“Bir gün bir bilge kendi türleriyle uçmayı reddeden iki ayrı cins kuşa rastlar yol kenarında.. Hayli merak eder bu iki farklı yaratığın nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak istemediklerini.. Nasıl olup da bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini.. Biri karga biri leylek. O kadar farklıdır ki kuşlar, ihtimal veremez sevdiklerine; türdeşleriyle değil de birbirleriyle uçmayı yeğlediklerine.. Öyle ya, karga dediğin kargalarla uçmalıdır, Leylek dediğinse leyleklerle.. Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu anlayana kadar.. O zaman anlar ki birlikte kaçar, birlikte uçar, beraber yaşamaları beklenenlerin yanında tutunamayanlar !
Birkaç haftadır kalem oynatmak istemedim. Sıkıştım kaldım Ankara’daki acının spazmlarında.. Konuşmak, yazmak istemedim. Dillendirmezsem, bu toksik düşüncenin bedenimi çabuk terk edeceğini düşünerekten..
Hep aynı tarifle pişire pişire hep aynı yemeği hayıflanarak yemekteyiz biz sene besene.. Tam da büyük art niyetli oyun kurucularının planladığı gibiydi tüm yaşananlar. Türkü ve Kürdü acıyla yoğrulmuştu.. Birleştirmişti yürek acıları hepsini.. Sonrası mı? Hepimizin içindeki öfke, acı ve korku günbegün semirdi.. Başka beklentiler bize fazla lüks gelmeye başladı.. Ölüm bu toprakların fıtratındayken evlatlarımızın sağ olmasından başka ne beklerdik ki?
Kimi zaman iki kahveyi üst üste içtiğimde biraz ayılır gibi olup: “Nerden gelmiştik biz bu noktalara? ” diye düşünecek oluyorum. Korkuların ana merkezi sinir sistemimi ele almış. Otur şükret bu gününe deyince boş veriyorum düşünmeyi.. Aslında tam korkuların anestezi tesirindeyken tam seçim havasındayız. Sağlık olsun deyip basıveririz mührü.. Çevremizdeki farklı görünen her kişiden şüphelenip bakışlarımızı sertleştiriyoruz. Öyle ya, bunların hepsi her biri canlı bomba olabilir. Bugün değilse yarın öbür gün bizi öldürmeye kastedebilir.
Elbette yanlış yanlışı doğuruyor. Trol vulzuvallarının kulaklarımızı sağırlaştırdığı söylemleri beynimize işlemeye başladı. Karşı taraftaki makul sesleri bile işitemez hale geldiğimizi fark ediyorum. Her birimiz şu son kompozisyonda tek bir sorumlu bulup bireysel sorumluluklarımızdan kurtulmak istiyoruz. Herkes patlamaya hazır durumda sosyal ortamlarda geziyor. Kaybedeceklerinin oldukça fazla olduğunu düşünenlerse korkularının egemenliğinde sessizce köşesinde bekliyor.
Düşünmeden anlık kazançlara ipoteklediğimiz siyasi tercihlerimiz aslında bizim hayata bakışımızın yansıması değil midir? Bitmek tükenmek bilmeyen hesaplaşma paranoyası, bu konjonktürde siyasilerin de pusulası oldu.. Okumadan sorgulamadan yaşayan korku toplumlarının mesnetleri şiddet ve korkudur. İlkelliğin inadı egoların düellosu sadece karşıdakine haddini bildirmeye odaklanıyor. Büyük resim eksildikçe eksiliyor, kimin umurunda! Her siyasi örgüt de soyunduğu toplum mühendisliğinde kendi işine gelen kareyi alıyor büyüteç altına..
Bütün resimleri bir arada düşünmek, ayrıştırmadan farklılıklara değil benzerliklere dikkat çekilip yaşamak büyük kurgu gerektirir. Tasarım yapabilmek vizyon ve derinlik ister. Bu beklentileri siyasîlerden beklemek de sorgulamayı düşünmeyi gerektirir. Zaten bizim korkuya teslim olduğumuzun farkında olan siyasiler de balık hafızamıza güvenip seçim nutuklarını atmaya devam ediyorlar.
İnsanı düşündürmek öldürmekten daha zormuş.. Bu tüyo bile bizim yönetilme anlayışımızda denklemi doğrudan etkiliyor. Biz ölesiye sever, en ufak farklılıkta karşıdakini dümdüz ederiz. Biz kendi beynimizi, kortizol ve amigdalamızı berraklaştırmadan toplumsal yaşamımızın düzeleceğini beklememeliyiz.. Ya da bu tepkimeye hazır halimizle toplum mühendisliğinde başarılı siyasi liderlerimizin istediği seçim kıvamındayız. Ne fazla sert ne fazla yumuşak korku bünyeyi esir almış vaziyette.. Hani sorsalar hepimiz bir sürü şikâyetten dem vururuz. Hoşumuza gitmeyen bir sürü şey var. Ama söz dolaşır gelir, “var olmasına da elden ne gelir, bir kere dahil olmuşuz bu düzenlere.. Kâbemiz komuta olan düzlemlere ” deriz.. Biz nasılsak bizi yönetenler de bizim yaşam akislerimizdir..
Ya da boş verin fazla kurcalamadan yaşayalım gitsin!!!
Keyifli pazarlar..