Üreticileri kelimenin tam anlamıyla şoke eden düzenleme dün yürürlüğe girdi.
İhracatçının döviz gelirlerinden, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na satış zorunluluğu yüzde 25’ten %40’a yükseltildi.
Milyonlarca dolarlık ihracat yapan, Bursa’nın önemli sanayicilerinden birini düzenlemeyle ilgili fikrini sormak için aradığımda gelişmeden habersizdi.
Önce söylediklerime inanmak istemedi.
Ardından “Bu nasıl mümkün olabilir” dedi ve ekledi:
“İhracatçı olduğumuz için döviz yükümlülüklerimiz var. Satış zorunluluğu yüzde 25’ken bile elde ettiğimiz dövizi Merkez Bankası’na sattıktan sonra zarar ederek aynı gün yine döviz alıyorduk. Çünkü dövize ihtiyacımız var. Yüzde 25 dahi ciddi sıkıntıya sebep oluyordu. Bu oranın yüzde 40’a çıkması çok daha büyük sıkıntılara neden olacak. Anlaşılır gibi değil.”
Şöyle devam etti:
“Hem ihracat yapacağım, hem yüzde 80’i dövize endeksli maliyetim olacak hem de gelirimin yüzde 40’ını zorunlu olarak satıp kur zararı yaparak tekrar döviz alacağım! Biz gereksiz şekilde büyük para kaybediyoruz, bundan kim faydalanıyor? Merkez Bankası döviz ihtiyacını gideriyor tamam da bizim paramız zaten bankada duruyor. İhracattan geleni alıp eve götürmüyoruz. Yastığımızın altında dövizle uyumuyoruz ki! Bizi neden zarar ettiriyorlar? Rekabet gücümüz azalıyor. Maliyetlerimiz artıyor. Bana lazım olan dövize resmen el koyuluyor.”
İşin belki de en tuhaf kısmı şu:
Bazı projeler nasıl dövize endeksli ise yurt içindeki ham madde tedarikçileri de satışlarını genellikle doları baz alarak gerçekleştiriyor.
Ödemenizi Türk Lirası’yla da yapabiliyorsunuz ancak alacağınız ürünün fiyatı o günkü kura göre belirleniyor.
Bazı düzenlemeleri anlamlandırmakta hakikaten güçlük çekiliyor.
Türkiye’nin ihracatının büyük kısmı ithalata bağlıyken üreticiyi kur zararına maruz bırakmak şaşırtıcı.
Peki; adeta ülkeden git, başka yere yatırım yap der gibi sanayiciye bu kadar yüklenilmesi mantıklı mı?
Yeni ekonomi modelinin bel kemiğini oluşturan ihracatçıların enerji bedelleri eşsiz bir oksimoron örneği sergilenerek fazla üreteni cezalandırırcasına sürekli zamlanıyor.
Sanayici, gerekli tedbirler alınmadığı için yeri geliyor elektriksiz bırakılıyor.
Milyonlarca liralık zararı kimse üstlenmiyor.
Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum, arz güvenliğinin sağlanması ve dışa bağımlılığın sona erdirilmesi maksadıyla girişilen yenilenebilir enerji yatırımları ağır bürokrasi direnciyle karşılaşıyor.
Hala organize sanayi bölgelerinin dışında araziye kurulum yapılmasına müsaade edilmiyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Ekonomi yönetimi ihracatçılara yönelik uygulamalarını acilen gözden geçirmeli.
Aksi takdirde zaten çıkmaza girmiş görünen yeni modeldeki negatif göstergeler daha da palazlanacak.
Ağır fatura ise malum zümre ile büyümeyi baltalayan karar vericilere değil yine halka çıkacak.
BUSİAD’DAN KRİTİK TARIM RAPORU
İşaretlerini derinden hissetmeye başladığımız gıda krizinin önüne geçmek için tarımda seferberlik ilan edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Sorunların giderilmesi, üretimin teşvik edilmesi, ülkenin en azından temel gıda ürünlerinde kendine yetebilmesi noktasında atılan her adımı değerli görüyoruz.
