BBC Türkçe’nin üniversite kaynaklarından edindiği bilgiye göre, Ceren Damar Şenel’i öldüren zanlı Hasan İsmail Hikmet, 2016 yılında yine kopya çekmekten uzaklaştırma cezası aldı ve kopya çektiğini tespit eden yine Şenel’di.
Şenel, gözetmen olarak girdiği Medeni Usul Hukuku sınavında kopya çeken öğrenciyi önce uyardı, sonra hakkında tutanak tuttu.
Ardından eve gidip emekli polis babasının tabancasını alan Hasan İsmail Hikmet ise Türkiye medyasına yansıyan ifadesine göre “önce Şenel’e iki el ateş etti, daha sonra ona bıçakla saldırdı”.
Ağır yaralanan Şenel, olay yerinde yaşamını yitirdi.
Anadolu Ajansı’nın haberine göre Hasan İsmail Hikmet, Perşembe günü savcılık sorgusunun ardından kasten adam öldürmek suçundan tutuklandı. Soruşturma kapsamında silahın sahibi olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan babası ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
İddialara yanıt alabilmek için başvurduğumuz okul yönetiminden ise röportaj talebimizle ilgili geri dönüş olmadı.
“GENELDE YALNIZ GEZEN BİR ÖĞRENCİYDİ”
Olayın ardından sosyal medyada zanlıya ve Çankaya Üniversitesi’ndeki “mafya-çete” aktivitelerinin yoğun olduğuna dair pek çok iddia gündeme geldi.
Zanlının pek çok kez okul yönetimine çeşitli sebeplerle şikayet edildiği iddia edilse de BBC Türkçe’nin ulaştığı kaynaklar bu iddiaları doğrulamıyor.
Haberde isminin gizli kalmasını isteyen Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde görev yapan bir akademisyen, kopya çekmek suçundan 2016 yılında uzaklaştırma cezası alması dışında Hasan İsmail Hikmet ile ilgili herhangi bir şikayetin kendilerine ulaşmadığını söylüyor.
2016’da yine araştırma görevlisi olan Şenel’in, Hikmet’in kopya çekmesini tespit ettikten sonraki süreçte Hikmet tarafından tehdit edilip edilmediğine dair bilgiler de net değil.
İsminin gizli kalmasını isteyen akademisyen, zanlının genelde yalnız ve sessiz bir öğrenci olarak bilindiğini anlatıyor:
“Öğrenciler kantinlerde ne yaşıyorlar bilmiyorum ama bizim doğrudan mafya ve çetevari çok yoğun bir aktiviteden haberimiz yok. Bir kısım faşist gruplardan haberdarız, ancak bu kişi açık olarak ülkücü olarak örgütlendiğini bildiğimiz öğrencilerden değil.
“İdarede bu çocukla ilgili hiçbir şikayet yok. Arkadaşlarla sorduk soruşturduk, bu öğrencinin genelde yalnız olduğunu duyuyoruz.”
Akademisyen, zanlının yatay geçiş ile başka bir üniversiteden geldiğini ve alttan aldığı dersleri olduğunu, yani hali hazırda sene kaybı yaşadığını söylüyor.
Zanlının ifadesinde, “…Tarafıma haksızlık yapıldı. 2. sınıftan başlamam gerekirken 1. sınıftan başlatıldım. Ceren Damar Şenel danışman hocamdı. Bu sorunlarımı ona anlatıyordum. Ama bana ters cevaplar veriyordu…” iddiaları yer alıyor.
Akademisyen ise bu iddiaların gerçek olmadığını söylüyor:
“Bu şahsına özel bir haksızlık değil. Daha önceki üniversitesinde aldığı derslere bakılır, okulun yönetmeliğine uygun olarak muafiyet sağlanır. Belli ki bu çocuğun kredisi tutmayan dersleri var ve muafiyet sağlanmamış.”
