Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Ortadoğu’daki halklar, ülkeler ya otokratik liderlerle ya da teröristlerle devam edecek. Bu iki seçenek çok büyük tehdit. Acil bir şekilde üçüncü seçeneği ortaya çıkarmamız, güçlendirmemiz gerekmekte. Demokratik sistemler, yönetimler” dedi.
Davutoğlu, Wilton Park Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin bölgede etik ve stratejik rolünün olduğunu bildiren Davutoğlu, dünyanın 25 yıldır dört temel dönüşüm zorluğuyla karşı karşıya bulunduğunu,soğuk savaş sonrasında ilk “depremin” jeopolitik geçiş sürecinde yaşandığını söyledi.
Soğuk savaşın sonu ve Sovyetler Birliği’nin yıkılışının orta Asya’dan Balkanlar’a, orta Avrupa’dan Kafkaslar’a, Karadeniz’den Hazar Denizi’ne kadar geniş bir alanı yoğun şekilde etkilediğini ifade eden Davutoğlu, “Türkiye tam olarak yoğun etkilenen bölgenin ortasında” diye konuştu.
Davutoğlu, Türkiye’nin bu dönemde bazı etik sorumluluklarla karşılaştığını belirterek, “Bosna Hersek’te Srebrenitsa katliamı çerçevesinde ve halihazırda bu tür etik sorumluluklarla karşı karşıyayız” dedi.
Bütün bu “dondurulmuş” sorunlarda Türkiye’nin bir rolünün olduğunu belirten Davutoğlu, şunları söyledi:
“Kosova’da örneğin, Türkiye’de Kosova’dakinden daha fazla Kosovalı yaşamakta. Gagavuz Türkleri de her zaman bir sorun yaşadıklarında Türkiye’yi dinlemekteler. Abhazya sorunu çerçevesinde bakacak olursak bölgeden daha fazla Türkiye’de, Abhazyalı yaşamakta. Gürcistan’daki Gürcülerin sayısı kadar Türkiye’de Gürcü kökenli vatandaşlarımız söz konusu. Bu çerçevede bakacak olursak bütün bu sorunlar Türkiye ile ilişkilerin bölgesel anlamda daha iyi olması açısından önemli. Ermeni sorunu örneğin, çözümünün bütün bu bölgedeki ülkelerle ilişkilerimiz açısından da etkisi olduğunu ifade etmek istiyorum.”
Ukrayna’daki gelişmelerin etkilerinin hala yaşandığını bildiren Davutoğlu, “Ukrayna’da 300 bin Kırımlı Tatar’a karşı elbette bizim onları korumak sorumluluğumuz, etik sorumluluğumuz söz konusu” dedi.
“Bütün Afgan halkıyla iletişim kurabilen ordu, Türk ordusu”
Geçen 25 yıllık süreçte bir diğer “depremin” 11 Eylül’de yaşandığını belirten Davutoğlu, bu tarihten sonra güvenlik konseptinin değiştiğini, güvenli olmak için güçlü bir devlet olmanın gerekliliğinin ortaya konulduğunu bildirdi.
Bir grup terörist tarafından gerçekleştirilen bu saldırının ardından güvenlik algısının çok değiştiğini yineleyen Davutoğlu, bu saldırının ulusal ve uluslararası anlamda birçok etkisinin olduğunu vurguladı.
“Bu terörist faaliyet sonrasında Müslümanlar, karşılaştıkları algılar çerçevesinde bir yabancılaştırma sürecine maruz kaldı” diyen Davutoğlu, Irak ve Afganistan’da önemli sorunların bulunduğunu belirtti.
Türkiye’nin Afganistan’da etkin bir ülke olduğunu, önemli askeri desteğinin bulunduğunu hatırlatan Davutoğlu, “Bütün Afgan halkıyla iletişim kurabilen ordu, Türk ordusu” ifadesini kullandı.
Türkiye ve Afganistan arasında özel, tarihi ilişkiye işaret ederek, Türkiye’nin bölge için önemli sorumluluklarının bulunduğunu dile getiren Davutoğlu, “Irak’a bakacak olursak, 11 Eylül sonrasında, hala çok ciddi sorunlarla karşı karşıyayız ve bütün bunların tam merkezinde Türkiye. Ne zaman saldırı olsa DEAŞ tarafından Türkiye’ye, Musul’dan, başka bölgelerden göçler gerçekleşmekte. Bizim buradaki bütün Kürtler, Şii, Sünni bütün vatandaşlarla ilişkilerimiz söz konusu. Irak ile ekonomik, stratejik anlamda ilişkilerimiz söz konusu. Bunlar bizim gündemimizin tam merkezinde.”
