Kim geçmiş yılların çocukluğunu ve aile ilişkilerini yeniden yaşamak istemez ki? Her geçen gün çevremdeki insanlardan da duyar oldum geçmişin kıt kaynaklarına rağmen anılarla zenginleştirilmiş günlerine özlemi. Hele üç-dört gün önce girdiğimiz yeni yılda sıcak, samimi, çocukluk yıllarımızın özlemi pekişti.
Biz ailecek son yıllarda yeni yılı ev ortamında tombalalı, kestaneli, yeni yıl yemeğiyle karşılıyoruz. Nasıl anlaşılırsa anlaşılsın, bana göre yeni yıl yemeği ritüeli, şükürü, teşekkürü, umudu içinde barındıran bir karşılama yemeği olarak algılanabilir.
Sağlıkla, sevdiklerimizle yeni bir yıla girerken umutların, beklentilerin birbirine sinerji kattığı bir anı hafızalarımıza resmetme çabasıdır.
Çocuklara alınan hediyeler, ailecek oynanan oyunlar, dileklerle kesilen yeni yıl pastası çocukluğumun en güzel anılarını gözümün önüne getiriverdi. Bizim çocuklarımız; modern oyuncaklar, teknoloji ve imkânlar açısından şanslı olmalarına rağmen bayram ve yeni yıl coşkusunda bizim geçmiş anılarımız çok daha zengin.
Günümüzün tek gerçekliği olan para argümanı ile algılar yapılandırılmaya çalışsa da yaşamsal pin kodumuzun yeniden revize almaya şiddetle ihtiyacı var diye düşünüyorum. Kapitalist yaşam tarzının getirisi olan tüketirken tükenen toplumların topyekûn farkındalığı belki de daha duyarlı nesillere pusula olacaktır.
Aslında zaman ve para kaygısının bu kadar egemen olmadığı zamanlardaki annelerin çocukları ile ilişkisini ve bizim gibi çok bilmiş, literatür bağımlısı ve her eylemini ölçümlenme adetiyle gerçekleştiren bugünkü annelerin çocukları ile ilişkisini düşündüğümüzde aradaki duygusallığın ve koşulsuz sevginin nerelerde kaldığını kabul etmesek de yıllar önümüze koyuyor.
Günümüzde yaşam standardı terminolojisi çok çalışmayı gerektiriyor. Bu girdaba, hiç habersiz ve olanlara seyirci olan yavrularımızı da atıveriyoruz. Onları yaşama hazırlamak adına bilgi ve ders bombardımanına tutuveriyoruz.
Ben kendi adıma yaşamımın tıpkı çocukluğumdaki gibi daha basiti olmasını isterdim.
Oysa ben de çalışan ve öğrenim tercihlerine sürekli müdahale eden bir anne çocuğuydum. Artık her geçen gün bitmek tükenmek bilmeyen sahip olma arzumuz ve hedeflerimiz, bundan sonraki yaşamımızın asla eski rahatlığında olmayacağını bize hatırlatıp duruyor. Bu çok karmaşık bir durum (!)
Her birimizin üstünde prototipe dönüştürülme tarzında daha fazla baskı var. Dünya hız ibresini zorlayarak değişiyor. Artık günümüz koşulları, yeni yılı, bayramları bize tatil fırsatı olarak algılatıyor. Kimilerimiz bir yerlere kaçarken, kimilerimiz bir türlü fırsat bulup okuyamadığımız kitaplarımızı okumak için bir şans varsayıyoruz.
Bizim için yeni yıla girerken yağan bembeyaz karlar tatilin bonusu oldu. Perşembe ve cumanın da hafta sonuna birleşmesi ailemizin hep birlikte olması için bulunmaz bir ev tatili fırsatıydı.
Eşim ilk gün elinde çok fonksiyonlu yıllık ajandasıyla, tatil günlerimizin ve bütün yılın etkin verimli yaşanabilmesi için ben ve kızlarımla bir toplantı yaptı. ‘Öyle tatil diye zamanı cömertce harcamak yoktu, kaç kitap okuyacağımız, yetkinliklerimizi hangi süreçlerle geliştireceğimiz belirlenmeliydi.’ Ona göre kişisel envanterimize kafa yorup yılı planlamalıydık.
Tabii ki biz; yani anarşist eğilimli anne ve kızları tatil süresince uzun uzun kahvaltı saatleri, film saatleriyle keyfimize göre zamanı hoyratça harcayarak yeni yılın ilk tatilini yemiş olduk. Bu durum kuralcı babamızı son derece rahatsız etti. Öz disiplinimizi kaybetmeden, rehavete kapılmadan yılı değerlendirmekten dem vurdu tatil boyunca…
Yaklaşık iki yıl önce; ani bir hastalıkla babamı kaybettiğimden beri uzun süreli planlar yapmıyorum. Aslolanın kişinin ailesi, sevdikleri olduğunu düşünüp bunun dışındakilerin mutluluğa hizmet edip etmediğinin sorgulanması gerektiği görüşündeyim.
Aslında her biten güne duvardaki sinek gözüyle dışarıdan bakarsak, en çok gereksinimimiz olan etkinliğin aile etkinliği dayanışması olduğunu belki fark edebiliriz. Niye mi? Sabah güneşin doğuşuyla start alan windows programı şeklindeki hayatlarımız, o günün aciliyetleri içinde oraya buraya koşturmamız, hep yeni bir havuca kilitlenmemiz nerden gelip nereye gittiğimizi bize unutturuveriyor.
Dünyada “bağımsız birey” olma çabalarını ateşleyen ilk ülke Amerika iken şimdi nüfusun geneli bireysel değil bireyci olup çıktı.
Biz Türkler duygularımızı işin içinden çıkarmadığımızda gerçekten içi oyuk ağaçlara benzeriz. Bizim olmazsa olmazımız duygularımız. Düşünüyorum da bizim için çıkış yolu mantığımızla, duygularımızı uzlaştırarak yaşam senaryomuzun yeni pin kodunu kendimizin belirlemesidir.
Biz her şeyi aşamalarla geçeriz. Görünüme önem vermek, iyi izlenim bırakmak, popüler olmak, kendimizi başkalarıyla karşılaştırmak, önü alınamaz hırslara sahip olmak, çok ama çok para isteği ve kendini kapitalist anlayışa göre geliştirme dürtüsü; bütün bunlar bizim sorumluluklarımızın ve karakterimizin geliştiğini gösterir der, avunurduk.
Karla kaplı yeni yıl akşamından sonra size bu sabah, daha ileriye gitmemize gerek olmadığını ve yaşamsal rollerimizi boşverip kafamıza göre takılabileceğimizi söyleyebilirdim. Ne kadar inandırıcı olurdu ki! Pin kodu kişiye özeldir. Ama ipucu isterseniz ilk sözcüğü AİLEDİR!
İyi yıllar…