağını, daha az maliyetli sosyal yardım projelerinin ortaya konmuş olunacağını, bu nedenle KOBİ’lerin kendileri için çok önemli olduğu vurguladı.
“İstanbul’da Uluslararası KOBİ Faaliyetleri Merkezi kuracağız”
Davutoğlu, dönem başkanlıkları döneminde İstanbul’da Uluslararası KOBİ Faaliyetleri Merkezi kuracaklarını dile getirerek, uygulama konusunda güçlü bir siyasi irade olmazsa başarı gelmeyeceğini, alınan kararlar takip edilmezse sonuçsuz kalınacağını, bu kararların takibi için bir takip mekanizması kurmaları gerektiğini, dünyadaki ekonomik büyümeye yüzde 2’lik katkı yapabileceklerini söyledi.
Çalışma, tarım, enerji ve ekonomi bakanlarının katıldığı toplantılar yapmayı düşündüklerini ifade eden Davutoğlu, “Enerji bakanları gerçekten çok önemli. Çünkü her sabah biz petrol fiyatlarını takip ediyoruz kalktığımızda” dedi.
Enerji fiyatlarının düşmesinin bazı ülkeleri üzdüğünü ancak Türkiye dahil çok sayıdaki ülkeyi mutlu ettiğini belirten Davutoğlu, petrol fiyatlarının düşmesinin enerjiye daha az para ödenmesi manasına geldiği için Türkiye için iyi birşey olduğunu, cari açıklarının büyük kısmını enerjiye ödedikleri paranın oluşturduğunu, ancak enerji fiyatları düşerse Rusya’dan Türkiye’ye gelen turist sayısının azaldığını, hiçbir bağlamın saf pozitif veya saf negatif olmadığını ifade etti.
Davutoğlu, turizm sektörünü destekleyici belli adımlar atarken bunları göz önünde bulundurduklarına işaret ederek, Rusya’ya, Irak’a ve İran’a yaptıkları ihracatın petrol fiyatları düşerse azaldığını, enerji fiyatlarının düşmesinin turizmde olduğu gibi ihracatta da olumsuz etki yaptığını aktardı.
“Türkiye’nin G-20 dönem başkanlığını başarıya ulaştırmaya çalışacağız”
Davutoğlu, “Bu bize şunu gösteriyor; Bizim uygulamayı planladığımız şey esasında takip edilmesi çok önemli olan birşey. Enerji, tarım bakanları toplantılarımız olacak. Çünkü gıda güvenliği, insanlığın geleceği için çok önemli bir konu. Üçüncü konu, üçüncü ‘ı’ ise yatırım. Yatırım olmadan mali sistemler hiçbir şey yapamaz. Bu, bizim için çok önemli bir konu. Yatırım için uygun bir iklim olmazsa biz üretimi artıramayız. Aynı zamanda da istihdamı artıramayız, ekonomik büyümeyi de sağlayamayız” diye konuştu.
Daha fazla ve katma değerli yatırım olması gerektiğinin altını çizen Davutoğlu, şöyle devam etti:
“İşte bu nedenle tüm bu sektörler arası süreç olarak 62. Hükümet programını, hükümet başkanı olarak mecliste okurken, ekonomik kalkınmamızın ikinci fazından bahsettim ve 25 tane sektörel dönüşüm programından bahsettim. Burada yatırımı, mevduatları, ihracatı nasıl artıracağız, mali yapımızı nasıl güçlendireceğiz, ithalata olan bağımlılığımız nasıl azaltacağız, sınırlayacağız ve yüksek teknoloji yatırımlarını nasıl daha yüksek noktaya çekeceğiz ve Türkiye ekonomisini ekonomik büyüme açısından bugüne kadar büyümeyi sürdürülebilir kıldık ama Türk ekonomisini dönüştürmek de istiyoruz. Sadece küresel krizleri kontrol altına almak noktasında değil bir ekonomik kayma yaşatmak istiyoruz. Yüksek gelirli bir ülke olma noktasına girebilmek için Türkiye’nin potansiyeli var. Türkiye’nin sadece yüksek gelirli ülke olma potansiyeli yok. Bunun yanı sıra G-20 dönem başkanlığında deneyimlerini paylaşma da var. Dolayısıyla konferanslarımız daha fazla neler yapabiliriz konusunda bize kılavuzluk edecektir.”
Davutoğlu, faaliyetlerini artırmaları gerektiğine değinerek, “Bizim buradaki tavsiyemiz G-20 dönem başkanlığımız içerisinde önümüzdeki yıl faaliyetlerimizi çok daha fazla artıralım ve İstanbul’da bir araya gelme fırsatını sadece bir iki günle sınırlı düşünmeyelim” dedi.
“Sayın Dışişleri Bakanımız, Sayın Başbakan Yardımcımız, Merkez Bankası Başkanımız hepimiz buradayız, fikirlere açığız. Dönem başkanlığımız süresinde neler yapabiliriz sizleri çok dikkatli dinleyeceğiz” diyen Davutoğlu, dönem başkanlıkları konusunda bütün tavsiyeleri ve önerileri dinleyeceklerini, Türkiye’nin G-20 dönem başkanlığını başarıya ulaştırmaya çalışacaklarını dile getirdi.
Davutoğlu, konuklara katılımları nedeniyle teşekkür ederek sözlerini tamamladı.
Programa, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı da katıldı.