“Berlin’de saldırıya uğrayan birçok camii var”
Dünya genelinde 2008’de etkili olan ekonomik krizin de bir diğer zorluk olarak ortaya çıktığını belirten Davutoğlu, “Bu krizin ardından yaşanan gelişmeler sadece ekonomik değil etik çözümler üretilmesini de gerekli kıldı. Çünkü finansal kriz, ekonomik krize dönüştü ve birçok ülkede sosyal, siyasi krizler gerçekleşti” ifadesini kullandı.
Söz konusu dönemde göç karşıtları ile aşırılık taşıyan unsurların güçlendiğini ifade eden Davutoğlu, şöyle konuştu:
“Bunu birçok meslektaşımla ifade etmekteyim, bu Türkiye açısından endişe uyandırıcı, Avrupa’da ultra nasyonalist, aşırı sağcı unsunlar güçlenmekte. Örneğin İngiltere’de ve başka Avrupa ülkelerinde bunların, aşırı unsurların, İslamofobik ve siyaseti aşırı uçlarda gerçekleştiren oluşumların güçlenmesi, bu ekonomik krizlerin etkisi. İşsizlik de önemli bir hal olarak kendini göstermekte. Bütün tarihe bakacak olursak, işsizlik yüksekse insanlar ‘kimi suçlayabilirim’ diye sorar ilk soru olarak. Bundan sonra şayet bir grubu suçlarsanız da ‘onları dışarı atmak gerektiği’ ifade edilmekte, tarih bunu göstermekte. Bütün bu sorumluluk bunların üzerine yüklenmekte. Bu, sosyal açıdan bakılacak olursak küresel ekonomik krizin bir etkisi.”
Bölgesinde önemli bir merkez olarak Türkiye’nin, Paris’teki terör saldırısının ardından Fransız halkının yanında olduğunu vurgulayan Başbakan Davutoğlu, “Etnik ya da dini oryantasyona bakılmaksızın orada onlarla birlikte oldum” diye konuştu.
Daha sonra Almanya’ya geçtiğini, oradaki temasları kapsamında Berlin’deki Türklerle de bir araya geldiğini hatırlatan Davutoğlu, “Berlin’de saldırıya uğrayan birçok camii var. Bu çerçevede birçok kişinin de bu konuda önemli bir endişeye sahip olduğunu görmekteyim. İngiltere’de de gerçekleşen bazı yaklaşımlar da söz konusu ve burada, bu bölgede doğmuş insanlar bunları gerçekleştirmekte ve farklı bir yaklaşımlar ortaya koymakta. Bu, büyük bir sorun siyasi anlamda. Bunun arkasında ekonomik sorunun olduğunu görmemiz gerekmekte, ideolojikten ziyade” ifadelerini kullandı.
“Siyasi yaklaşımlar bir tarafa bırakılmalı”
Arap baharına bakıldığında, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Akdeniz havzasının çevresinde sosyal, siyasi bir depremin gerçekleştiğini belirten Davutoğlu, demokratik anlamda, dönüşümlerin gerçekleşmesi konusunda Ortadoğu’ya yeterli desteğin olmadığını, bir ikilemin yaşandığın söyledi.
Türkiye’nin 1990’lı yıllarda, Kosova ve Bosna’ya yardımcı olduğunu hatırlatan Davutoğlu, “Ortadoğu’daki halklar, ülkeler ya otokratik liderlerle ya da teröristlerle devam edecek. Bu iki seçenek çok büyük tehdit. Acil bir şekilde üçüncü seçeneği ortaya çıkarmamız, güçlendirmemiz gerekmekte. Demokratik sistemler, yönetimler” diye konuştu.
Suriye’de, “Esad ile mi yoksa DEAŞ’le mi devam edileceği”nin sorulamayacağını ifade eden Davutoğlu, Suriye’de, 300 bin masum insanın öldüğünü, 10 milyon kişinin evinden olduğunu, 2 milyon göçmenin ise Türkiye’de bulunduğunu kaydetti.
