Resmi Gazete’de yayımlanan kararda, Seki hakkında 2009 yılında “kullanmak için uyuşturucu madde kabul etme veya bulundurma” ve “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçlarından kamu davası açıldığı hatırlatıldı.
Seki’nin mahkeme tarafından çarptırıldığı 6 yıl 3 ay hapis cezasının, geçen yıl Yargıtayca onanarak kesinleştiği belirtildi.
Karara göre, Seki, yerel mahkeme kararının üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Seki, başvurusunda, delillerin eksik ve hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkumiyetine karar verildiğini, tape kayıtlarında uyuşturucu ticaretine ilişkin bir konuşma kaydı bulunmadığı hususunun gözardı edildiğini, hakkındaki dinleme kararı öncesinde de görüşmelerinin kayıt altına alındığını ve elde edilen delillerin hukuka aykırı olduğunu savundu.
Başvuruda, 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca görevlerini sürdüren ağır ceza mahkemelerince görülen ve Yargıtayda bulunan dosyaların incelenmesine devam edilmesinin “kanuni hakim güvencesini” ihlal ettiği ileri sürüldü.
Anayasa Mahkemesi, başvuruyu “açıkça dayanaktan yoksun” olduğu gerekçesiyle kabul edilemez buldu.
Kararda, kanuni hakim güvencesinin, mahkemelerin kuruluş ve yetkileriyle izleyecekleri yargılama usulünün yasayla düzenlenmesini ve dava konusu olay ortaya çıkmadan önce belirlenmesini gerektirdiği anlatıldı.
Kapatılan mahkemelerdeki davalara, kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar bu mahkemelerce bakılacağının 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesiyle hüküm altına alındığı belirtilen kararda, bu şekilde uzun süren davalarda başa dönülmesinin ve suçun işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne geçildiği ifade edildi.
Kararda, bu nedenle başvurucunun yargılanmasına Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesiyle kurulan ağır ceza mahkemelerince bakılmasının kanuni hakim güvencesine aykırı olmadığı kaydedildi.
Öte yandan kararda, belirli bir davaya ilişkin delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin derece mahkemelerine ait olduğu belirtildi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konudaki içtihatlarına atıfta bulunulan kararda, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmamasının bireysel başvuru incelemesine konu olamayacağı bildirildi.
Kararda, bunun istisnasının, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmesi olduğu anlatıldı.
Başvurucunun, hukuka aykırı olduğunu iddia ettiği bir kısım telefon konuşmalarının, aynı soruşturma kapsamındaki diğer sanıklarla ilgili iletişimin denetlenmesi tedbirinin uygulanması sonucu elde edildiği belirtilen kararda, bu kayıtların 5271 sayılı Kanun’un 135. maddesindeki katalog suçlarla sınırlı olmak kaydıyla kullanılabileceğinin Yargıtay tarafından kabul edildiği aktarıldı.
Delillerin değerlendirilmesinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik oluşturan bir bulguya rastlanmadığı ifade edilen kararda, “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkelerine aykırı olarak başvurucuya delillerini sunma, inceletme ve itiraz etme hususlarında uygun olanakların sağlanmadığına yönelik bir delil de olmadığı kaydedildi.
Kararda, bu nedenlerle başvurucunun iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun” bulunduğu belirtildi.