Sürekli yineliyoruz:
Sanayiyi öncelemek tarımdan vazgeçmek anlamına gelmiyor.
Türkiye’nin ve özelde Bursa’nın doğru planlama ile her iki alanda da büyümesinin önünde aslında hiçbir engel bulunmuyor.
Yeter ki rant odaklarına artık geçit verilmesin.
Toplumun menfaatleri düşünülerek hareket edilsin.
Tarımdaki duruma sanayicilerin de kafa yormaya başladığını görmek sevindirici.
Bu bağlamda Bursa Sanayicileri ve İşinsanları Derneği (BUSİAD) Gıda ve Tarım Uzmanlık Grubu’nu takdir etmek gerekli.
Zira şehrin tarım, turizm ve sanayi kenti olduğu gerçeğinden yola çıkıldı.
Kıymetli bir değerlendirme raporu kamuoyuyla paylaşıldı.
Sadece sorunlara yer verilmedi.
Problemlerin giderilmesine yönelik fikirler de dile getirildi.
“Tarım yoksa hayat yok başlıklı” rapordaki Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi vurgusu şüphesiz ki önemli.
“Fizyolojik ihtiyaçları karşılamadan, bir sonraki aşamaya geçmek mümkün değil” olgusundan hareketle şöyle denildi:
“Covid 19 pandemisi, küresel iklim değişikliği ve kuraklığın yanı sıra dünyanın farklı bölgelerindeki savaşların kendini hissettirdiği zamanlarda tarım ve onun çıktısı olan gıdanın, insanlığın fizyolojik ihtiyaçlardaki o büyük yerini, en üst düzeyde hissettik. Ülkemiz gerek verimli toprakları ve biyoçeşitliliği, gerekse iklimsel koşulları ile kendi kendine yetebilme özelliğinin yanı sıra, diğer ülkeleri de besleyebilme potansiyeline sahiptir. Ancak yıllar içinde tarımsal üretim, mevcut potansiyelinin doğru olarak yönetilememesi ve ülkemizdeki tarım ve gıda politikalarındaki yanlışlıklar nedeniyle beklentiyi karşılayamamıştır.”
BUSİAD Gıda ve Tarım Uzmanlık Grubu’nun geniş kapsamlı çözüm önerilerinin bir kısmını da aktarmak istiyorum:
-Tarım eğitimi almış gençlerin tarımsal üretimde istihdamı özendirilmeli ve teşvik edilmelidir.
-Tarım konusunda eğitim almış gençlere, faizsiz ve geri ödemesi uzun vadeye yayılan tarımsal kredi imkânı sağlanmalı, diplomaları teminat olarak kabul edilerek tarımsal üretimde kullanılabilecek tarım arazileri, uygun ve uygulanabilir projeler çerçevesinde çok düşük bedelle veya bedelsiz olarak tahsis edilmeli, en önemlisi de tarımsal üretimden kazandıkları para ile mutlu olabilecekleri bir ulusal tarım politikası uygulanmalıdır.
-Tarımda sürdürülebilirlik için gençlerin bu alanda istihdamı önemlidir. Bu amaçla, kırsalda uygulamalı tarım okulları açılmalı, kentlerdeki okullarda öğrencileri bilinçlendirmek için tarımsal uygulamalar yapılmalıdır.
-Ülkede tarımsal üretim sektörünün paydaşlarının katılımı ile kısa, orta ve uzun vade tarımsal hedeflerin belirlendiği bir tarım politikası oluşturulmalı, ülkenin tarım politikası hükümetlerden çok devlet politikası olarak benimsenmeli ve kararlılıkla uygulanmalıdır.
– Bursa’nın tarımsal envanteri çıkarılmalı ve üretim potansiyeli sağlanmalıdır.
Tıpkı sanayide olduğu gibi…
Tarımda da 2030 Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Türkiye’nin 2053 “karbon nötr” hedefi doğrultusunda atılması gereken çok sayıda adım var.
Raporda bu konu üzerinde de genişçe durulduğunu belirtelim.