Suriye ile ilgili bir şey konuşulmadan önce mülteci kamplarının görülmesi, acıların paylaşılması gerektiğini vurgulayan Davutoğlu, insani, acil bir durum söz konusu olduğunda, bütün siyasi yaklaşımların bir tarafa bırakılmasının gereğine işaret etti.
Ukrayna ve Suriye’de sorunlar devam ederken Paris’teki terörist saldırısının, Berlin’de camilerin yakılması olaylarının meydana geldiğini anımsatan Davutoğlu, bu zorlukların aşılması için yapılacakların, stratejik ve etik cevaplar gerektirdiğini belirtti.
“İstikrar, çözümler üretmeye çalışan hükümet var”
Devletlerin bir birinden daha ayrı olduğu geleneksel dönemde yaşanmadığını ifade eden Davutoğlu, “Şimdi bazı noktada, bazı merkezlerin her şeyi idare ettiği modern dönemde de yaşamıyoruz. Global, telekomünikasyon çerçevesinde ortaya konulmuş ilerlemelerin, bazı yaklaşımların, durumların devlet merkezli yaklaşımlardan daha etkili olabildiği bir dönemden geçmekteyiz. Sadece devlet merkezli yaklaşımlar ve birlikler sona ermekte. Yeni bir yaklaşıma gereklilik söz konusu” dedi.
Askeri anlamda nihai çözümlerin tam anlamıyla yeterli olmadığını belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Üç kategorik devletten bahsetmek istiyorum. Birinde, kendini yönetebilme yeterliliği söz konusu, geleceğe yönelik etik ve stratejik vizyona sahip olan devletler, ikinci kategoride ise kendini yönetme yetenekleri olan ancak vizyonları söz konusu olmayan devletler var. Üçüncü kategorideki devletlerde de ne kendini yönetme ne de vizyon oluşturma açısından yeterlilik söz konusu değil. İlk kategorideki devletler, yükselecektir, demokratik istikrar çerçevesinde ilerleme imkanı bulacaktır. Türkiye’de bu kategoride. Son 12 yıl içerisinde iki referandum, yerel ve genel seçimlerle, demokratik meşruiyetini, rüşdünü ortaya koymuş hükümet var. Yeni seçim söz konusu Türkiye’de. Bizler, 14’üncü seçime hazırlanmaktayız, 13 seçimde rüşdünü ispatlamış bir hükümet var. Bu çerçevede bir istikrar, çözümler üretmeye çalışan bir hükümet söz konusu. Türkiye bu yaklaşımlarıyla birinci kategoridedir.”
“Bütün toplumların ortak kaderi kavramı önemli”
Küresel toplumun, entelektüellerin, politikacıların, askeri liderlerin, herkesin etik sorumlulukları olduğunu ifade eden Davutoğlu, bu anlamda, “bütün toplumların ortak kaderi” kavramının önemine işaret etti.
“Bir tehdit söz konusu ise Türkiye veya İngiltere’ye yönelik, bu sadece ulusal bir tehdit değil bütün küresel sisteme, topluma tehdittir” diyen Davutoğlu, bu çerçevede ekonomik anlamdaki bir sorunun ya da insanları içermeyen bir yönetişim sorununun da aynı şekilde ortak bir tehdit olarak görülebileceğini söyledi. Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Bazıları diyor ki ‘Bu sadece Müslümanların, Hristiyanların ya da Yahudilerin kaderi.’ İsrail’in, Çin’in, Avrupa Birliğinin ya da başka bir ülkenin kaderi olarak sadece görenler söz konusu. Bu, şu şekilde değil. Çatışmalar, sorunlar artık hiçbir şekilde ulusal sorunlar olarak ele alınamaz. Ya barış içerisinde hep beraber yaşayacağız ya da hepimiz için daha fazla riskler olacak. Bu etik bir yaklaşım, hepimizin bunlara, bu şekilde yaklaşması, bu şekilde cevaplar araması gerek.”
“Çözüm Süreci’nde atılan adımlar çok değerli”
Liderlerin insanları kucaklamadığı ve insanların kendilerini yönetişimin içerisinde hissetmediği sistemlerde büyük sorunlar yaşanabileceğine belirten Davutoğlu, bu konuda yaşanacak tehlikelere dikkat çekti.