“ÜNİVERSİTEDE İMTİYAZLI ÖĞRENCİ GRUPLARI VAR”
İsimlerinin gizli kalması koşuluyla BBC Türkçe’ye konuşan öğrenciler üniversite yönetimini, bazı “imtiyazlı” öğrenci gruplarının “zorbalık” içeren davranışlarına karşı herhangi bir yaptırımda bulunmamakla suçluyor.
Çankaya Üniversitesi’nden geçen yıl mezun olan ve adının açıklanmasını istemeyen bir öğrenci, öğrenim hayatı boyunca düzenlemek istedikleri pek çok panel ve söyleşinin ülkücü gruplar tarafından yöneltilen tehditlerle iptal edildiğini anlatıyor:
“8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde İKD’li (İlerici Kadınlar Derneği) kadınları ve CHP’li Şenal Sarıhan’ı okula davet etmiştik. Bazı öğrenciler rektörlüğe gitmiş ve ‘Etkinlik olur da okula komünistler gelirse’ etkinliği basacaklarını söylemişler. Bunun üzerine bizim etkinliğimiz engellendi ama bunu söyleyen öğrencilerle ilgili hiçbir şey yapılmadı.
“Gezi Parkı’ndan sonra Berkin Elvan’ın ölümü ve 10 Ekim Gar Katliamı sonrası gibi her eylem yaptığımızda bu öğrenci ülkücü faşist gruplar çeşitli tehditlerde bulunuyorlardı. Kampüste bir teşkilat masaları vardı, çünkü en çok ülkücünün barındığı yer Hukuk Fakültesi.
“Bir keresinde de KAOS GL’den bir avukat davet ettik, etkinliğimizin başlığını da ‘LGBTİ Hakları’ koyduk. Yine aynı öğrenciler bizi tehdit edip ‘Okula travesti getiremezsiniz’ dedi. Okul etkinliğimizin adını ‘Toplumsal Cinsiyet’ olarak değiştirdi, bu öğrencilere hiçbir yaptırım yapılmadı.”
Kendilerine başka öğrenciler tarafından yapılan zorbalığın defalarca görmezden gelindiğini söyleyen öğrenciler, okul yönetiminin bu konuda her zaman zafiyeti olduğunu öne sürüyor.
EĞİTİMCİLER NASIL YORUMLUYOR?
Eğitim-Sen Genel Başkanı Feray Aytekin Aydoğan, sadece üniversitelerde değil eğitim kurumların hepsinde şiddet olaylarının arttığını söylüyor. Eğitim kurumlarında yaşanan şiddet olaylarıyla ilgili haftada 3-4 ihbar aldıklarını söyleyen Aydoğan, “Öğrenci-akademisyen ilişkisinin müşteri üzerinden tarif edilmesinin sonuçlarını çok ağır bir şekilde yaşıyoruz” diyor:
“Geçmişte sağlığın özelleştirilme süreçleriyle birlikte sağlıkta şahit olduğumuz tüm olayları şimdi eğitim alanında yaşıyoruz. Aynı zamanda eğitim ve bilim emekçilerini hedef gösteren ideolojik bir dil üretiliyor maalesef. Demokratik hakların ve ifade özgürlüğünün girmesine izin verilmeyen üniversitelere bıçakların silahların girdiğini görüyoruz.
“Akademisyenlerin kanlarını oluk oluk akıtacağız’ diyenlere karşı hiçbir hukuki süreç işletilmez ve hatta ‘ifade özgürlüğü’ kapsamında görülürken, onlarca akademisyen itibarsızlaştırıldı.”
Öğretim Elemanları Sendikası (ÖGESEN) Başkanı Dr. Vahdet Özkoçak ise araştırma görevlilerinin iş tanımlarının yasada belirgin olmadığını ve bu nedenle “her işi yapmak zorunda kaldıklarını” vurguluyor.
Öldürülen araştırma görevlisinin sınav gözetmenliği yaptığı sırada dersin esas sahibi akademisyenin de sınıfta bulunması gerektiğini belirten Dr. Özkoçak, böyle olsaydı cinayetin yaşanmayabileceğini ifade ediyor:
“Öğrencilerle araştırma görevlileri arasında ince bir çizgi vardır ve bu çizgide otoriteyi kurmaya çalışırlar. Genelde araştırma görevlisinin öğrencilerle arasındaki yaş farkı akademisyene kıyasla daha az olduğu için bir otorite çatışması yaşanır.
