Uzun kış gecelerinin en güzel yanı büyük kızıma olan özlemimi de yanıma alıp küçük kızıma daha çok sarılıp, sokulup hafiflemeye çalışmam bana göre.. Özellikle okuma saatlerimizde masalın kasvetli bölümlerinde göğsüme sokulup minik kalbinin hızlı çarpması, bizim en keyifli anlarımız da sayılabilir.
Geçen akşam bir yandan dışarıdaki fırtına, diğer yandan masalın korkunç cadısının acımasızlığı Alara’ yı bu kez çok tedirgin etti. Kitabı elinden bıraktı ve bana: “ Anne ve babalar hiç korkmazlar mı? Nelerden korkarlar? ” diye sordu. Kendi içimde soruyu düşünüp, neleri söylemem ve ne kadarını paylaşmam doğru diye düşündüm. Aslında hepimiz; dünya savaşından, açlıktan, işsizlikten ya da ölümcül hastalıklardan diye cevap veririz. Ama yaşamımızı etkileyen korkular, gerçekten de yalnız bu kadar mı? Elbette hayır. Çünkü insanca zaaflarımızı iyi kullanan global bir yönetim içinde her türlü otoriter baskıya ve kapitalizmin manipülatif yönlendirmesine açık olarak yaşıyoruz. Bu baskılar bazen sanal, bazen gerçekçi, bazen de bizim algılarımızın tam göbeğinde ve bizi zorlamaya devam ediyor.
2000’li yıllardan sonra ihtirasını arttıran vahşi kapitalizmin bize vaat ettiği kazançların hemen arkasında onları kaybetmenin getirdiği sancılar da hepimize enjekte edildi. Vicdansız kapitalizmin kabaran, kontrolsüz iştahından sonra gelişen korkular daha da artarak yoğunlaştı. Hepimizin ortak eğilimi olan güven ortamı ve güven duyma gerekçeleri ortak payda oluverdi. Ne kadar adrenalin seversek sevelim hepimiz sağlam tahtaya basmak istiyoruz özünde. Sahip olduğumuz bir şeyleri elimizden kaçırmamak için hep bir güvence arıyoruz. Parasal ekonomide de ödediğimiz bedel, ürün ve hizmetten daha çok bize vaat ettiği güven değil midir?
Siyasilerin seçim mitinglerinde kullandıkları, bizim en büyük açlığımız güven ve istikrar üzerine olan söylemlerdir. ( ! ) Çünkü hepimiz ailemiz ve çocuklarımız için geleceğin bizlere iyi şeyler getireceğinden kuşkumuz olmasın isteriz.
Geçtiğimiz haftalarda, Alman – Türk Forumu’ nun kurucusu Prof. Dr. Edzard Reuter, Türkiye’ nin bir sis bulutundan geçtiğini ve umutlarımızın, korkularımızın gerisinde kalmamasına özen göstermemiz gerektiğini söyledi. Türkiye’ yi ikinci vatanı olarak tanımlayan Alman Profesör Reuter, her şeye rağmen Türkiye’ nin bir Avrupa ülkesi olduğunu inandığını ekledi.
Aslında içinde yaşadığımız sürece üç boyutlu bakan Prof. Reuter: “ Yaşadığınız sıkıntıların bir çoğu global ekonominin ortak açmazları, vahşi kapitalizmin manipüle edici oyunları ve diğer yandan da bu korkuları size en iyi satan siyasileriniz “ dedi. Çok önemli bir konunun altını çizdi. Kapitalizmi yeniden tanımlayıp etken maddesinin sınırsız sahip olma dürtüsünden çok vicdani zeka olması gerektiğini belirtti.
Son dönemlerde yaşadığımız toplumsal buhranlarımızın nedeninin de, vicdani zekamızın toplumsal bünyemizde hak ettiği oranda olmaması diye düşünüyorum. Her alanda vicdani zekanın içeriğinde olmadığı vicdansız kapitalizmin sıkıntıları fark etmesek de yoğun yaşanıyor.
Sektörel rekabette, amaca ulaşan her yol mubah mantığının egemen olduğu ve dolayısıyla toplumsal yapımızdan uzaklaştığımız gerçeğini yaşıyoruz. Türk toplumunun özünde samimiyet ve duygusallık hep vardır. Ne kadar hırs pompalansa da bizi biz yapan değerleri küstürmeden beslemeliyiz.
Yaşam puzzlemızda; ekonomimiz, eğitimimiz ve donanımız bir bütünün parçasıdır. Herhangi birisindeki açmaz, diğerlerinin de sıkıntıya girmesine yol açmaktadır.
Global kapitalist dünya şirketlerinin kar odaklı algısı insanları da sistemin bir parçası olarak yalnızlaştırdı ve bencilleştirdi. Şirketlerin en büyük kriteri salt kar olunca insanların da başarı anlayışı sadece çok para oldu.
Bizler ne zaman vicdanımızın, zekamızı gölgelediğini düşündük isek o nokta bizim için kırılma noktası oldu. Sadece matematiksel verilere odaklanmak, bütün algıları altüst etti. Siyasilerin reyting için kullandıkları en rahat malzeme oldu. Bizim korku ve endişelerimizin üzerinden oy isteyip yetkilerini arttırmaya öncelik verdiler.
Bundan daha iyi malzeme olabilir mi? Geleceğe yönelik kaygılar, endişeler, ailemizin temel ihtiyaçlarının sekteye uğraması hepimizin hassas noktalarıydı.
Ekonomik verilerin düzelebilmesi için siyasilerin hepimizin önünde Merkez Bankası’ na yönelik söylemleri de bir nevi tribüne yönelik algı yönetimi olarak karşımıza çıkıyor.
En hassas hususlar demagoji yapılarak popülist siyasi malzeme olduğunda, siyasi varış noktası yakalanıyor ancak reel denklemdeki çözümlere yakınsayamıyoruz.
Keyifli Pazarlar