Irak’ta daha önceden ülkedeki tüm insanları kucaklamayan bir yönetimin olduğunu, bunun da ülkede farklı eğilimlerin güçlenmesine yol açtığını ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bağdat’ta şimdi kapsayıcı bir hükümet söz konusu. Bu hükümete tüm tarafların daha çok destek olduğunu görüyoruz. Hükümetin yapısına bakıldığında da tüm taraflarının taşın altına daha rahat elini koyabildiği açık. Kapsayıcı bir hükümetin varlığı, bize psikolojinin nasıl değiştiğini gösteriyor. Vatandaşların kendisinin hükümette temsil edildiğini ve tam olarak özgürlüklerini değerlendirebildiğini hissetmesi aidiyet açısından çok önemli. Türkiye’de Çözüm Süreci kapsamında atılan adımlar da bu bağlamda da çok değerli. Kürt kökenli vatandaşlarımız ile diğer vatandaşlarımız arasında fark yok. Yasakların kaldırılmasıyla daha çok entegre oldular. Bir ülkede, farklı bölgelerden, farklı kişilerin eşit vatandaşlık bağlamında bir ülkeye bağlı olması çok önemli bir unsur.”
“Türkiye, küçük bir Kafkasya, Balkanlar ve Ortadoğu’dur”
AK Parti Hükümetinde Arap, Kürt, Balkan ve Kafkas kökenlilerin bulunduğunu belirten Davutoğlu, “Türkiye, küçük Kafkasya’dır, küçük bir Balkanlar’dır, küçük bir Ortadoğu’dur. Bu kapsamda bakılacak olursa eşit vatandaşlık bağlamında herkesin eşit şekilde bir araya gelmesi çok çok önemlidir” diye konuştu.
Davutoğlu, BM Güvenlik Konseyinde sadece 5 ülkenin söz sahibi olmasıyla ilgili çekincelerini çok defa dile getirdiklerini vurgulayarak, “Afrika’dan herhangi temsilin olmaması eksiklik. Afrika ve Asya’dan bir durumla ilgili buradaki ülkelerin temsil edilmemesi olumsuz bir durum. Son 3 yıl içerisinde Suriye ile ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde bağlayıcı bir kararın alınmamasının bedeli ödeniyor” dedi.
Türkiye’nin, insani felaketler karşısında elinden geleni gerçekleştirmeye çalıştığını bildiren Davutoğlu, hiçbir stratejik amaç olmadan Türkiye’nin Somali’ye bir yılda 300 milyon dolar tutarında yardım yaptığını bildirdi.
“5 milyar dolar masraf yaptık”
Davutoğlu, Suriyeli yaklaşık 2 milyon sığınmacının Türkiye’deki kamplarda barındırıldığına da dikkat çekerek, Suriyelilerin yanı sıra Irak’tan da Türkiye’ye sığınanların olduğunu söyledi.
Yeni açılan kamplarla Türkiye’deki kamp sayısının 20’yi aştığını belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Şayet bu Avrupa’da olsaydı ne şekilde bir göç karşıtı eğilimlere sebep olabilirdi, yabancı düşmanlığına yol açabilirdi bunlara bakmak gerekli. Geçmişte de Halepçe saldırısında 500 bin Kürt, Balkanlar’daki savaşta binlerce Boşnak, Türkiye’ye gelmişti. Biz bunları daha önce de yaşadık. Türkiye 5 milyar dolar kendi bütçesinden masraf yaptı. Biz bu krizde kimseden insani yardım ölçüsünde destek almadık. Diğer ülkelerden yapılan yardım ancak 250-260 milyon dolar oldu.”
Konuşmasında siyasi değerlerin önemine işaret eden Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:
”Örneğin siyasi değerler konusunda her yerde demokrasiden bahsedebilirsiniz ancak stratejik çıkarlar çerçevesinde şayet bir ülkedeki askeri darbeyi ayrı tutarsanız, bu şekilde yaklaştığınızda nasıl siyasi atmosferin Ortadoğu’da düzelmesini sağlayabilirsiniz? Şayet Suriye’deki insanların daha ılımlı olmasını istiyorsanız, bu ılımlı olmak konusu bir değer olabilmekte, şayet bir rejim tarafından kimyasal silahlar kullanılarak insanlar öldürülüyorsa ve bunun karşısında bir şey yapamıyorsanız insanların ılımlı olmasını nasıl talep edebilirsiniz? Şayet teröre karşıysanız, öyleyiz, insan hayatının en önemli değer olduğunu söylüyorsanız, şayet bazı terör faaliyetlerine imkan tanıyorsanız ve ayrım gözetiyorsanız, ne şekilde savunabileceksiniz bu değerleri?”
