Mevsim karakış, yerlerde dizboyu kar…
Rahmetli babam, gece kahveden çıkıp eve doğru gelirken, sokağın başında bir hırıltı duyuyor…
Şöyle bir bakınıyor çevresine…
Karlar içine bırakılan bir kutudan geldiğini farkediyor hırıltının…
Kutuyu yavaşca açıyor, henüz birkaç günlük biri siyah biri beyaz iki köpek yavrusu…
Soğuktan donmak üzere olan iki sevimli yavruyu, paltosunun altına koyup getiriyor eve…
*
Bu fakirlikte yedi çocuk yetmezmiş gibi eve iki de köpek yavrusu gelince annem kızıyor babama fakat belli etmiyor.
Sönmekte olan sobanın ateşini yeniden canlandırıyorlar.
Isındıkça yavru köpekler de canlanıyor…
Sütü içince de kendilerine geliyorlar.
Sabah olunca evimizin merdiven altına onlara güzel bir yer yapıyor babam, havalar ısınına kadar burada bakıyor daha sonra da bahçeye çıkarıyorlar.
Zamanla yalnız ailemizin değil sokağımızın maskotu oluyor iki köpek…
Aynı zamanda mahallemize dadanan hırsızların da korkulu rüyası…
*
Ve bir gün muhtar babamı çekiyor kenara, “Senin köpeklerden mahalle sakinlerinin şikayeti var, çocuklarını ısırmasından korkuyorlarmış. Bunlara bir çözüm bul” diyor.
Komşularıyla kötü olmamak için mecburen köpekleri Mudanya Yolu’ndaki Geçit Köyü’ne bırakıp dönüyor.
Bu vedanın üzerinden belki beş altı yıl geçmiştir..
Bir hafta sonu arkadaşlarıyla Mudanya’ya pikniğe gider babam, mangalda pişirecekleri köfteleri hazırlarken, bir el omzuna dokunur…
Dönüp bir bakar ve başlar ağlamaya…
Çünkü, yıllar önce donmak üzereyken bulup büyüttüğü o köpeklerden siyah olanı karşısındadır.
Babamı kokusundan tanımıştır.
Sarılır, öper koklar, bu arada hazırladığı köftelerden de yedirir bol bol…
*
Babam, her anlatışında ağlar, bizi de ağlatırdı.
Hikayenin sonunu da şöyle bağlardı;
“Şu köpeklerde olan vefa ve sadakat duygusunun yarısı insanlarda olsaydı, hayat ne güzel olurdu!”
Sokak kedisi ve köpeklerine dair medyada ne zaman olumsuz haberler görsem, rahmetlinin o hikayesi ve sözü gelir aklıma hep…
Kimse kusura bakmasın…
Sokak hayvanlarını katledenler, eziyet edenler insan olamaz!
Hele hayvan hiç olamaz!
Çayda dem, tazminatta kıdem önemli!
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın hafta içinde açıkladığı yeni ekonomi programında en ses getiren madde, kıdem tazminatlarının ayrı bir fonda toplanmasıyla ilgili olanıydı.
İş dünyası temkinli…
Sendikalar kaygılı…
Deniliyor ki;
Kıdem tazminatının fona devredilmesi, emeklilikte yaşa takılanlardan çok daha fazla mağdur yaratabilir.
Emeklilikte yaşa takılanlar bir de tazminata takılırlarsa, tamamen yıkılırlar!
İlginçtir, AK Parti iktidara geldiği ilk günden beri bu konu sürekli gündeme geliyor.
Ve ne hikmetse, hangi bakan gündeme getiriyorsa, ilk kabine değişikliğinde de gidiyor!
İnanmayan Google’a “kıdem tazminatı demeçleri veren bakanlar” yazıp tıklasın, o demeçleri veren bakanlar şimdi neredeler?
Albayrak’ın da bu konuyu çözemeden bakanlıktan ayrılacağına dair kim isterse bahse girebilirim.
Hem de tazminatına!
Parayla Saadet olmaz!
Gazetelere yansıyan fotoğraf çok acıydı…
Fatih Erbakan, kira alacağını tahsil edemediği gerekçesiyle Saadet Partisi Genel Merkezi’ne açtığı icra ve tahliye davasını kazanmış.
Parti polis nezaretinde boşaltılırken çekilmiş fotoğraf…
Bir polis, partinin kurucusu merhum Necmettin Erbakan’ın gülümseyen çerçeveli fotoğrafını taşıyordu…
Fotoğrafa baktım baktım…
Kurucusu olduğu ve yıllarca genel başkanlığını yaptığı partisinin genel merkezini mahkeme yoluyla tahliye ettiren oğlunun dünyevi hırsına mı gülüyordu Erbakan Hoca yoksa işi bu noktaya kadar getiren inatçı ak saçlı SP Genel Merkez yöneticilerine mi?
Çözemedim bir türlü…
Çavuşoğlu’na helal olsun!
Yakın geçmişte yaptıkları katliamları ve soykırımları gizleme gereği bile görmeyen, sömürgeciliği devlet politikası edinmiş bazı Avrupa ülkelerinin, aynaya bakmadanTürkiye’yi soykırımla suçlamalarına gülüp geçiyorum…
Ukala Fransız parlamentere bu gerçeği yüzüne çarpan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na da ‘helal olsun’ diyorum.