Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Amerika ve Rusya’nın menfaatleri bakımından yeni Orta Doğu siyasetlerinde iş birliği yapmaları için doğru partnerin Türkiye olduğunu belirterek, “Sahada alan kazanmak için vekalet savaşları, yani kendi kuklalarıyla birtakım bölgesel güçler elde etmeye çalışabilirler ama bu kalıcı değildir. Hiçbir şekilde Suriye’deki bu vekalet savaşı devam edemez, hiçbir ülkenin kendi başına sonuç alma ihtimali yoktur.” dedi.
NTV’de canlı yayına katılan Kurtulmuş, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın, Almanya’da konuşma yapacağı etkinliğin, bu ülke tarafından iptal edildiği yönünde son dakika bilgisi verilmesi üzerine, bunu yeni duyduğunu söyledi.
Bu nedenle yorum yapmasının erken olabileceğini dile getiren Kurtulmuş, şöyle devam etti:
“Daha önce de dile getirildi. Avusturya Dışişleri Bakanı ve Almanya’da bazı çevrelerde de dile getirildi. Bu referandum kampanyasında, ‘evet’ ya da ‘ hayır’ diyen siyasetçiler, STK’lar, kanaat önderleri var. Yani Almanya ya da başka ülkelerde yapılacak mitingler, bu ülkenin ya da başkasının iç siyasetini etkilemek üzere yapılan mitingler değildir. Orada yaşayan Türk vatandaşlarını, yani Türkiye’deki seçime dönük olarak oy verecek vatandaşlarla ilgili bir kampanya sürecidir. Dolayısıyla demokratik bir ülkede böyle bir yasaklanma söz konusuysa, işin mahiyetini bilmiyorum ama prensip itibarıyla böyle bir yasaklamanın kabul edilmesi asla mümkün değil. Demokratik bir ülke, ‘evet’ de ‘hayır’da kampanyaya katılan herkesin önünü açmalı, oradaki Türk vatandaşların bilgilendirilmesini sağlayacak zeminleri hazırlamalıdır. Yani bunu tabii ki kampanyayı yapacak olanların kendisi yapacak ama onun güvenliğinden tutun da izinlerin verilmesine kadar her şeyi yapmaları gerekirken tersine yapmaları, demokrasiyi fazla bağdaştıramamak demektir. Doğru bulmuyoruz. Eğer böyle bir şey varsa yanlıştır.”
Kurtulmuş, buna gerekçe olarak da “salonun küçük olduğunun” gösterildiği bilgisinin verilmesi üzerine, “Gerekçe, mazeret bunlar olabilir, tam bilmiyorum ama biz daha önce de hem 2014 referandumu hem de daha önceki süreçlerde Almanya’da vatandaşlarımızın bilgilendirilmesi için çok sayıda salon toplantısı yaptık. Hatta mitingler de yapıldı. Bunlar demokrasinin gereğidir. Yani eğer siz miting, propaganda yapmayacaksanız, Avrupa’daki vatandaşlarımıza nasıl, ‘oy verin’ diyeceksiniz? Dolayısıyla Almanlar bir taraftan orada oy verilmesini sağlarken, bir taraftan yasaklama yoluna giderlerse, bu aslında kendi içinde de bir çelişkidir. Bunu da izah etmeleri gerekir. Yani vatandaşa, ‘oy verin’ diyeceksiniz ama ‘kampanya yapılmasın’ diyeceksiniz. Bu asla akla, mantığa, demokrasiye uygun bir tavır değildir.” diye konuştu.
“Suriye sorununu hiçbir ülke tek başına çözemez”
Menbiç’te yaşananların hatırlatılması ve “ABD ve Rusya’ya rağmen Türkiye orada bir operasyon yapar mı?” sorusu üzerine Kurtulmuş, şunları kaydetti:
“Suriye’deki durum, 6 yıllık büyük bir satranç oyununun sonunda bu duruma gelmiştir. İlk 3 yılı iç savaş, diğer 3 yıl da vekalet savaşlarıdır. Hemen hemen dünyanın bütün orduları, bütün bölgesel, küresel güçler oradadır. Çok sayıda terör örgütü vardır. Suriye ve Irak paramparça hale getirilmiştir. Haritalar artık bütün Türkiye’de ezberlendi. Falan kasaba bugün onun elinde, yarın başka gücün elindedir. Ancak gelinen nokta öyle bir noktadır ki artık hiçbir ülke istese de tek başına bu sorunu çözemez. Ne Rusya, ne ABD ne de başka bir ülkenin Suriye sorununu tek başına çözme yeteneği de kabiliyeti de kalmamıştır. Hepimizin ortak noktası şu olmalıdır; ‘Suriye’de nasıl barışı sağlayacağız? Halkın istediği adil ve kalıcı bir barışı nasıl temin edeceğiz?’ Birinci odaklanmamız gereken nokta budur.”
Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, bölgede yaşananların, Türkiye için ise bunun dışında başka bir önemi daha olduğunu dile getirdi.
“ABD ve Rusya bilmem kaç bin kilometre uzakta” diyen Kurtulmuş, sınırların hemen ötesinden terör örgütlerinin Türkiye’ye saldırılar düzenlediğini, füzeler attığını, bunlara bazı grupların destek verdiğini ve bundan dolayı Fırat Kalkanı Operasyonu’nun yapıldığını vurguladı.
Bunların yanı sıra PKK ve DEAŞ’ın, Türkiye’de de zararlar verdiğini anımsatan Kurtulmuş, “Tüm bunlara baktığınız zaman, Türkiye kendi ulusal güvenliğini tehlikeden kurtarmak, garanti altına almak için Fırat Kalkanı Operasyonu’nu başlattı. Bunu yaparken de hem güvenliğini hem de bölgede var olan terör örgütlerinin bölgeden uzaklaştırılmasını temin etmek için bu adımları attı. Bununla birlikte ortaya bir model koyduk. Başından beri ne diyoruz? ‘Bir yerden bir terör örgütünü çıkarırken, diyelim ki DEAŞ’ı çıkarırken, başka bir terör örgütünü o halkın başına bela etmeyelim. Oraya YPG’yi, PYD’yi sokmayalım.’ Dolayısıyla bir taraftan bir model de geliştirdik; işte Cerablus modeli, şimdi El Bab modeli. ‘O şehrin halkını meşru muhalefet unsurlarıyla kurtaralım. Oraya ondan sonra o şehrin halkı gelsin oraya otursun.’ İşte 45 bin kişi geldi Cerablus’ta oturuyor. İnşallah El Bab’ta ve bundan sonra da Menbiç’te de oturacak.” diye konuştu.
“YPG’nin çekilmesi konusunda ciddiyiz’
Menbiç’te daha bu meselenin başında olunduğunu aktaran Kurtulmuş, şunları söyledi:
“Bu meselelerin başında, Obama’nın teyin ettiği bir konudur. Yani PYD, YPG güçleri ya da şimdi onun yerine Suriye Demokratik Güçleri diyorlar, bu, onların şemsiye kuruluşudur. Yani, bu güçlerin hepsinin Fırat’ın doğusuna çekilmesi ve Menbiç’i de Türkiye’nin bir güvenlik alanı olarak orayı terk etmeleri, teyit edilmiş bir meseledir. Şimdi biz bunu bekliyoruz ve ciddi olduğumuzu ifade ediyoruz. Aynı şekilde Rakka, Musul ve diğer operasyonların hepsinde de bu ortaya koyduğumuz modelin uygulanması, yani meşru muhalefet güçleriyle o şehrin halklarının o operasyonları yapması ve uluslararası güçler olarak da buna destek vermemiz. Amerikası, Rusya’yı vesaire… Eğer bunu yapabilirsek bölgede bir an evvel barışın sağlanmasına katkı sunabiliriz.”
“YPG konusunda ABD ve Rusya bizden farklı düşünüyor. Türkiye PYD ve YPG konusunda bunları ikna edemezse, kendi başına hamle yapması mümkün mü?” sorusu üzerine Kurtulmuş, DEAŞ, YPG ve rejim güçleri arasında ciddi ittifakların olduğunu, iş birlikleri yapıldığını ve bunlara kimlerin silah verdiğinin bilindiğini söyledi.
Şimdi bölgenin yeniden yapılandığını dile getiren Kurtulmuş, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Trump yönetiminin bu konuya büyük hassasiyetle eğileceğini görüyoruz, tahmin ediyoruz. Yani 3-5 ay beklemek lazım onların da Orta Doğu politikalarını tam şekillendirmek için. Burada ya birtakım terör örgütleri, silahlı gruplarla iş birliği yapacaklar ya da bu bölgenin en önemli siyasi ve iktisadi istikrarına sahip en önemli ülkesi Türkiye ile iş birliği yapacaklar. Yani sağdan sayın 3-5 bin, soldan sayın 5-6 bin kişilik bir YPG’den bahsediyoruz. Evet. Bunlar silahlandırılarak ciddi bir noktaya getirilmiş olabilir. Diğer taraftan 80 milyon nüfusu ve güçlü bir ordusu olan bir Türkiye var. Amerika ve Rusya’nın menfaatleri bakımından da yeni Orta Doğu siyasetlerinde iş birliği yapmaları için doğru partner Türkiye’dir. Sahada alan kazanmak için vekalet savaşları, yani kendi kuklalarıyla birtakım bölgesel güçler elde etmeye çalışabilirler ama bu kalıcı değildir. Hiçbir şekilde Suriye’deki bu vekalet savaşı devam edemez, hiçbir ülkenin kendi başına sonuç alma ihtimali yoktur. ‘Bu vekalet savaşlarını sürdürelim’ diyorlarsa çok açık söylüyorum; ben bunu 1,5 senedir söylüyorum, artık Amerika ve Rusya çatışma noktasına gelirler. Bunun da ortadan kaldırılması için, bölgede ciddi dengelerin kuvvetli şekilde kurulabilmesi için Türkiye ile de iş birlikleri zorunludur. Önümüzdeki dönem bunu gösterecektir. Bunlar sahada konuşuluyor. Menbiç, Rakka operasyonlarının bu ülkelerle konuşarak, görüşerek yapılması gerektiğini düşünüyoruz ama Rakka’daki hassasiyetimizi de çok açık söylüyoruz. Eğer bir terör örgütünü oradan çıkarmak için başka bir terör örgütüyle iş birliği yapılacaksa Türkiye böyle bir senaryonun içinde olmaz.”