Türkiye’nin, Ortadoğu’da, bölgesinde yüksek düzeyli karşılıklı işbirliği, ekonomik işbirliği, demokratik değerler, insan hakları değerleri üzerinde ve güvenlik kavramları çerçevesinde, işbirliği bağlamıyla hareket etmeye çalıştığını anlatan Davutoğlu, ancak Türkiye’nin, demokratik değerlerin, insan hakları değerlerinin savunulması konusunda bölgede yalnız hissettiğini söyledi.
Kısa dönemli istikrar bağlamında görüş ve yaklaşım ortaya konulabildiğini belirten Davutoğlu, terör örgütlerinin elemine edilebildiğinde başka terör örgütlerinin çıkabildiğini söyledi. Burada hangi değerlerin, ne şekilde savunulduğunun önemli olduğunu vurguladı.
”Uluslararası anlamda kriz yönetimi çok önemli”
Bunların etik sorumluluklar olduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
”Ortak kader algısı, kapsayıcılık, siyasi değerler ve burada etik değerler… Bunlarla birlikte uluslararası anlamda kriz yönetimi çok önemli. Ne şekilde kriz yönetimini gerçekleştirebiliriz? Bugün şunu itiraf etmeliyim ki bir Başbakan olarak, uluslararası anlamda kriz yönetişimi çerçevesinde bir etkinlik söz konusu değil. Krizler olduğunda öyle bir yaklaşım ortada değil. Ben faal bir şekilde birçok krizle ilgili olarak bu noktalarda bulundum. Danışman olarak, Dışişleri Bakanı olarak, Filistin, İsrail arasındaki görüşmeler gerçekleşirken, maalesef İsrail’in saldırısı gerçekleşti ve bu süreç sona erdi.”
Davutoğlu, Balkanlar’daki ilişkilerin güçlenmesi, Afganistan ve Pakistan arasındaki gelişmeler, Eritre ve Etiyopya arasındaki sorunların çözülmesi konusunda Türkiye’nin girişimleri olduğunu anlatarak, “Birçok başka konuda da dostluk grupları çerçevesinde Finlandiya ile birlikte örneğin BM’de ‘Dostluk Grubu’, İspanya ile BM nezdinde ‘Medeniyetler İttifakı’ girişimlerimiz söz konusu oldu. Uluslararası krizlerin çözümüyle ilgili iyi bir yönetişim gerekmekte ve bugün bu söz konusu değil” diye konuştu.
“Liderler, gözlemci değil”
Küçük krizlerden ulusal krizler, ulusal krizlerden bölgesel ve küresel krizler çıktığına dikkat çeken Davutoğlu, hepsinin bir birini tetiklediğini söyledi. Davutoğlu, ”Şayet Esad’ı krizin ilk döneminde ikna edebilmiş olsaydık…Bunun sonrasında ulusal bir kriz oldu, daha sonra bölgesel ve küresel bir kriz haline geldi. Bizim çabalarımız olmuştu, bu noktada” dedi.
Kendilerinin liderler olarak gözlemci olmadıklarını, bekleyip ondan sonra hareket edemeyeceklerini vurgulayan Davutoğlu, doğru ve hızlı kararlar alarak hareket etmek durumunda olduklarını söyledi.
Davutoğlu, ”Türkiye herkesi uyarmaya çalışırken, insanlar Suriye ile ilgili Türkiye’nin bir hırsı olduğunu ifade ettiler. Ancak şu anda hepimizin bir sorunu şeklinde devam etmekte” şeklinde konuştu.
“BM’de hala soğuk savaş yaklaşımları söz konusu”
Yeni bir insani kriz yönetişimine, bir mekanizmaya ihtiyaç bulunduğunu vurgulayan Davutoğlu, BM bağlamından başlayarak her şeyin tartışılması gerektiğini, hiçbir şeyin kutsal, statik, durağan olmadığını dile getirdi.
