En büyük ağabeyimi askere göndermiştik…
Evde gururla karışık bir ayrılık hüznü vardı. Terminalden uğurlarken ona hissettirmemeye çalışmıştık duygularımızı…
Boşuna dememişler, “ağlarsa anam ağlar” diye…
En çok da annemiz ağlamıştı, ardından…
“Yeter ağlama! Geride 4 oğlun daha var askere gidecek, gözyaşların bize de kalsın” diye takılıyorduk ama nafile…
*
Tam yokluğuna alışmaya başlamıştı ki annem, bir ay kadar sonra ilk fotoğraflı mektubu geldi ağabeyimin…
“Kestane kebap, acele cevap” satırlarıyla biten “Er mektubu görülmüştür” damgalı mektubunu gözyaşları içinde okuduk…
Giderken giydiği sivil kıyafetlerini göndermiş geri, onu PTT’den almamızı da istiyordu…
Paketi gidip aldık…
Almaz olaydık!
*
Annem paketi açtı, açar açmaz gözyaşları yine süzülmeye başladı maviş gözlerinden…
En üstte gömleğini koymuş, üzerinde ise kesilmiş birkaç tutam saç vardı…
O yıllarda, gittiği acemi birliğinde kesilirdi saçları askerlerin…
Öyle bir sarılışı ve “oğlumun saçları bu!” diyerek koklayışı vardı ki annemin…
Avuçlarında o saçlarla, kendini sokağa attı ve akşama kadar sokamadık eve onu…
Günlerce, haftalarca sürdü bu kaçışı…
Evlere sığamıyordu.
Ağabeyim askerden tezkeresini alıp sağ salim dönene kadar, o saçları atmadı, gönderdiği giysilerine de hiç dokunmadı…
Sarılıp sarılıp kokladı.
*
O yıllarda çocuktum, ayrılık acısının da evlat sevgisinin de ne olduğunu bilemeyecek yaşlardaydım…
Fakat bilinçaltıma öyle işlemiş ki, ne zaman bir şehit haberi duysam, gözümün önüne annemin hep o çığlıklar atarak sokaklara kaçışı geliyor…
Sonra şehit analarını düşünüyorum…
Sevmeye, koklamaya doyamadığı kahraman evladının, cennet kokan ay yıldızlı bayrağa sarılı tabutuna sarılan yüreği kor gibi yanan analara bakıyorum…
Gösterdikleri o sabra, “Vatan sağ olsun! Bir değil bin evladım feda olsun“ diyen vakur duruşlarına, saygım ve hayranlığım sürekli artıyor.
Sağ olasın Osman Hocam!
Sağlıklı yaşam konusunda önerilerde bulunan Prof. Dr. Osman Müftüoğlu’nun dünkü köşesinde verdiği iki öneriyi çok tuttum…
Birinci önerisi, oturduğu yerden kalkmayanlarla ilgiliydi…
Uzun süre oturmanın bedene ihanet olduğunu söylüyordu, verdiği zararları da sıralamış…
O yazısını fotokopiyle çoğaltıp, medyada bana “Otursana yerinde kardeşim, kurt mu var sende? Ne dolanıp duruyorsun gece bekçisi gibi” diyen arkadaşların masasına yapıştırdım.
İçtiğimiz çayın faydalarını yazdığı ikinci önerisini de çerçeveletip, çay ocağındaki görevli arkadaşlara hediye etmeyi düşünüyorum…
Bir bardak çay deyip geçmeyin…
Bellek kaybını yavaşlatıyormuş, kilo dengesini koruyor, bedenimizi dinlendirip, sakinleştiriyormuş. Ayrıca ruhumuza mutluluk ve huzur hissi de veriyormuş…
Diğer konularda sıkıntı yok da, bellekte hafiften problem var gibi, yazıya dalınca, kendime çay ısmarlamayı bile unutuyorum!
Düşmeden akıllanmayacağız galiba!
Hadi geçen sezon, futbolcu ve teknik kadro çok zayıftı, o yüzden ligden düşme korkusu yaşadık…
Ya bu sezon?
Yine başladı geçen sezona ait aynı korkular ve kaygılar…
Oysa takımın oyuncu kadrosu büyük bir oranda değişti.
Başına da Paul Le Guen gibi kariyerli Fransız teknik direktörü geldi.
Ara transfer de takviye yapıldı.
Fakat, hala istikrarlı bir takım oyunu yok Bursaspor’un, bir iki futbolcunun bireysel yetenekleri ve şansları sayesinde rakibinden puan alabiliyor ancak…
Takımda bir sıkıntı olduğu kesin!
Sıkıntı önümüzdeki hafta Malatyaspor maçında da çözülmezse, korkarım Le Guen, Paris yolunu tutar!
Kestane şekerimiz dururken, Malatya kayısısıyla giderse üzülürüm…
Kurnaz çiftler!
Nikah memurluklarında 14 Şubat yoğunluğu yaşanıyormuş…
Niye mi?
O gün evlenerek bir taşla iki kuş vurmak için…
Evlilik yıldönümleri ile Sevgililer Günü’nü birleştirecekler, böylece gelecek yıllarda tek hediyeyle iki özel günü kutlamış olacaklar.
Gelin de kutlamayın bu ekonomist kurnaz çiftleri!