“Temel hassasiyet ‘Rakka Rakkalılarındır'”
Rakka operasyonuna ilişkin soru üzerine, bu konudaki temel hassasiyetlerinin “Rakka Rakkalılarındır” olduğunu belirten kurtulmuş, Rakka’dan Rakkalıları çıkarıp, yüzde 100’e yakını Arap olan bir şehre başka bir etnik grubun konmasından bir sonuç alınamayacağını ve Orta Doğu’daki kan revanın durdurulamayacağını söyledi.
Rusya ve ABD’ye bunları defalarca söylediklerini dile getiren Kurtulmuş, “Bütün planlar ortadadır. Bunların hepsi konuşuluyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın ve bizim hep dile getirdiğimiz şey şu; Türkiye’nin başkasının toprağında gözü yok. ‘Orada kalıcı olmak, o şehirlerde sürekli duralım, oralar Türkiye’nin kontrolünde olsun’ diye bu operasyonları yapmıyoruz. Yapacağımız operasyonları da bunun için yapmayacağız. Oralarda halkın selamete kavuşması, barışın tesis edilmesi, şehirlerin kendi halkları tarafından yönetilmesi, tekrar halkların meskun hale gelmeleri için yapıyoruz. Her şehirde başka bir formül ortaya çıkabilir. Sonuç olarak, bütün ülkelerle anlaşarak, sahada neler yapılabilecek, bunların hepsi masadadır. Şartların gelişmesine göre, Türkiye’nin milli menfaatleri neyi gerektiriyorsa ve bölge haklarının selameti neyi gerektiriyorsa onu yaparız.” diye konuştu.
“Türk Silahlı Kuvvetleri’ni siyasete çekmenin zararını hep birlikte yaşadık”
Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, “‘Karargah Rahatsız’ haberinde, manşetten ayrı düşünürsek içerikte bir sıkıntı gördünüz mü?” sorusunu şöyle yanıtladı:
“Tabii ki gördüm. Hem de hemen hemen 28 Şubat’ın yıl dönümüne denk gelmiş olan bir manşettir. Eski Türkiye’nin alışkanlıklarıyla ortaya çıkmış bir manşettir. Eğer bir rahatsızlık varsa, o manşeti şöyle okudum; ‘Bu rahatsızlık karargahın rahatsızlığı değil, Türk Silahlı Kuvvetlerinin özellikle 15 Temmuz’dan sonra bir taraftan kendi içindeki FETÖ artıklarını temizleyerek diğer taraftan sivil iradenin, seçilmiş hükümetin emrinde uyumlu bir şekilde çalışmasından rahatsız olanların manşeti diye gördüm açıkçası. Eski Türkiye’ye ait manşetler. ‘Kaosa kalkan eller’, ‘Yapamıyorsanız bırakın gidin’, ‘Ordu rahatsız” manşetleri… 28 Şubat’ta biz bunları gördük. Aynı filmi hiçbir şekilde Türkiye bir daha görmeyecek. Çok net söylüyorum, halkın verdiği yetkiyle hükümetimiz ve sivil irade iş başındadır.”
