Bu köşenin okuyucuları hatırlayacaktır…
Daha önce Orhangazi’de taş ocaklarına kamu kaynaklarıyla özel yol yapılmasını eleştirmiştik.
“Halkın can ve mal güvenliğini sağlamak da şüphesiz devletin en öncelikli görevleri arasında yer alıyor. Ancak şu kriz ortamında kamu kaynaklarını doğru kullanmak gerekiyor. Devasa araçların mahalle içinden geçmemesi için elbette yol yapılsın ancak kanun ve yönetmelikler uygulanarak yolun ilgili maden ocakları tarafından yapılması sağlansın” demiştik.
Bir yöredeki suyun, havanın kısacası halkın yaşam hakkının tehdit edilmesinin üzerinde duracağız.
Karadeniz İnşaat ve Beton Sanayi ve Ticaret AŞ (Kibsaş) tarafından Orhangazi’nin batısındaki 87,90 hektar alanda, ocak kapasitesi 400.000 m3/yıl (1.000.000 ton/yıl), tesis kapasitesi 90.000 m3/yıl (235.000 ton/yıl) olan Kalker Ocağı ve Konkasör Tesisi projesi için ÇED süreci başlatılmasını ele alacağız.
Zira söz konusu tesisin ruhsat alanı en yakın konuta 70 metre civarında!
İddiaya göre taş ocakları yaydıkları tozlarla halkın sağlığını tehlikeye atıyor.
Peki, bilimsel araştırmalar ne diyor?
10 mikrondan 2,5 mikrona kadar tozlar, belli sürede çökse dahi 2,5 mikrondan küçük toz parçacıkları, havada asılı kalıp uzak mesafelere taşınabiliyor.
Araştırmalar bu parçacıkların bilişsel ve bağışıklık sistemini etkilediğini; kardiyovasküler ve solunum yolu ölümlerine neden olduğunu gösteriyor.
Bu bilgileri bölgedeki maden ocaklarının faaliyetlerini yakından takip eden Avukat Erol Çiçek aktardı.
Çiçek, yaptığımız görüşmede, şunları da vurguladı:
“AKP’nin değiştirdiği Maden Kanunu’nun 7. maddesine göre, kamu hizmet binalarına 60 metre mesafe dahilinde madencilik faaliyetleri bakanlığın, özel mülkiyete konu araziye 20 metre mesafe dahilinde ise mülk sahibinin iznine bağlıdır. Böyle bir kanun sömürge ülkelerde bile yoktur.”
“Yalnız kendi ceplerini düşünenler, Orhangazi halkının suyu, temiz havası ve sağlıklı yaşam hakkı pahasına, faaliyetlerine devam ederken, Orhangazi Belediyesi’nin eski ve yeni başkanları, meclis üyeleri bunları görmezden geldiği gibi, halka da bir açıklama yapmamaktadır. Şimdiye kadar ceplerini dolduranların Orhangazi’nin havsından, suyundan ellerini çekme zamanı çoktan gelmiş, geçmiştir. Orhangazi halkı yaşam haklarını tehdit eden bu kepazeliğe artık son verecektir.”
Maden ocaklarına tamamen karşı olmak şüphesiz doğru değildir.
Ancak çevre ve insan hayatı bu kadar tehdit edilmemelidir.
Bölge halkı da zaten ocakların daha uzak noktalarda faaliyet göstermesini istiyor.
Nadir kaynağı; ilçenin batısında, Fındıklı-Hamzalı arasında sırtlardaki mermerlerin üzerine düşen yağış suları ile beslenirken BUSKİ ve DSİ nerede sorusunu da yöneltmek gerekiyor…
Çataltepe’de konut da planlanmalı
Öncelik doğal olarak TOKİ’nin el çekmesiyle yarım kalan ve yapımı yılan hikâyesine dönen sanayi sitesinin bitirilmesine verilmeli.
Bununla beraber projenin tamamlanmasından sonra bölgede çalışacak nüfus göz önüne alınarak şimdiden konut alanları da belirlenmeli.
Hazır 2040 yılı Bursa Çevre Düzeni Planı üzerinde görüşmeler sürerken, nebati toprağın yok edilmesiyle oluşan geniş alanlarda yerleşim bölgeleri tespit edilebilir.
Bu bağlamda akademik odalardan destek istenebilir.
Aksi takdirde Çataltepe’nin şehir içi trafiğinde oluşturacağı yoğunluk kente ciddi bir yük daha getirecektir.
Sözde devrimin gerçek bir devrime ihtiyacı var
Biliyorsunuz artık muayene olmak için bir hastaneden diğerine turlamak, ilaç bulmak için de eczaneler arasında mekik dokumak gerekiyor.
İnsanlar tedavi sıralarında birbirine giriyor.
Acil servislerde neredeyse her gün tartışma çıkıyor.
Büyüyen kavgalar ne yazık ki cinayetle dahi sonlanabiliyor.
Velhasılıkelam uzun süredir sağlık sisteminde kaos manzaralarına rastlanıyor.
Peki, tüm bu olanlar karşısında neden hâlâ harekete geçilmiyor?
Açıkça görülüyor:
Devrim yapıldığı iddia edilen sağlık sisteminde esaslı bir reforma gereksinim duyuluyor.
Buna karşın sanki özel hastanelere daha fazla alan yaratmak için kimse kılını kıpırdatmıyor!
Sadece parası olanın doğru düzgün sağlık hizmeti alabildiği bir düzen utanç verici olsa da kimsenin yüzü kızarmıyor!
Öte yandan kamudaki bıçak parası şikâyetleri gittikçe artıyor.
Bazı hekimlere aracısız asla ulaşılamıyor.
Ahlaki çürümüşlüğün boyutu sahiden ürkütücü.
Seçimden önce sağlık sistemine neşter vurulacak mı; hep birlikte göreceğiz.
Yalnız hastanelerde yaşananların siyasi bir faturası olacaktır kuşkusuz; bunu şimdiden ifade edebiliriz.