“Araştırma görevlisi ve öğrenci arasındaki çizginin aşılmaması için akademisyene büyük görev düşüyor. Özellikle vakıf üniversitelerinde maalesef öğrenciye müşteri gözüyle bakılıyor. Bazı cezalar sadece kınama ile geçiştiriliyor, bunlar da öğrencileri yüreklendiriyor.
“Dersin asıl sahibi akademisyen sınavın başında olmadığı zaman, araştırma görevlisi ve öğrenciyi karşı karşıya getiren bu tarz olaylar çok fazla oluyor. Bu olay özelinde akademisyenin kesin olarak orada bulunup bulunmadığını bilmiyoruz ama olsaydı böyle bir şey yaşanmayabilirdi. Dersin sahibi orada gereğini yapardı, otoriteyi kurardı ve öğrencinin araştırma görevlisiyle kurduğu ilişkiyi hemen keserdi.”
“TOPLUMUN HER YANI ÇÜRÜRKEN ÜNİVERSİTELER BUNDAN AZADE KALAMAZ”
İsminin gizli kalmasını isteyen bir akademisyene göre ise hukuk öğrencileri “özellikle son yıllarda” derslerde gördüğü ‘hak-adalet’ kavramlarını hayattaki pratikleriyle açıklamakta zorlanıyor:
“Üniversitelerin piyasalaşması, akademideki çürüme, akademisyenlerin eğitimcilerin itibarsızlaşması… Bunların hepsi etken fakat esas olarak hukuk öğrencileri derslerde gördükleri ve pratikte yaşananları birbirine bağdaştıramıyor. Toplumun her yanı çürürken üniversiteler bundan azade kalamaz.”
“Bu öğrenciler özellikle son iki yılda sınavlarda çekilen kopya skandallarıyla, bu kopyalarla hakim olan kişilerin bilgisiyle eğitimini sürdürüyor, liyakat olmaksızın üst makamlara gelinebildiğini görüyor.
“Bazı öğrencilerin torpilin hukuka aykırı olduğunu ilk defa hukuk fakültesi ikinci sınıfa geldiğinde öğrendiğine şahit oluyorum. Anayasa mikro düzeyden makro düzeye kadar her kademede ihlal ediliyor ve çocuk bu yüzden aldığı hukuk derslerini gayet pragmatik bir biçimde yorumluyor.
“Dersleri sadece geçmek ve bir an önce iş hayatına atılmak için bir araç olarak görüyor çünkü gerçek hayatın böyle işlemediğine devamlı şahit oluyorlar.”
DAHA FAZLA GÜVENLİK ÖNLEMİ ÇÖZÜM OLABİLİR Mİ?
Cinayetin hemen ardından tartışılmaya başlanan konular arasında, üniversitede güvenlik zafiyetinin bulunup bulunmadığı da yer alıyordu.
Dr. Özkoçak her üniversiteye X-ray cihazlarının alınması gerektiğini savunurken, Aydoğan “güvenlik önlemlerinin artırılmasının” eğitim kurumlarındaki şiddeti azaltmayacağını düşünüyor:
“Üniversiteler öğrencilerin herhangi bir demokratik etkinliğini en ağır şekilde yasaklarken, üniversiteler özel güvenlik ve çevik kuvvet polisleriyle donatılıyorken bu şiddetin çok daha net bir şekilde arttığını görüyoruz. Şiddetin azaltılması meselesi güvenliğe indirgenecek bir mesele değil.
“Bilimi reddeden, ırkçı, cinsiyetçi ve gerici bir siyasi atmosfer yaratıldı Türkiye’de. Bu dil değişmediği sürece isterlerse bütün üniversiteleri özel güvenlik görevlileriyle kuşatsınlar, bu şiddet meselesi daha da artarak devam edecektir.”