Bütün kurumların olduğu gibi Türk Silahlı Kuvvetlerinin de siyasetin, sivil otoritenin emrinde kendi anayasal görevlerini yapmakla meşgul olduğunu vurgulayan Kurtulmuş, “Bu anlamda ne kimse Türk Silahlı Kuvvetlerini siyasetin içine çekebilir ne de hükümeti bu anlamda kararsız ve etkisiz hale getirerek bu işlere seyirci kalmasına, yani kendi görevini yapmamasına doğru itebilirler. Bunlar hiçbir şekilde Türkiye’de bu dengeleri etkileyemeyecek. Kaldı ki daha dün gibi yakın, 15 Temmuz’da, bütün Türkiye bir ders almadık mı? 15 Temmuz’da darbecilere karşı yek vücut olarak bütün medya, siyaset durmadı mı? 15 Temmuz’dan bu yana ne değişti? Eğer 15 Temmuz’daki bu hainler darbe yapabilmiş olsaydı, yani birtakım rahatsız askerler olarak duruma müdahale etmiş olsalardı bugün siz de ben de bu stüdyoda olmayacaktık. Bu dersi, sivil irade, medya ve Türk Silahlı Kuvvetleri de çıkardı. Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki o curüfu, FETÖ’cü çeteyi bir türlü ayıklayabilmiş olamasaydı belki şu an konuştuğumuz Fırat Kalkanı Operasyonu’nu yapacak bir gücü kendisinde bulamayacaktı. Kaldı ki Türk Silahlı Kuvvetleri’ni siyasete çekmenin zararını hep birlikte yaşadık ama en çok Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları yaşadı. Ordunun itibarı algısı yerlerde süründü. Şimdi yeni yeni Türk Silahlı Kuvvetleri halkla bütünleştikçe, bu operasyonlarda başarı sağladıkça millet yeniden Türk Silahlı Kuvvetlerine ‘bizim ordumuz’ diye bakmaya başladı. Kimse kusura bakmasın, ortalığı karıştırarak, ne Türkiye’de siyaseti etkisizleştirmeye kimsenin gücü yeter ne de Türk Silahlı Kuvvetlerini yeniden bu siyasete karışma gibi bir hastalığın içine çekebilir.” ifadelerini kullandı.
“Bu ülkenin sahibi millettir”
Numan Kurtulmuş, Türk Silahlı Kuvvetlerinin anayasal ve çok önemli bir kurum olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
“Bu kurumumuzun içinden şu ya da bu şekilde içeriği hiç önemli değil, ‘şöyle ya da şu konuda bir rahatsızlık var, şu konuda eleştiri var, şu şekilde cevap var’ şeklinde bir şey söylüyorsunuz. Böyle bir şey olamaz. Bu kabul edilemez bir durumdur. İçeriğinin ne olduğundan uzak olarak böyle bir manşetin çıkarılması, böyle bir konunun gündeme taşınması fevkalade yanlıştır. O zaman başka bir kurum da kalksın desin ki, Diyanet İşleri Başkanlığı, ‘ben de şundan şundan rahatsızım’ desin. Meteoroloji Müdürlüğü de kalksın ‘ben de bundan rahatsızım’ desin. Anayasa Mahkemesi de kalksın ‘şundan rahatsızım’ desin. Hele hele siyasi içerikli birtakım rahatsızlıklarını dile getirsinler. Bunlar geçmiş dönemde yapılmadı mı? Yapıldı. Sivil siyasetin, milletimizin büyük çoğunluğunun bu manşetten rahatsız olduğu konu budur.
Hatırlayın 28 Şubat günlerini. Üniversiteler, ordu, yargı, öteki beriki rahatsız… Millet rahatsız olmuyor mu kardeşim? Bu ülkenin sahibi millettir. Millet de rahatsızlığını dile getiriyor. Millet de bunun sonucu olarak beğendiği iktidarı seçiyor, beğenmezse yerine başka bir hükümet getirebiliyor. Dolayısıyla böyle bir gücü var. Eski alışkanlıklarla ülkenin birtakım yönetim birimlerinin rahatsızlıklarını dile getirmesini fevkalade yanlış buluyorum.”
“Sorumluluk seçilmiş siyasetçinin üzerindedir”
Türk Silahlı Kuvvetlerinde başörtüsü yasağının kaldırılmasına yönelik soruya Kurtulmuş, “Ülkeyi yöneten bir hükümet var. Hükümetin ilgili Savunma Bakanı var. Kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığına bağlanmış bu son düzenlemelerle. Dolasıyla Milli Savunma Bakanlığı herhalde geniş bir tartışmadan sonra böyle bir konuyu gündeme getirmiştir. Siyasi bir karar olarak da bu kararı uygulamıştır. Sorumluluk seçilmiş siyasetçinin üzerindedir, bunu uygulayacak olan sivil ya da asker bürokratın üstünde değildir. Burada süreç nasıl, detayını biliyorum ama sivil siyasetin aldığı bir karar var. Bu kararın sahibi de uygulayıcısı da sivil siyasettir.” yanıtını verdi.
“Artık köprünün altından çok sular geçti”
“Sürekli yeni darbe girişimi olabilir’ sözleri dolaşıyor. Sayın Melih Gökçek’in açıklaması var. Bazı köşe yazarlarının ifadeleri var, kendi köşelerine yazdığı. Böyle bir tehlike görüyor musunuz?” sorusu üzerine Kurtulmuş, “Böyle bir tehlike yok. Artık köprünün altından çok sular geçti. Milletimiz rahat olsun. 15 Temmuz’dan sonra da söyledim; bu FETÖ’cü eşkiyalar, ‘Eyvah biz yenildik, kenara çekilelim, bu iş bitti’ demezler. FETÖ’cüler, başkaları, kenarda hala kılıçlarını bilemekle meşgul olanlar, hala ‘nasıl olur da vakti zamanı gelir, punduna getiririz, bu işe el koyarız’ diye hesap yapanlar olabilir. Bunların arkasında birtakım güçler bunları düşünebilir ama artık köprünün altından çok sular geçti. Türkiye’de 15 Temmuz, darbe teşebbüsünde bulunulabilecek son noktadır.” diye konuştu.
