Bir dönem, OLAY TV‘de şiir programı yapan şair dostum Akif Oktay, jest olsun diye tutmuş benim bazı yazılarımı şiir formatında ve fon müziği eşliğinde okumuştu…
“Aşk senin neyine Selo, yap esprini git evine!” diyenlere inat, bir dönem, pazarları aşka, hayata dair duygusal şeyler yazardım köşemde, işte o yazılardandı…
Sosyal medyada epey ilgi gördü bazıları…
Şair Can Yücel‘in zannedenler hatta benim yazımı bana okumam için gönderenler bile oldu…
Bu benim için övünçtür ama Can Baba‘nın kulağına gitseydi, eminim ki bana da o okurlarına da okkalı bir küfür sallardı!
*
Akif dostum, reklamımı yapınca, o yazılarımı topladığım kitabıma da ilgi arttı tabii…
Sınırlı sayıda basıldığından her kitapçıda bulmak mümkün değildi.
Bir sabah gazetede telefonum çaldı…
Açtım, sesi panik halinde bir genç hanım okur…
Kitabımı aramış bulamamış, mutlaka bir tane edinmek istediğini söylüyor…
Neden bu kadar ısrarlı istediğini sorunca, “Şeyy, askerdeki nişanlıma yazdığım mektuplarımı sizin yazılarınızla süslemek istiyorum” demişti.
Bunun üzerine ben de şu espriyi yapmıştım kendisine:
“Yapma sakın! Askerliğini yaktırırsın, firar eder sonra nişanlın!”
Yine de kıramamış, imzalayıp verdiği adrese göndermiştim kitabımı…
*
Hafta içinde, Koza Han’da oturmuş kahve içiyorum…
Yan masadaki, evli mutlu ve çocuklu bir genç çift dikkatimi çekti…
Bir yandan sohbet ediyor, bir yandan da bana bakıyorlardı…
Derken genç adam masasından kalkıp yanıma geldi ve bana “Sizin Bursa’nın Ufak Tefek Aşkları adlı kitabınız var mıydı?” diye sordu…
“Vardı” deyince, gülümsedi ve kendini tanıttı.
Askerdeyken benim o gönderdiğim kitaptan alıntılar paylaşan o nişanlı çiftmiş meğer!
Evlenmişler, 4-5 yaşlarında erkek çocukları olmuş…
Çok sevindim.
Bir kahve de onların masasında içtim.
80 yıla bedeldi!
“Var mı yeni kitabınız?” dediler…
Güldüm:
“Var ama aşka dair değil yaşlandık artık meslek anılarımı yazıyorum!”
“Orada kimse var mı?”
Günlerdir…
Şehreküstü’ndeki demokrasi nöbetlerinde, sosyal dayanışmanın, milli birlik-beraberliğin, paylaşma duygusu ve uzlaşı kültürünün en güzel örnekleri yaşanıyor.
15 Temmuz darbe girişiminde milletçe yaşadığımız travmanın tedavi merkezi oldu adeta meydanlar…
Büyük Marmara depremi sonrası korkudan giremiyorduk evlere…
Demokrasi depremi sonrası ise coşkudan!
Marmara depremi fay hatlarında biriken enerjiyi açığa çıkarmıştı…
Darbe girişimi de devletin kılcal damarlarına kadar sızan vatan hainlerini!
Meydanların sesi okyanus ötesinden yankılanıyor:
“Orada kimse var mı?”
Sarhoş çoban!
15 Temmuz gecesi…
Bir köy muhtarının telefonu çalar uzun uzun…
Arayan jandarmadır.
Muhtar’dan herkesin köy kahvesinde toplanmasını ister.
Köy halkı büyük bir tedirginlik içinde toplanır.
Az sonra jandarma aracı görünür…
İçinden önce nöbetçi jandarma komutanı ve ardından askerler iner…
Daha sonra komutanın talimatıyla bir sivil vatandaş indirirler…
Fakat ayakta duracak hali yoktur vatandaşın…
Sorar komutan:
“Tanıyor musunuz bu sarhoşu? Yol kenarında sızmış halde bulduk?”
Köy sakinleri ve Muhtar derin bir nefes alarak cevap verirler:
“İyi tanıyoruz komutanım! Köyümüzün çobanıdır kendisi!”