Deneme ve roman türünde eserleri bulunan gazeteci-yazar Leyla İpekçi, “Sınırlı terimlerle konuşmak, hayatımızı çok hadım ediyor. Kendimize bakışımızı ve kendini yazma mevzusunu çok fazla sınırlıyor, çerçeveliyor. Oysa ‘gönül dili’ dediğim, ‘Yunusça’ dediğim, hiçbir çerçeveye sığmayan bir dil ama belli edebi ve ölçüsü olan bir dil. Ancak o edebin içinde derinleşmek mümkün.” dedi.
H Kitap ve Kafe’de, “Kendimizi Okumak, Kendini Yazmak” başlıklı konuşma yapan İpekçi, ayrıca “Hayatımızın özen günlerine, çağlarına ve anlarına dair” spotuyla bu ay okuyucuyla buluşturduğu “Canım Dosta Gider” adlı kitabını imzaladı.
İpekçi, konuşmasında kelimelerin öneminden bahsederek, “Bizi bize anlatan bir dil var. Fakat bu dil bize okulda öğretilmedi. Sözcükler eğer nefes ile çekilmezse ölü doğuyorlar ve sadece dipnotlara, aktarıma yarıyorlar. Hiçbir zaman canlanmıyor. Dolayısıyla ister istemez ben de Yunus’un, Mısri’nin canlı diline daldım. Onların sözleri bizi bize gösteren bir ayna. Yunus’un ‘İşitin Ey Yarenler’ sözü hiç de basit bir laf değil. Biz işittikçe yaren oluyoruz. Bu çok müthiş bir şey aslında.” diye konuştu.
İnsanların gereksiz polemiklerle ve çok fazla ideolojik söylemlerle birbirinden ayrı kaldığı yorumunu yapan İpekçi, “Çok basit olana bir türlü ulaşamıyoruz. Bu yüzden bir arada durmak, beraber konuşmak, sohbet etmek, aslında bizi kendimize yazdırıyor. Dolayısıyla bize yazdıran şey aslında paylaşmak. ‘Kendimizi Okumak, Kendini Yazmak’ derken oradaki ‘kendi’ içimizdeki değişmeyen öz varlık, o kendi kendini yazdırıyor. Yazgı ya da kader diyebiliriz.” ifadelerini kullandı.
Leyla İpekçi, gazetecilik alanında üst bir noktada çalışırken, mesleğini bıraktığını ve kendini sadece yazmaya verdiğini dile getirerek, şunları anlattı:
“1980’li yıllarda gazeteciliğe, dergiciliğe başladığımda İstanbul’da darbe sonrası ölü bir dönem geçirdik. Çok acı günler yaşadık. Daha sonraki dönemlerde Türkiye’ye liberalizmin, kapitalizmin girmesi derken, tüketim çılgınlığından önce medya canlandı. Bize o dönem ‘yapacağınız haberlerde kendinizi ortaya koyun’ derlerdi. Yani o zamanın ruhu birey olmaktı ve bize kendimizdeki bütünü unutturdu. Fakat seni kendinden ibaret bırakan bir bakış, senin benliğini, egonu şişirir. Nefsi obezleştirir. Çünkü her gördüğünü yazdığında, ‘ben yazdım öyleymiş’ derken, gerçek senin gördüğünden ibaret oluyor ve haberi böyle kuruyorsun.”
“Kurgu bombardımanı altındayız”
Muhyiddin İbnü’l-Arabi ile 2000’li yıllarda tanıştığını söyleyen İpekçi, “Bendeki bu dil değişikliği veya dilin katmanlaşması İbnü’l-Arabi’den sonra oldu. O döneme kadar ben sosyoloji mezunu olmama rağmen hiçbir şeyi katmanlaştırmadan geçip, gittiğimizi fark ettim. Hayat söylemlere hapsolamaz. Bir dönemi açıklarsınız ama Türkiye’deki yaşadıklarımızı bir türlü kalıba oturtamıyorsun, bir dönemin kalıplarına. Bir yere kadar geliyor ve bir yerden sonra da yeni bir şey üretmen gerekiyor. Fakat üretecek zihnin kalmıyor. Çünkü seni o kalıplar referans ediyor.” değerlendirmesini yaptı.
İpekçi, yaklaşık 34 yıldır köşe yazarlığı yaptığını belirterek, şunları anlattı:
“Bu yıl köşe yazarlığını bıraktım. ‘Kendimi dinlendireyim, sonra devam ederim’ diye düşünüyordum. Fakat giderek uzaklaşıyorum ve büyük bir yük attığımı düşünüyorum gerçekten. Çünkü sınırlı terimlerle konuşmak, hayatımızı çok hadım ediyor. Kendimize bakışımızı ve kendini yazma mevzusunu çok fazla sınırlıyor, çerçeveliyor. Oysa gönül dili dediğim, Yunusça dediğim hiçbir çerçeveye sığmayan bir dil ama belli edebi ve ölçüsü olan bir dil. Ancak o edebin içinde derinleşmek mümkün.”
Nefsin yükselmesiyle konuşulan dilin de değiştiğine dikkati çeken İpekçi, “Bu dil derinleşiyor, katmanlaşıyor. Ben bu dile ‘Yunusça’ diyorum ama demek istediğim aslında gönül dili ve bir edebiyatçı olarak bu dile hayranım. İçim yanıyor. Bu dil muhteşem bir dil aslında ve içimizde de bir karşılığı var. Nakşolunmuş bir maya. Biz yandıkça da o kabarıyor. Edebiyat, edepten yani dil edebinden geliyor. Gönül dil demek, dil de gönül demek aslında. Ben bugüne kadar bilmeden çocukluğumdan beri göz yaşını atabilmek için yazdım. Bilmeden bir gönül akışı kurmuşum. Romandan anladığım şey bu. Bir romanı da bunun için yazıyorum ben. Hayali bir şey kurgulamak, fantezi yapmak diye değil zaten hayatımız bir algı operasyonu ve kurgu bombardımanı altındayız.” şeklinde konuştu.
Yaklaşık 2 saat süren konuşma sonunda İpekçi, katılımcıların sorularını da yanıtladı.