Kurtulmuş, daha önce darbeler olduğunu ama bir milletin kendi gücüyle, sivil gücüyle darbeyi önleyebilmesinin örneğinin ise 15 Temmuz’da verildiğini vurgulayarak, “İnsanlar göğüslerini siper ederek, yumruklarını siper ederek tankların karşısına geçti. Muhteşem bir kahramanlık destanıdır. Bu kadar büyük kahramanlığı ortaya koymuş olan bu millete karşı bir daha hiç kimsenin ben bir darbe teşebbüsünü aklından geçireceğini düşünmüyorum. Böyle bir imkan yoktur. Böyle bir imkana bu millet asla fırsat vermeyecek, millet daha da demokratik bir Türkiye kurmak için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecek.” ifadelerini kullandı.
“Çok rahat bir şekilde ‘evet’in çıkacağına inanıyoruz”
Anayasa değişikliği referandumuna yönelik anketlere ilişkin soru üzerine Kurtulmuş, “Çok rahat bir şekilde ‘evet’in çıkacağına inanıyoruz.” dedi.
Kampanyanın başında oldukları için bir miktar kararsız seçmenin göründüğünü kaydeden Kurtulmuş, “Hayır cephesi aşağı yukarı konsolide olmuş durumda ama ‘evet’ diyecek olanlar henüz tam manasıyla konsolide olmadı. Ben kararsız oyların büyük kısmının kampanya devam ettikçe, argümanlar tartışılmaya başladıkça, insanlar neye ‘evet’ neye ‘hayır’ dediklerini anlamaya başladıkça büyük oranda ‘evet’e doğru kayacağını görüyorum. Ben de 3 haftadır sahada ‘evet’i anlatan birisi olarak, bunu da test etmiş olarak söylüyorum. Başta biraz serin, uzak duran insanların anlattıkça toplantının sonunda, ‘Tamam anladık, biz de bunları anlatacağız’ dediğini görüyorum. Sıkıntı olmayacağını hissediyorum. Büyük oranda milletimiz inşallah 16 Nisan’da bu yönetim sistemi değişikliğine onay verecektir ve yasalaştıracaktır.” değerlendirmesinde bulundu.
“Hükümetin attığı adımlar var. Bazı icraatlar hayata geçiriliyor. KOBİ’lere faizsiz kredi, promosyon ödemeleri emekliler için, İŞKUR’un işsizliğin azaltılması için başlattığı toplum yararına programlar var. Bakıldığında bir kesim bu icraatları, referanduma yönelik adımlar olarak değerlendiriyor. Ne dersiniz?” sorusuna karşılık Kurtulmuş, şu cevabı verdi:
“Yanlış bir değerlendirme. Bu hükümet, 65. Hükümet, bir icraat hükümetidir. 65. Hükümet, üretim ekonomisini kuvvetlendirmek üzere yola çıkmış olan bir hükümettir. Hükümet programında, Parlamento’da savunduğum zaman, bunların aynısını madde madde anlattık. Hükümet programımız aslında kim ne üretiyorsa ona destek vermek, devlet imkanlarıyla onların önünü açmak, özel teşebbüsü daha aktif hale getirmek için ortaya konulmuş olan bir programa sahiptir. Bu program, adım adım uygulanıyor. Yüksek teknoloji ürünlerini üretmeye yönelik verilen teşvikler, cazibe merkezleri üzerinden verilen teşvikler, istihdam dolayısıyla verilen, en son, dolayısıyla istihdam seferberliğiyle ilgili teşvikler, yani bin 404 liralık asgari ücretin 773,5 lirasını devlet verecek. Sigortalar ve diğer yüklerin hepsini devlet karşılayacak… Bu zaten bizim hükümet programımızın bir parçası. Kamu yararına çalışma; zaten geçtiğimiz senelerde kamu yararına çalışma üzerinden birtakım istihdam eksiklikleri giderilmiştir. Diyelim okulların, belediyelerin bir kısmının, camilerin vesaire, birtakım kamu görevlisi gerektiren yerlere bu geçici istihdamlarla insanlar yönlendirilmiştir. Aynı şeyler yapılıyor. Yani hükümet kurulduğu günden itibaren üretimi artırmak için neler yapıyorsa, ülkede istihdamı artırmak için neler yapıyorsa, hangi teşvikleri veriyorsa bu dönemde de bunlar verilmiştir. Yani bir kampanyaya dönük mesele değildir, kaldı ki bunlar eski dönemin argümanlarıdır. Hatırlayın; ‘kömür veriyorlar, patates veriyorlar bunlar, bunlara evet diyor’…. Burada böyle bir şey asla söz konusu değil. Bu milleti de bu kadar hafife almamak lazım. İnsanlarımız üç kuruş para alacaklar diye ‘hayır’ diyecekken ‘evet’ demezler. Bunu bilecek kadar siyasi tecrübe sahibiyiz. Dolayısıyla biz burada zaten yapmakta olduğumuz üretim ekonomisini artırma faaliyetlerimizi dikkatle, titizlikle sürdürüyoruz. Teşviklerimizi de bunun için veriyoruz.”