BM’de hala soğuk savaş yaklaşımlarının söz konusu olduğunu, Güvenlik Konseyi’nde belli ülkelerin, alınabilecek kararları engelleyebildiğini belirten Davutoğlu, BM Güvenlik Konseyi’nde alınamayan kararların bedelini insanların ödediğine işaret etti.
“Radikalleşme ortaya çıkıyor”
Davutoğlu, Filistin sorununun çözülememesinin beraberinde başka sorunları getirdiğini ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Burada radikalleşme ortaya çıkmakta. Radikal olan kişiler, bu Filistin sorununu bir unsur olarak kullanmaktalar. Şimdi gençlere bakacak olursak Müslümanlar için Mescid-i Aksa bilindiği gibi çok önemli bir yer. Şimdi 1967’deki gibi değiliz, iletişim imkanları çerçevesinde, burada İsrail askerleri tarafından bir ihlal olduğunda, bu görüntüyü dünyadaki bütün insanlar, Müslümanlar bunu görebilmekte. Bu şekilde Filistin devleti tanınmadığı sürece, özgür bir Kudüs, bir Mescid-i Aksa olmadığı müddetçe bu genç insanlar bazı radikal çevreler tarafından motive edilebilmekte. Bu zorlu, kötü bir durum. Yeni bir uluslararası yapıya ulaşabilmemiz gerekmekte. Sadece BM bağlamında söylemiyorum. Aynı zamanda ekonomik anlamda bakacak olursak, yine bu ihtiyaç söz konusu, çevre konularında ve diğer konularda olduğu gibi.”
“Güvenlik yoksa insani değerler de olamaz”
Yeni bir güvenlik konsepti çerçevesi ve anlayışının gerçekleşmesi gerektiğinin de altını çizen Davutoğlu, uluslararası anlamda temel güvenlik algısına ihtiyaç bulunduğuna işaret etti.
Bu kapsamda güvenlik ve özgürlük konularının insanlar için taşıdığı öneme vurgu yapan Davutoğlu, “Şayet güvenlik yoksa insani değerler de olamaz. Özgürlükler söz konusu olmazsa insanlar burada insanca yaşayamaz. Özgürlükler bizi insan yapan şeylerdir. Seçme özgürlüğü bizleri özgür ve insan yapan şeylerdir. Bu açıdan bakacak olursak bütün bu zorluklar çerçevesinde, bu iki kavramın önemini her zaman savunmamız gerekmekte. Yeni ekonomik küresel yaklaşımla herkesin ekonomik gelişmeyi hissedebileceği bir yaklaşım gerekmekte” diye konuştu.
“Daha güçlü bir şekilde ortaya koyacağız”
Davutoğlu, Türkiye’nin G20 liderliğinde en az gelişmiş ülkelere yönelik politikalarının ve yaklaşımlarının söz konusu olacağını belirterek, “En az gelişmiş ülkelerde yaşayan insanların temel ihtiyaçlarının karşılanması ve bu çerçevede de ekonomik anlamda dünya düzeyinin adaletsiz bir şekilde devam etmemesi gerektiğini daha güçlü bir şekilde ortaya koyacağız” değerlendirmesinde bulundu.
Mülteciler konusu ele alındığında Suriye’den Türkiye’ye ya da Avrupa’ya göçler olduğunda ekonominin konuşulduğunu ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:
“İnsanlık bunu daha önceden de gördü. Bunlar yeni gerçekleşen şeyler değil. Daha önce de büyük göçler söz konusu oldu ve bu göçlerin başlıca temelinin ekonomik ihtiyaçlar olduğunu biliyoruz. Avrupa’ya olan göçler söz konusuydu, başka ülkelere göçler söz konusuydu daha önceden de. Bizim burada herkesi kendi evinde kalabilecek, orada hayatını sürdürebilecek ekonomik yeterliliklerle donatmaya çalışmamız gerekmekte. Şayet ekonomik büyümeye bakacak olursak yeni gelişen ekonomilere ihtiyaç var, yeni gelişen ekonomilerin de finansal zenginliği, refahın insanlara daha güçlü şekilde ulaştırılabilmesi gerekmekte. Bizim G20 gündemimiz bu şekilde olacak. Tarih hızlı şekilde devam ediyor dedik. Bu çerçevede, bu hızlı akış içerisinde şayet bizler, uluslararası toplum bir arada sorunlara etik prensipler içerisinde çözüm aramazsa bu akış daha zorlu olacak diye düşünüyorum.”