“Bu anayasayı siviller yapmadı”
Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, referandumda “hayır” diyenlerin, “tek adam” ve “yüksek yargıdaki yapılanmanın yargı bağımsızlığını ortadan kaldırdığı” yönünde eleştirilerinin olduğunun belirtilmesi üzerine, tek adamdan bahsedilecekse Anayasa’nın 104. maddesine bakılması gerektiğini dile getirerek, “Yani Cumhurbaşkanının yetkilerini düzenleyen maddeyi siviller hazırlamadı. 12 Eylül darbecileri hazırladı ve öyle yüksek yetkiler vermiş ki cumhurbaşkanına ama bunun karşılığında sıfır sorumluluk. Yani sadece vatana ihanetten yargılanabiliyor, onun da ne olduğu belli değil, kimin yargılayacağı belli değil. Dolayısıyla cumhurbaşkanı hemen hemen sınırsız bir yetkiye sahip ama hiçbir şekilde de bir sorumluluğu yok.” diye konuştu.
Bu Anayasa’yı sivillerin yapmadığını vurgulayan Kurtulmuş, şunları kaydetti:
“12 Eylül darbecileri Kenan Paşa ve arkadaşları şöyle düşündüler; dediler ki ‘o kadar yüksek yetkiler verelim ki cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanı bir emniyet supabı olarak dursun çünkü yarın, bugün ortaya sandığı getirir, yeniden oy vermeye başlatırsak bu milleti, milletin sağı solu belli olmaz, davulcuya, zurnacıya kaçabilir, istemediğimiz birilerini seçebilir, onları kontrol etmek için cumhurbaşkanlığı makamı olsun, yargıyı da YÖK’ü de parlamentoyu da kontrol etsin.’ Bütün bunlarla ilgili çok yüksek yetkiler verildi cumhurbaşkanına.”
Numan Kurtulmuş, “tek adamlık”tan bahsediliyorsa bunlara bakmak gerektiğini dile getirerek, mevcut sistemin çalışmayan tarafının, yüksek yetkileri olan cumhurbaşkanının sorumsuz, yüksek yetkileri olan başbakanın yüksek de sorumluğunun olduğunu, bakanların da sorumluluğunun bulunduğunu anlattı.
Sürekli “çift başlılık”tan Türkiye’nin zaman kaybettiğine işaret eden Kurtulmuş “Ta Recep Peker’le İsmet İnönü’den başlayan tartışmalar, Korutürk’le Demirel arasındaki tartışmalar, Turgut Özal’la Demirel, Demirel’le Tansu Çiller arasındaki tartışmalar, Demirel’le Erbakan arasındaki sürtüşmeler, en son da Sezer’le Ecevit arasındaki sürtüşmeler… Bu sürtüşmelerin, bu tartışmaların, yani yönetimdeki çift başlılığın Türkiye’ye çok ağır faturaları olmuş. Sadece son Ecevit-Sezer tartışmasının anayasa kitapçığı fırlatmak dolayısıyla Türkiye’ye ödettiği çok ağır faturalar var. Türkiye 2001 krizlerine sürüklendi, 22 banka ve finans kuruluşu kapanmak mecburiyetinde kaldı. Bundan dolayı ortaya çıkan görev zararları 580 milyar dolar lira civarında.”
Kurtulmuş, Türkiye’nin bu zararları ancak 2011 yılında kapatabildiğini vurgulayarak, geçmiş dönemlerde yaşanan bütün krizlerin hepsinde maalesef çok ağır siyasi ve ekonomik faturalar ödendiğinin altını çizdi.
Geçmişte bu tartışmaların çok yaşandığını vurgulayan Kurtulmuş, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Geçmişte mesela rahmetli Özal, Yıldırım Akbulut’un tutup elinden getirdi başbakan yaptı ama Yıldırım Akbulut’la çok ciddi çatışmalar yaşadı. Rahmetli Ecevit kolundan tuttu getirdi Ahmet Necdet Sezer’i Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturttu araları böyle oldu. Ardından Demirel Sayın Çiller’i getirdi koltuğa oturtturdu. Hatta şöyle dediği rivayet olunur; ‘şu Çiller Hanım kadın olmasaydı, camdan aşağı atalım.’ Yani sistemin doğası bu. Bu adamlar kötü olduğu için değil, bu insanlar kavgacı olduğu için değil, sistem sorumluluğun bir kısmını buraya bir kısmını oraya vermiş. Daha doğrusu ona da yetki vermiş, buna da yetki vermiş ama birisi sorumsuz. Şimdi biz diyoruz ki yönetimde çift başlılığı kaldıralım. Tek adamlık değil, yönetimde yürütmenin tek bir elden yürütülmesini sağlayalım. İnşallah bunu sağlayacağız. Yoksa bu tek adamlık değil.”
Kurtulmuş, “Zaten 12 Eylül darbesi, tek adamcı bir cumhurbaşkanlığı ortaya koymuştur. Açıkçası ‘davulu sivilin boynuna koyalım da tokmak biz askerlerin elinde olsun’ diye böyle bir cumhurbaşkanlığı yetkileri oluşturmuştur.” dedi.
“Anayasa değişikliğiyle birlikte Türkiye’deki darbe geleneği ve vesayet döneminin ortadan kalkacağı” yönündeki açıklamalar hatırlatılarak, bunun nasıl olacağının sorulması üzerine Kurtulmuş, “Şimdi bütün bu tartışmalara baktığımız zaman, mesela 12 Eylül tartışması… 12 Eylül öncesinde 124 tur cumhurbaşkanı seçilememiş, Parlamento kilitlenmiş. 12 Eylül’ün siyasi mazeretlerinden birisi budur. Ayrıca 1975’e gelin, 1975’te Fahri Korutürk’le Süleyman Demirel, birisi ‘şu genelkurmay başkanı olsun’ demiş, öteki ‘bu olsun’ demiş. Uzun süre anlaşamamışlar, kavga etmişler. ‘İyi o zaman ikisini de yapmayalım’ demişler, Kenan Paşa’yı getirmişler. Kenan Paşa 75’ten 80’e kadar darbenin yollarını döşemiş.” ifadelerini kullandı.
“Mevcut sistem, kriz potansiyeli olan bir sistemdir”
“Şimdi kriz olduğunda sistemin krizini kim çözecek?” diyen Kurtulmuş, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dediğim madde odur. ‘Kim çözecek?’ sorusuna cevap vermemiz lazım. Olur mu olur. Yani geçmişte çok sayıda olduğu için söylüyorum. Mevcut sistem, kriz potansiyeli olan bir sistemdir. Kilitlendi, hükümetle parlamento kilitlendi, mevcut teklifinizle bunu kim çözecek? Asker topunu, tüfeğini çıkarsın o mu çözsün, yoksa millet mi çözsün? Tabii ki millet çözecek. Cumhurbaşkanı, eğer parlamento kilitlenirse cumhurbaşkanı ya da parlamentonun kendisi Türkiye’deki siyasi kilitlenmeyi yeni bir seçimle aşacak. Şöyle zannediyor maalesef CHP’li arkadaşlarımız; Cumhurbaşkanının kafası bozulacak, bir sabah diyecek ki ‘hadi bakalım yeni bir seçime gidiyoruz.’ Hiçbir sorumlu siyasetçi bunu yapmaz. Eğer yaparsa da kendisi bilir. Cumhurbaşkanı ‘seçime gidelim’ dediği anda, kendi cumhurbaşkanlığı düşer, kendisi de seçime gidecek. Parlamento ‘seçimi yenileyelim’ dediği anda, milletvekillerinin milletvekilliği düşecek. Dolayısıyla bu seçim yenilenmesi meselesi, sistemin garantisidir. Olası yüksek volümlü, çok sert tartışmalar, krizler olur ve çözülemezse, bir kördüğüm olursa o kördüğümü askerin silahıyla değil, milletin oyuyla açalım maddesidir ve bu bir darbesavar maddedir.”
Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, çok az konuşulan başka bir maddenin daha olduğunu belirterek, “Bizim teklifimizde, sıkıyönetim artık Türk hukuk sisteminin içerisinden kalkacak. Askeri mahkemeler de Türk hukuk sisteminden kalkacak. Bunlar devrim niteliğinde adımlardır. Yine şöyle 12 Eylül’ün öncesini hatırlayın; 12 Eylül’ün öncesinde Türkiye’de sıkıyönetim vardı. Biz o zamanları, gençliğimizde yaşadık. Sıkıyönetim vardı ama sıkıyönetim anarşiyi, terörü çözmek için maalesef kullanılmadı, sivil siyaseti köşeye sıkıştırmak için kullanıldı. 12 Eylül döneminden önceki sıkıyönetimde, neredeyse çok fazla bir şey yapılmadı. Dolayısıyla sıkıyönetimi de askerin yönetimi ele geçirmesinin bir aracı olmaktan çıkarmak, eğer olağanüstü hal gerektiren Allah muhafaza işte FETÖ darbesi gibi, birtakım afetler gibi önemli şeyler olursa da orada da olağanüstü hal üzerinden sivil yönetimle Türkiye’yi yönetmenin daha doğru olduğu kanaatindeyim. Bu da ikinci darbesavar maddemizdir.” değerlendirmesinde bulundu.
“Bu sistemin yanlışlıklarını düzeltemezseniz, yarın yeniden sistem bir takım ihtilaflara gebe olur”
Kurtulmuş, “Hayır çıkarsa 17 Nisan sabahı nasıl bir Türkiye olur?” sorusu üzerine şunları söyledi:
“‘Hayır’ çıkmayacak, öyle ümit ediyorum. Sonuçta bu anayasa değişiklik teklifi laf olsun diye gündeme gelmiş değildir. Parlamento’dan 339 milletvekilinin oyu ile de geçti ve şimdi milletin oyuna sunuldu. Bu bir toplumsal ihtiyacın gereğidir. Niye bir anayasa değişikliğine ihtiyacımız var? Dört temel neden var. Birincisi vesayetçi bir sistem var, çatışmacı bir sistem var. İkincisi yönetimde çift başlılık var. Üçüncüsü Türkiye’nin geçmiş çok partili siyasi tecrübesi, siyasi istikrarsızlıklarla dolu. Yani vesayetçi sistem, çatışmacı sistem derken 67 yılda 5 darbe görmüş bir ülkenin çocuklarıyız. Türkiye’de 68 siyasi parti kapatılmış ve siyasi liderler yasaklı hale getirilmiş. Sürekli aktörler arasında, kurum ve kuruluşlar arasında çatışmalar, Türkiye’nin siyasetini zaman zaman kilitlemiş. Çift başlılıktan dolayı demin örneklerini saydığım çok sayıda cumhurbaşkanı ve başbakan arasında ihtilaflar yaşanmış.
Şimdi eğer aynı sistem devam ederse Türkiye, bunların hepsi de tekraren söylüyorum; insanlar kötü olduğu, yönetemedikleri için değil, sistem yanlış dizayn edildiği için olmuş. Bugün çok güçlü bir AK Parti Hükümeti var. Çok güçlü bir siyasi lider olarak Tayyip Erdoğan var ama bu sistemin yanlışlıklarını düzeltemezseniz, yarın yeniden sistem birtakım ihtilaflara, çatışmalara gebe olur. Ayrıca yine sonuç ortada; Türkiye’nin Cumhuriyet tarihi boyunca tek parti dönemlerinde, yıllık yüzde 5,6 kalkınmışız, koalisyon dönemlerinde yüzde 4 olmuş, darbe tehdidi ve darbe dönemlerinde ise yüzde 3,4’e düşmüş. Dolayısıyla Türkiye’nin hızlı kalkınması bakımından da istikrarlı bir yönetime ihtiyacı var. Bunlar gerektirdiği için anayasa paketi gündeme gelmiş. Yoksa AK Parti zaten tek başına iktidarda ve birçok şeyi yapabiliyor. Sonuçta sistematik olarak, sistemin yapısı gereği birtakım krizlerin, kaosların çıkması muhtemeldir, mukadderdir. Bugünkü tek başına iktidar ve güçlü bir siyasi liderin varlığı bizi kandırmasın.”
“Daha etkin, daha hızlı karar alabilen bir yürütmeye ihtiyaç var”
Kurtulmuş, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “‘Hayır’ çıkarsa Sayın Cumhurbaşkanı yerinde, AK Parti iktidarı aynen devam edecek.” dediğinin hatırlatılması üzerine, şunları kaydetti:
“Kusura bakmasın, böyle bir ihtimal yok ama varsayalım ki ‘hayır’ çıksın, ertesi gün Kılıçdaroğlu gelecek bu stüdyoya, meydanlara; ‘hayır çıktı, orada cumhurbaşkanı da oturmasın, başbakan da oturmasın’ diyecek. Bir kere siyaseti doğru yapmak lazım. İnşallah ‘evet’ çıkacak. Bu bir ihtiyaç gereğidir. Sistemin birtakım kör düğümlerle karşı karşıya kalmaması için yapılan zorunlu bir değişikliktir. Hem de tam böyle bir dönemde, Türkiye’nin çevresini demin konuştuk, -ateş çemberine dönüştü- Türkiye’nin bir beka sorunu yaşadığı bir dönemde, terörle bir beka sorunu yaşadığı bir dönemde, daha etkin, daha hızlı karar alabilen, tek elden yürütülen bir yürütmeye ihtiyaç var. Kaldı ki yasama tamamen kendi işine bakacak. Çok önemli maddelerden birisi de bir insanın hem milletvekili hem bakan olmamasıdır. Yani hem savcı hem yargıç olmamasıdır.Yani yasama kanunlarla uğraşacak, Yürütme de yalnız kendi işine bakacak.”
Kurtulmuş, “Sizce ‘hayır’ çıkarsa hükümetin meşruiyeti sorgulanır mı?” şeklindeki soruya ise “Hayır, hiçbir şekilde sorgulanmaz. Benim söylemek istediğim şey şudur; siyaseti de doğru yapmak lazım. Zaten ‘hayır’ çıkmayacağı için böyle lüzumsuz bir soruyla da zihnimizi meşgul etmememiz lazım.” şeklinde cevap verdi.